Pazar, Mayıs 31, 2009

kelimelerle baş edemedim... dökülüverdiler dışarı


"seni tanıdıkça daha da büyüyor içimdeki duygu.
ve bu duygu büyüdükçe daha çok sarıyorsun beni.
düğüm düğümsün etrafımda. çözmek istemediğim.
hiç yeltenmeyip, üzerine yeni düğümler eklediğim...
bitesi yok, azalası da...
benle varsın, yok olduğumda yok olana dek. bende...
hiç bir anım sensiz değil, hiç bir şeyim de...
sensiz olmak istemiyorlar. mutlular seninle. tıpkı benim gibi.
geçmem senden, geçemem ki...
istemem ki...
gözlerinsiz, sesinsiz, gülüşünsüz, dokunuşunsuz, nefesinsiz kalamam ki. kalmam ki...

bu kalp bende attığıncasın.
nefesim yettiğincesin.
güldüğümce...
ağladığımca...
küstüğümce...
barıştığımcasın.
kıskandığımca...
sardığımca...
özlediğimce...
arzuladığımcasın.
konuştuğumca...
sustuğumca...
savaştığımca...
yorulduğumcasın.
uyuduğumca...
uyandığımca...
yaşadığımca hayatımdasın.

çünkü SENİ
senin seni, benim beni, herkesin kendini sevdiğinden,
kimsenin kimseyi sevmediğinden daha ÇOK SEVİYORUM."

Cuma, Mayıs 29, 2009

Meleğime... 4



derinlerde yüzdüm. kulaç attım boğulmamak için.
"kara göründüüüü" müjdesiyle köpük köpük vurdum karaya.
köpük köpük ve bembeyaz...
taşıdım taşıdıklarımı, serdim sahile. ısınsınlar, kurusunlar diye.
rüzgar yardım etti sağolsun. güneş güç verdi.
martılar şarkılarıyla eşlik etti ve ben coştukça coştum. köpürdükçe köpürdüm.
kumsala her çarpmamda daha bi' ben oldum. sesimi duyurdum.
kumları ufaladım iyice. taşları parlattım. renk verdim.
her vuruşumda sahile yenilerini koydum parlatmak üzere. pırıl pırıl olmuşları geri aldım renklenmek için derinlerde.
azaldığımda yağmurlar yetişti imdadıma. suyuma kattılar kendilerini.
gök rengini sundu bana, ona da çok şey borçluyum aslında.
çağlıyorum şimdi yeniden... yaşıyorum. yaşadıkça içimde yepyeni hayatlar görüyorum benimle yaşayan.
bir şişe içine konulmuş mektupla beni çağıran, karaya ulaştıran, gözlerimi kamaştıran, sözlerime vesile olan sahilime aşkımı sunuyorum, vurdukça dalga dalga.
ve her bir vuruşum, her bir sözcüğüm kulakları sağır edercesine güçlü oluyor.
sahilimin kumtanecikleri üzerinde eriyor köpüklerim. iz bırakıyor.
mercanlarımla, balıklarımla hatta içimi yontmuş tirollerimle kucaklıyor beni sahilim.
ve ben dalgalarıma dalga katıp, kocaman dalgalar yaratıyorum onun için. beni daha iyi duyabilmesi için.
her dalgamın ona vuruşunda daha yüksek sesleniyorum

"seni çokk ama çokkk seviyorummm!"

Perşembe, Mayıs 28, 2009

toz pembe hayallerin pembesi gidip de tozu kalmasın inşallaaaaaahhh... :P

hayatınızda herşey başaşağı giderken, tek birşey "harika" olur ve kendinizi çok ama çok mutlu hissedersiniz ya,
ya da bu bana böyle olur bilmem ama öyle ya...
sanki yolunda gitmeyen onca şeyi yolunda giden o tek bir şey siler atar ya...
sanki herşey güllük gülistanlık olur ya...
en mutlu sizsinizdir, en şanslı, en neşeli, en huzurlu...
hani herkes size bakıp da "vay be oooh ne rahat, oysa biz..." diye başlayan cümleler kurar ya...
ne dert ne keder vardır sizde, ne yaşam kaygısı ne herhangi bir mücadele...
sanki herşey önünüze bir gümüş tepside sunuluyordur ya...
hani öyle sanılır ya...
işte öyle bir hayattayım son günlerde...
hani dışı sizi içi beni yakar ya...
ondan işte... aynından. :)

Çarşamba, Mayıs 27, 2009

felsefik saçmalama...

"görsem" diyorum bazen.
insanları tepeden seyretsem.
ta en uzaktan...
o kadar uzaktan ki dünya üzerindeki her canlıya ulaşabilse bakışlarım. hepsini aynı anda izleyebilsem.
aynı anda aynı zamanda neler farklı herkeste...
doğaya aykırı olanlar hariç dışımız bir.
iki göz, iki kulak, bir ağız herkeste.
e içimiz de öyle,
kalbimiz yaşatıyor hepimizi, hepimizin röntgeninde aynı sırıtış.
sonrasında başlıyor ayrımlar; erkekler kadınlar. yaşlılar çocuklar. esmerler sarışınlar. güzeller çirkinler...
duygusallar katılar, cesurlar korkaklar, ciddiler şakacılar...
bu kadar çok "fark"ı bir de kendi aralarında kombine edersek; güzel sarışın korkak ya da esmer cesur çirkin... gibi, sonsuz "tür" çıkıyor karşımıza.
bu sonsuz türün hepsi de doğuyor bir anadan. büyüyor istemese de. ağlıyor, gülüyor, yiyor, içiyor...seviyor nefret ediyor... ve sonları da hep aynı oluyor.
tüm bunları düşününce, herşey çok saçma, çok anlamsız geliyor.
yani, işte o uzaktan seyredip de göreceğimi tahmin ettiğim herşey...
insanların uğraşları mesela, koşturmacaları, savaşları...
doğanın bizden istediği mücadeleye eklediğimiz "insana" has mücadeleler...
çok saçma geliyor.
ama ne yaparsam yapayım bu saçmalıkların bir parçası olmaya, saçmalıklara yeni saçmasapanlıklar katmaya devam ediyorum.

bu mu yani,
hayatın anlamı bu mu şimdi?

yok yooookkk
ben söyleyeyim;
AŞKa aşık oldum ya hani
heh işte,
hayatın anlamı O'nda gizli ;)

-mıştı bir zamanlar...



harb' ettim kendimce...
kaybetmeyi göze ala ala hem de
hak etmediklerimi duya duya
harb' ettim kendimce.
"keşke"lerin ümidiyle "sanki"lerin beklentisini karıştırdım harbimde... karıştırıp "belki"lerimi yaptım O'na dair.
harb' ettim kendimce...
kaybetmeyi göze ala ala hem de
kazanma beklentisi dahi yaşamadan harb' ettim.
kolay mıydı bu harp sanki...
koskocaman bir aşk'tı karşımdaki...
tüm gücümü toplayıp,
uğruna ölümü dahi göze aldığım bir hücuma hazırlanırken,
gördüm ki "meydan"da yalnızım.
"aşk" diye savaştığım bir hayalden ibaretmiş.
yokmuş.
savaşta tekmişim.
tek başıma kiminle savaşabilirim ki...
ne için, ne uğurda olur ki bu savaş?
döndüm arkamı, hayal savaş meydanıma şimdi.
koşar adım uzaklaşmak için.
uzaklaştıkça unutup o hayali
uğruna gerçekten savaşacak birşeyler bulmak için.


Banuşka'ma...



seni özledim.
gözlerinle konuşmayı kalabalıkların içinde.
şımarmayı.
saatler süren toplantılarda, kimseye aldırmadan duvarda gölge oyunları oynamayı...
müdüre yakalanmayı.
öğretmenler odasındaki o küçücük tekerlekleri olan sandalyelere oturup, ebelemeç oynamayı. Taner Hoca'nın sesiyle kendimize gelmeyi sonra.
aşkı konuşmayı...
birden politikaya geçmeyi, sohbetin en derin yerinde.
sonra şarkılara vermeyi ruhumuzu.
film izlemeyi...
gelecek planları kurmayı ve kararsız kalmayı o planlarda.

ne der, ne düşünür'ü umursamadan konuşabilmeyi biriyle...
seninle...
gözlerine bakmayı Banu'm.
hiç konuşmadan sana içimde ne varsa anlatabilmeyi.

bugün hiç iyi değilim Banu'm.
güneşe rağmen hem de.
bilirsin nadir görünür güneş bu şehirde.
bugün güneşli Moskova
ama ben hiç iyi değilim Banu'm...
çok özledim Banu'm, boşverdirttiren "boş verrrrr"lerini,

çok özledim.
gözlerini
ve seni...




Salı, Mayıs 26, 2009

yar saçlarınnn lüüüleee lüüüeeeee...yar benziyooorrrr... -aman allah-


şemsipaşa pasajında sesim büzüştü zaar...
sus oldum, sus pus kaldım...
ne yoğurdu sakladım, sarımsaklayarak ne de iki kürkü yırtık kel kör kirpinin kürklerini birbirine ekledim.
sadece kelimelerimin dışa akışını sağlamak şu anki niyetim.
doldular doldular taşmak üzereler...
onları bir düzene koymak ve asıl söylemek istediklerine tercüman olmak için de hiç havamda değilim.
e işte bu yüzden bööyle saçmaladım.
saçmaladım -lamadımmasına amma yine de atamadım tüm enerjimi dışarıya.
yazakoysam dolmuyor, lafakoysam olmuyor.
belki de o yüzden farfara fatma fırında fareyi fark edince feneri fırlatıp feryadı bastı, ne bileyim...
hani bir berber bulsam şimdi onunla beraber bir berber dükkanı açasım tutti frutti.
ayş ne diyorum ben???
en iyisi buna bir son vereyim ve hemen kendimi günün anlam ve önemine uygun pozisyon dahiline getireyim.
yalnız merakımı af buyrun ama sormazsam içimde kalacak sanki...
"tencere dibin kara, seninki benden kara" sözünde tencereyle polemiğe giren özne de kim ola ki? hep öğrenmek istemişimdir, nedense...
ay yok yok kapatıp klavyemi, başka türlü deneyeyim enerjimi boşaltabilmeyi.
hadi bana müsaade, sizi de rahatsız etmeden daha fazla.
izninizle...
"yazdım yineee daaaalgalanıyoruuum beeeeeeennn.... yeni yeni seeevdalanıyorummm ben"

Pazartesi, Mayıs 25, 2009

kalbime


ne sanmıştın ki,
seni gidi hayalperest seni...

düşünmeden...



korkmamam gerekti biliyorum
beni sevmemenden,
gitmelerime kırılmandan,
ya da senin çekip gitmenden...
korkmamam gerekti.
ama biliyor musun sevgilim,
ben artık bunlardan hiç korkmuyorum.
bir şairin dediği gibi;
"yalnızca kanatlarıma güveniyorum."

canımım'a... onda "canımcım" olanıma... '92den '09a

bitanemmm
hep yanımda olanım
hep sarmalayanım
iyi ki doğdun, iyi ki varsın.
hep ol e mi canımım.
hep ol...
ben yine ilk seni arayayım sevinçten uçtuğumda
ilk sana ağlayayım içim yandığında.
ve ilk sana susayım, kalbimin kırıklarından kelimelerim dışarı akamadığında.
ve sen bana yaz yine sarhoş olup,
en değişik sen'i göreyim kelimelerinde :)
küfret hayata yine öyle.
ve yine sık sık özür dile :)
canımımmmm!!!
seni çokkkk seviyorum...
daha nice yaşların olsun ve ben de nice yaşlarında...

Cumartesi, Mayıs 23, 2009

tik tak kelepçeleri...



tüm an'larımı biriktirip zaman dilimlerimde,
hepsini yanında tüketmek isterdim.
hiç gitmelerim olmazdı o zaman,
kalışlarımın keyfiyle öperdim uzun uzun dudaklarından.
güneşin batışını umursamazdı gözlerim,
takılmazdı saatlerimin yelkovanları mecburiyetlerime,
ve kalbimi sıkıştırmazdı göğüskafesim o zaman böyle.
uçurtmalarına tutunup yüreğim, yükselirdi onlarla,
gitmelerim ezemezdi kalmalarımı tüm ağırlıklarıyla.
o zaman korkmazdı ruhum kırılıp, küsmenden bana.
biriktirebilseydim eğer meleğim,
tüm an'larımı bir yerde,
sen yokken nefes bile almazdım inan,
tükenmesinler diye.

Cuma, Mayıs 22, 2009

Kuzen seni çokkkk özledim bu Moskof gurbetinde :(

neden böyle oldu sanki...
ne güzeldi "eskiden"lerimiz di mi kuzen?
arada bir görmezdik şimdiki gibi, gözlerimizi
güldük mü ağız dolusu güler, ağladık mı tüm bedenimizle ağlardık.
neden büyüdükçe sahteleşiyor insanoğlu sanki?
paylaştığımız en güzel günleri ya da en zehir acıları,
neden çocukluğumuzdaki gibi paylaşamıyoruz ki...

çok özledim o günlerimizi.
ori'lerimizi...
Onur'un odasındaki ayinlerimizi, hani bir tükürüşle son buldurduğum, hani bir türlü sizin gibi yapamayıp da ortamı dağıttığım o müthiş "bilim" ayinlerimizi...
"yaşasın matematik, fizik! yaşasın bilim!" nidalarımızı...

dedikodularımızı bir de,
hani hiç sonu gelmeyen.
gözlerimizi kocaman açarak, en gizli, en mahrem şeyleri konuştuğumuzu sanmayı özledim kuzen.
şarkılar söylemeyi bulaşık yıkarken...
şarkıların "es"lerinde durup beklemeyi ve yeniden aynı anda devam etmeyi şarkılara, şarkılarımıza.

radyodan sıradaki şarkıyı dilemeyi birbirimize.
anlamlar çıkarmayı o şarkılardan.
bir keresinde hatırlar mısın kuzen, sana tutmuştum bir sonraki şarkıyı. MFÖ'den "deli deli kulakları küpeli" çalmıştı.
sonra her fırsatta, canım seni her kızdırmak istediğinde "yolladılar onu avrupaya" diye başlardım şarkıya. ters ters bakardın yüzüme.
o bakışları özledim kuzen.
"sana gelsin" dediğin bir sonraki şarkı??? ne kadar gülmüştün intikamını aldığında benden, hatırlar mısın?
Barış Manço çalmıştı radyoda. "bak evladım buna ayı derler, ormandan inip şehre gelirler."
sonra bir daha birbirimiz için hiç şarkı tutmadık seninle.
hep başkalarına tuttuk :)
hala şarkı tutuyor musun kuzen?
"bir sonraki şarkı..." diyor musun?

ya "tövbe tövbe"yi hatırlıyor musun? ve bu nedenle ilahi güçlerin bizi cezalandırışını :)
ben korkudan ağlarken, sen korkudan gülmüştün, hatırlyor musun kuzen?
ya Neriman teyzelere gidişlerimizi? seni orda kıskanıp, gizlice ordan kaçışımı.
he sahi, nedenini hiç söylemedimdi di mi? çok kıskanmıştım ben o gün seni :)

gülmememiz gereken anlarda gözgöze gelmemeye çalışmalarımızı peki?
ya da birmizden çıkan minicik bir kıkırtıyla iplerin koptuğu anları, utanmazcasına...
Sırrı amcanın rüzgarda uçuşan saçlarını, hani Üsküdar'da, postanenin önünde rastladığımızda ona. :) ben hala gülerim hatırladıkça.
Bakırköye kaçışlarımızı, deniz otobüsüyle.
ve sonra koşa koşa, nefes nefese eve dönüşlerimizi?
ya annemin bize ilk kez cırt cırt yaptığı günü :)?
küçük odada, pencere açık, hava sıcak. tüm sokak duymuştu sesimizi :)
kan-ter içinde kalmıştı annem...
birbirimizin fotoğraflarını çekerdik olur olmadık anlarda. hani ben bir keresinde ... hatırlar mısın hala :)
duruyor o fotoğraf bende. bakıp bakıp gülerim şimdi bile.


ne oldu kuzen? ne değiştirdi bizi bu kadar sence?
hayat mı demek gerek Uğur'umuzun gidişine?
o akşam, sen kötü olma diye ağlamamıştım yanında. ağlamama izin verilmemişti bile.
her gelen "sakın ağlama, çok kötü zaten" demişti kulağıma. kaçıp kaçıp banyoya gizlice ağlamıştım sen görme diye. ama biliyordun di mi kuzen?
ilk defa o gün, gülmemek için değil, ağlamamak için bakamamıştım gözlerine.
o günden sonra da bakamadım bir daha asla zaten dilediğimce.
dün gece gördüm seni rüyamda. "gülüm" dedin yine seslenirken bana.
ama ben rüyamda bile bakamadım gözlerine kuzen.
gözlerine bakmayı çok özledim oysa...

gelsen Moskova'ya. gezsek...
dalga geçsek metrodaki insanlarla. yalnızca ikimizin anlayacağı o "bizce" kelimelirimizle konuşsak yine.
masalar kurup kendimize, içsek...
şarkılar tutsak yine birbirimize.
sabahlara kadar konuşsak. ve sonra sen desen "Edibe'm çok uykum geldi benim"
uyusak yine
eskiden uyuduğumuz gibi uyusak... kapatıp zihnimizi herşeye, yalnızca uyusak kuzen?

yine kaçalım Bozcaadaya seninle bu sene. elimizde kocaman çantalarla kalacak yer arayalım kapı kapı dolaşıp. oturalım kaldırıma sonra, güneş tepemizde, sıcak... yakalım birer sigara.
güneşin batışını seyredelim yine, o günkü gibi.
yanımızda bir şişe şarap ve arkamızda yeldeğirmenleri...
ama battaniyemiz uçmasın bu sefer :)
yıldızlara bakıp şarkı söyleyelim geçen seneki gibi kumsalda.
ıslak şezlonglara yatıp seyredelim gökyüzünü.
susalım yine dakikalarca...
düşünelim.
sonra yine birimiz bir şarkıya başlasın, katılıversin şarkının devamına diğerimiz...
sarhoş, detone ama avaz avaz söyleyelim kuzen.
söyleyelim yine...

bu sene gidelim Bozcaadaya kuzen.
mutlaka gidelim.
yine yalnızca sen ve ben
yine kalabalıklarımızla
gidelim!

gidelim,
e mi kuzen?

Perşembe, Mayıs 21, 2009

bugün yağmurluydu Moskova

hemen yanımdaki sırada duruyordu. bir yandan başını kaldırıp menüye ve fiyatlara bakıyor, bir yandan cebinden çıkardığı bozuk paraları sayıyordu gözüm ona takıldığında.
masmavi gözleri vardı. hani "boncuk" gibi derler ya, aynen öyle işte. saçları bembeyazdı. bembeyaz. bir tek renkli tel yoktu saçında. pamuk gibi bile değil. pamuktan daha beyaz.
sıra ona geldi. benim önümde hala iki kişi vardı. gözümü dikmiştim o yaşlı teyzeyi izliyordum. ve yarım rusçamla sözcüklerini anlamaya çalışarak, söylediklerine kulak kabartıyordum.
önce bir hamburgeri gösterdi eliyle. kasadaki kız, elinden paraları aldı, saydı "hayır" dedi. bir sonraki müşteriye sordu ne istediğini. takım elbiseli, bol artist tavırlı adam başladı saymaya midesinde öğütmeyi hayal ettiği yiyecekleri sırayla.
derken teyze yine eğilip kıza başka bir hamburger gösterdi menüden. yine "hayır" cevabı geldi. sözsırasını çalan yaşlı kadına muazzam bir bakış fırlatan yüce takım elbiseli adamcağızımız siparişini saymaya devam etti.
kız hemen arkasına döndü ve var gücüyle bağırarak beyefendinin siparişlerini arka tarafta harıl harıl çalışan arkadaşlarına iletti.
teyze yeniden eğildi ve parayı uzatarak bi'şeyler fısıldadı. kızımız güldü bu sefer, biraz alaycı biraz küçümser... eminim yaşı daha 18 yoktu. oysa teyze kaç kere 18inden geçmişti kimbilir.
hemen kasanın altından plastik bir paketin içinde içi boş bir sandviç ekmeği çıkardı kız ve uzattı teyzeye. 4 ruble aldı sonra teyzenin bozuk paralarının arasından.
dayanamadım. sıranın bana geldiğini belirtmek için yüksek sesle siparişimi soran kıza hiç bakmadan yan sıraya geçtim, teyzenin yanına. kasadaki kıza, ne istediğini sordum teyzenin. teyze döndü ve bana elindeki sandviç ekmeğini göstererek bir şeyler söyledi, anlamadım. yeniden sordum kıza "ne yemek istiyor?" cevap gelmeyince kendimce bir menü belirledim, siparişini verdim. yanında ne içmek istediğini sordum teyzeye. önce "hiç bişey" dedi ama sonra gözleri dolu dolu bakıp yüzüme, o boncuk mavisi gözleriyle, "çay" dedi.
çay... soğuk ve yağmurlu bir Moskova Mayıs'ında içini ısıtmak istedi belli ki çayla teyze.
şık(!) adam çok bozuldu, kendi kendine mırıldanıp duruyordu. döndüm ve türkçe bi'şeyler söyledim karizmatik beyefendiye(!). beni anlamayacak olmasını bilerek ama anlamasını umarak...
anlamadı sözlerimi ama bakışlarımı görünce sustu.
genç kızımız özenle tepsiye yerleştirdi teyzenin siparişlerini. teyze tekrar bana baktı,yaşlarını sildi gözlerinden ve kısık bir ses tonuyla "tek başıma yaşıyorum" dedi. sırtını okşadım. tepsiyi aldım boş bir masaya koydum.
tekrar yüzüme baktı ve masmavi teşekkür etti. "spasiba balşoy"
"pajalusta babuşka, pajalusta"
sonra, cebinden içi boş sandviç ekmeğini çıkarıp çantasına koydu titreyen elleriyle.
akşam yemeğinde kuru bir ekmek olacak yani teyzenin bugün.
eve dönerken yol boyunca onu düşündüm.
gözlerini.
saçlarını.
gözyaşlarını.
hala da gözümün önünden gitmiyor, çantasına kuru sandviç ekmeğini koyarken yüzündeki o mutlu ifade.
akşam yemeğinin sevinci
içi boş bir ekmeğin...
offf hala gözümün önünde teyzenin o mavi gözleri.

neden olmasın?

nedenleri niçinleri atıp kenara
nasılları boşverip
ne derleri kulak ardı edip
sana nelere göre yaşamalı...
vurdumduymaz
burnunun dikine
kendi ahlakınca...
tıkayıp kulakları
susturup dilleri
bağlayıp elleri
bana nelere göre yaşamalı...
yaşanası ne varsa yaşamak istediğin
yaşayabildiğince
sence
ve seninlelerinle...
hayat senin
soluk senin
gerisinden kime ne...
başlatan sen değildin
devamı senin olsun
bitişinin şekli bile...

Çarşamba, Mayıs 20, 2009

ayyyyşhhh yine tuttu savaş nidalarımın yükselesi göğe :s


yok yok tutmayın beni, yazıcam zaar...
yazasım yine tuttu frutti...:P
savaş kıyafetlerimi giydim saldırıya hazırım.
laftan sözden anlamayanlara bi temiz sopa gerek.
başkalarının hayatına burnumuzu sokmaya, hatta geri geri yürüyüp burnumuzu sokmaya (ki heryerimiz girsin di mi, tek burunla yetinir miyiz?) öyle alışmışız ki, duramıyoruz aksi şekilde.
yahu size ne... kim kiminleyse size ne? kim neyi başardı, neyi başaramadıysa size ne...
varsa yapılanın bi' faydası size, e kullanın dilediğinizce... zararı varsa eğer bildirin haddini yeter. gerisinden size ne... onun selüliti bunu estetiği size ne yahu size ne...
yok evlenmiş boşanmış aldatmış ağlamış... size neee!!!
ay çıldırmamak işten değil.
yazık valla pek bi' çok yazık hem de...
boşa gidiyor sayılı günler... boşaaaaaa... ama kime neeee?
siz halaaaa, "kim kiminle, kim nerede?"
titreyip kendinize gelin diyeceğim ama o bile nafile... titreseniz de eminim ki titreyişiniz bile aksi yöne...
onun parası, bunun pulu... yahu size ne... sizden çalıyorsa, tamam ama gerisi niye... züğürtsünüz ve zenginin malıyla mı çenenizi yormak niyetiniz he?
size ne kardeşim, yaşasın herkes kendine...
kocaman dünya. doğduk yaşıyoruz... ölüp yok olacağız... yiyor içiyor dışkılıyoruz... var mı istisnası olan?
varsa beri gele, he yoksa eğer; ne gerek var tüm bunlarla vakit kaybetmeye?
az da olsa sözümü söyledim ama aslı şu ki, böylelerinden de bana ne?
çeliştim işte kendi sözlerimle.
ele verdim talkımı, kendim yuttum salkımı
e o zaman izninizle, şimdilik bana müsade...

Salı, Mayıs 19, 2009

weißt du was mein Schatz...?


Engel fliegen einsam

siz de biliyorsunuz değil mi?


neler yaptınız korumak için,
ölümle kolkola girdiniz geri almak için...
biz sattık hepsini yeniden onlara.
VAZGEÇmişsiniz "kendinizden" boşuboşuna

Pazartesi, Mayıs 18, 2009

güvercinlere...

ne zaman seni özlesem,
kanat sesleri duyarım birden.
bir güvercin süzülüverir odama,
sütbeyaz kanadında sen...





Meleğime... 3

uyku tutmadı yazmadan sana senin zaten gözlerimden duyduklarını...
nefesimi içime her çekişimdesin hem vermeye korktuğum, hem bir sonraki nefes için sabırsazlandığım.
düşüncemi örmüşsun ağınla sanki, başka birşey düşünemiyorum.
gözlerimi kapatsam sen, açsam sen, yemek yerken sen, gülerken sen, ağlarken sen...
kalp atışımı dinlese bir doktor o an şaşırır beklediğinin ve alışageldiğinin dışında atan kalbime.
nasıl bir duygu bu böyle? içimde birikti sanki, bir yerlerden taşacak. haykırsam tüm dünyaya yine de boşalmayacak.
aşkı öğrenmek güzelmiş, yaşamanın tarifi yok. özlemek, o biraz can acıtıyor. görememek bitiriyor. kaybetme korkusu? onu hiç sorma gitsin.
nerden geldin, nasil girdin, BEN oldun? mutluyken hüznü, hüzünlüyken mutluluğu yaşamaya çalışıyormuş insan aşık olunca demek ki. hissettiklerimin hepsini yazabilip rahatlamayı ne çok isterdim bi' bilsen.
ama sanki yok. o kelimeler daha girmemis hiçbir dilin dağarcığına.
anlatılamasın diye mi yaratmışlar aşkı?
demiştim ya bi' yanım eksikmiş, o yanımı tamamladım seninle diye.
gitsen kanar hani o yanım demiştim sana hatırladın mı?
canlandırmaya çalış işte kafanda...
hayal et yarım birini, tamamla kendinle...
yüzüne koy gülüşü onun.
özlemi kalbine, korkuyu içine, arzuyu tenine ekle.
aşkla sar şimdi her tarafını...
yaptın mı? heh işte yaklaştın şimdi bana.
öyle gibi bi'şeyim,
ama hayaline ruh ve soluk ekleyemediğinden bi' parçası "sensiz" kalıyor zavallı hayal insanının. sanırım yaklaşık olarak anladın demek istediğimi.
efendim?
biliyor muydun?
gözlerimden mi?
daha iyi mi anlattilar?
boşuna uğraşmayayım o zaman aşk.
"seni cok seviyorum"a sığdırayım sığmasalar da tüm sözcüklerimi.
zor çünkü, beceremedim bir türlü.
gel yanıma o zaman hadi.
dokun tenime.
bak gözlerime.
yaklaş...
biraz daha...
bi' parça daha...
SENİ ÇOK SEVİYORUM MELEĞİM, ÇOK SEVİYORUM!!!

mutluluğuma...

yoktun sen, ben seni beklerken...
bekliyorum yine, benimleyken.
harflerde yer almasam da,
yazılmamış olsa da hiç bir söz bana,
sen hep bekleten aşk olarak kal,
ben aşkını bekleyen...

Pazar, Mayıs 17, 2009

içimden taştığı gibi...

ne çok şey öğrendim senden
mutluluktan ağlamayı, sevişirken.
sözcüklerin kalplerinin olduğunu,
özlemlerin tadının...
bekleyişlerin yolculuk yapabildiğini,
duaların bestelenebildiğini...
ve omuzlarımdakilerin yük değil,
"kanatlarım" olduğunu...

şşt çocuk????

neden öyle bakıyorsun?
neden korkuyorsun çocuk?
neler söylemek istiyorsun bize?
neden susuyorsun?
kestin mi ümidini bizlerden...
çok mu acımasızız sence,
çok mu bencil?
vurdumduymaz mıyız senin için, o çocuk kalbinde...
varlığını bile bile
yokmuşsun gibiliklerimize mi kırgınsın yoksa?
yakışmıyor mu bizlere "insan" başlığı,
boşa mı taşıyoruz, sol göğsümüzün altında vuran o organı?
efendim?
gözlerimizi de mi,
SÖZlerimizi de, öyle mi?
bakma bana öyle çocuk!
yüreğimi deliyor bakışların.
eritiyor tüm inançlarımı yarınlara ulaşan.
yapmacıklıklarımı vuruyorsun yüzüme.
rüya görür müsün çocuk sen de uyuduğunda?
hayallerin var mı peki?
hiç şarkı söyler misin?
bir şarkı var, bilir misin?
"ne senden fazlayım ne senden az
aynı macerada ayrı biraz."
bakma öyle çocuk, sinip bir köşeye.
tanrıdan şüphe ediyorum seni böyle gördükçe...

13'ten 36'ya...

bir minicik kız çocuğu...
takılı kalmış 13'ünde.
13'ünden sonra büyümemiş bir daha.
sadece dünya dönmüş, güneşin etrafında.


büyümemiş.


bir minicik kız çocuğu, hala 13 yaşındayken
kurtulmak istemiş 13'ünden.
denemiş
denemiş
ama
gidememiş.


bir kız çocuğu, 13'ünde...
bir şiir okumuş
şiir olmuş.


bir kız çocuğu, minicik, 13'ünde
şiire sığınıp
evet'lere bırakmış kendini isteksizce.


13'müş yaşı
minik kızın "hayır" demeyi öğrendiğinde.
ve yine 13'müş kızımız
beklemesi gerektiğinde.

13 yaşına kadar bekleyecekmiş...

13 yaşına basmayı
beklerken kızımız 13 yaşında;
13 yaşındayken okuduğu şiirin,
sözcükleri
belirivermiş birden
hayatında...


uzatıp ellerini o sözcükler,
gözyaşlarını izlemişler
kızımızın.
izlerken de öpmüşler.
öpmüşler.
öpmüşler.

kapattırıp gözlerini 13 yaşındaki minicik kızın,
fısıldamışlar kulaklarına
en gizli anlamlarını
sözcükler

gözlerini açtığında kız sonra,
ellerine bakmış
kadın
gözlerine bakmış
kadın
yüreğine bakmış
kadın.


sözcükleri almış hemen
kendi şiirini yazmış onlarla sevinçten.


aşkı yazmış kadın,
yazmış

mutluluğunu

ve yazmış
sözcüklerin yardımıyla,
nasıl 13'ünden kurtulduğunu...









Cumartesi, Mayıs 16, 2009

hı hıı... evet... aynen öyle!

güneş bir yandan, sen bir yandan coşturdunuz kanımı... çağlıyor sanki vücudumda.
bahar bir yandan, sen bir yandan bir şeyler yaptınız kalbime... öyle bir çarpıyor ki sanki yerinden çıktı çıkacak
çiçekler bir yandan, sen bir yandan bağladınız gözlerimi sımsıkı... hangi yöne dönsem sizin kokunuz, hangi yöne dönsem "hayat".
aşk bir yandan, sen bir yandan tutsak ettiniz beni kendinize...
"gönüllü mahkum"unuzum ve emrinize amade ;)

ay n'oldu bana yahu :)

ay aman offf...
ne bu böyle, durasım gelmiyor. bir garip enerji bende, yak yak tükenmiyor.
yaramazım bugün.
tüm zillere basıp kaçasım var.
telefonu elime alıp, gelişi-güzel numaralar çevirip, arayasım ve dolu dolu dalga geçesim var.
üstüme başıma renk renk lekeler yapıp, öyle dolaşasım var
herkese laf atasım, herkesle konuşasım var.
garip garip şakalar yapıp, komik olmasalar da kahkahalarla gülesim var.
değişik oyunlara katılıp, hile yapasım var hatta.
istediğim herşeyi söyleyesim var söylenilmesi gerekenlere. ama öyle hınç dolu ya da intikam için değil, söylemiş olmak için. arkasından da sarılıp öpesim var...
sevişesim var saatlerce, durmadan. nefes nefese.
sonuna kadar açılmış bir sesle müzik dinleyesim ve bağıra bağıra eşlik edesim var.
durmayasım, bitmeyesim, yorulmayasım var.
dostlarımı arayıp, onlarla olasım sonra da saatlerce tek başıma dolaşasım var.
abur-cubur yiyesim, lıkır lıkır içesim var.
sarhoş olup, naralar atasım var.
hiç susmadan konuşasım, gülesim, ağlayasım;
hiç durmadan yazasım yazdıklarımı okuyasım var...
yok yok bi'şey var bugün bende...
ama ne olduğunu umursamayasım da var...
"aşk bahçemiii süsleeyeeeennnn inci çiçeğim misin? gecemi aydınlatan ateşböceğim misin? lay la la la huu huu hmmm"

Perşembe, Mayıs 14, 2009

Bir Kadın ve Bir Adam'a...

Adam Kadına baktı
Kadın adama.
sarmaştılar sonra
gök gürledi
şimşekler çaktı.
yıldırım düştü kalplere,
kalplerde aşk doğdu,
aşktan arzular.
arzular tutku oldu,
tutkular alev.
alevler sardı, önce ruhu
ruhtan bedene sıçradı.
yayıldı her yerine bedenin,
yaktı, tutuşturdu.
Hephaistos kıskandı alevlerin gücünü,
Parlaklığı imrendirdi Helios'u.
Adonis erkeği kıskandı,
Afrodit kadını...
Eros bir ağacın arkasına saklanıp,
sevinçten ağladı.
Görünce olanları Uranos,
onları yanına aldı.
Bendis dayanamadı,
yıldızlarını yolladı onlara.
Parıldıyorlar şimdi aşıklar,
her gündoğumunda, ufuklarda...

Çarşamba, Mayıs 13, 2009

Meleğime... 2

biliyorum artık
hatta eminim bile.
ben uyurken bir gün
kalbime girdin gizlice.
gömdün kendini toprağına kalbimin.
filizlendin orda özgürce.
zaman geçtikçe yeşerdin
çiçek verdin.
önce ruhuma dolandın
sonra
taşıp kalbimden dışarı
bedenimi sarıverdin.
her yerimi kendinle kapladın,
tutsağın oldum, kıpırdayamadım.
dallarınla, yapraklarınla örülmüşken ben
en güzel, en özgür zamanlarımı sundun sen.
herşeyim sana tutsakken
aşkın tamamen özgür olup havalanıverdi içimden.
kanatlandım uçuyorum göklere,
çiçeklerinin beni her öptüğünde.
hep bildiğim şeyler vardı benim,
onları öğrendim sayende.
öyle bütünleştim ki seninle,
bir baktım sen olmuşum bile.
şimdi sen bensin
ben ise sen.
belki çiçek açmayı da öğrenebilirim sevişlerinden.
sonra sararım seni
beni sardığın gibi belki.
bir bakarsın sen de bensin
ben hala sen.
benden öncem sen
senden öncem sen
ben hep sen
iyi ki geldin meleğim
her nereden geldiysen...

Salı, Mayıs 12, 2009

sözcüklerimden dünyama



yıllaaar yıllar önceymiş
kızımız bir rüyayı çok sevmiş
o bilmeden, şiirler akıtmış gönlüne
hazlar sunmuş tenine.
acıktıkça kızımız
aşkının sözcüklerini yemiş
susadıkça
o sözcükleri içmiş.
rüyasını bir sarmııışşş, pir sarmış.
nereye gitse rüyasından bir harf varmış.
gel zaman git zaman
bu rüya
bir meleğe dönüşmüş
girivermiş kızımızın hayatına.
şimdi kızımız bilemezmiş,
nerden başlasın anlatmaya
diyemezmiş "bak bu sözlerim sana"
düşünmüüüş taşınmıııış
ve kelimlerden sıyrılıp
bakışlara sığınmış
kızımız meleğinden hiç bi'şey istemezmiş.
gizli bir şiir olsunlar, o yetermiş
bakalım bundan sonra n'olcakmış
erecekler miymiş muratlarına
çıkacaklar mıymış kerevetlerine...
olacaksa olacakmış
gidecekse gittiği yere kadar yolu varmış
ne de olsa bu zamanda,
ne develer tellal imiş
ne pireler berber imiş.
şimdi kızımızın tek beklentisi
gökten düşecek "elma" imiş...





Pazartesi, Mayıs 11, 2009

seni her düşündüğümde,

sanki kalbimde bir güvercin var ve sürekli kanat çırpıyor.
bahar daha bir bahar,
çiçekler daha renk renk sanki.
sanki tüm kokular mis,
tüm insanlar dost sanki.
sanki varlığım bir an,
her soluğum bir ömür sanki.

Cumartesi, Mayıs 09, 2009

Meleğime...




hayalindi ilk gelen hayatıma.
sözcüklerindi ayaklarımı yerden kesen.
bir minik serçenin kanat çırpışlarını görebildim
gözlerinden.
hem de daha gözlerini hiç görmeden.
sonra sesin kattı kendini bana.
bana ait harflerin geldi peşi sıra.
alıp çektin ruhumu içimden
ruhunla seviştirdin sokaklarda.
yıllar önce kopmuştu kanatlarım
yaraydı yerleri acıyordu canım hala.
tutup ellerimden, gökyüzüne çıkardın önce
bulutlarla öpüştüm sayende.
o kadar yükseldik ki, seçemez oldum yerde kalanları.
sadece renkler görünür kaldı.
rüzgarlara okşattın her yerimi.
maviyle kardın bedenimi.
sarmaş dolaşken ben onlarla semalarda
sen kanatlarımı dikmişsin bile yerlerine usulca.
"çırp onları" dedin bana. "çırp ki alışsınlar yeniden havalanmaya"
kendi rüzgarımı yarattım onlarla.
özgürlüğünü hatırladı ruhum, her kanat çırpmamla.
öyle yükselmişim ki
melekleri gördüm birden.
bir baktım içlerinden biri sen.
saçlarından tanıdım seni
birden, bir korku kapladı içimi.
ya istemezsen
hissetmezsen hissettiklerimi.
değilsem rüyalarındaki gibi.
bilmediğin hikayelerimi de sevmezsin belki.
hem zaten etrafta öyle çok güzellik var ki...
kim bilir o kargaşada sen
fark edemezsin bile beni.
o zaman ben de
kıvırcık bir tel alırım saçından
uçar giderim uzaklara.
eklerim saç telini
kanatlarımın tüyleri arasına.
yükseldikçe ben yer yüzünden her seferinde
sen de gelirsin mecburen benimle.
ne yana uçsam sen
ne kadar uçsam sen
bekliyorum şimdilik katmak için hayatıma
ya seni ya saç telini.
kararı hem kalbin
hem de kanatların vermeli.

Perşembe, Mayıs 07, 2009

Kayahan'dan hayalime...

güneşli bir resim çiz bana
sonra mavi bir deniz boya...
sıcak kumlarda ayak izlerimiz
öyle çiz
öyle olsun.
hasreti yükle gemilere
yükle, açılsın denizlere
en yakın liman
bilinmez bir yerde
öyle çiz
orda kalsın.

Pazartesi, Mayıs 04, 2009

MOCKBA

ey kocaman şehir!
bana neler verdin
nelerimden vazgeçirdin...
sana aşık olamam sanmıştım
meğer çoktan sana yanmışım.
şimdi karar vermem gerek,
ya sen
ya hayallerim.
İstanbul'a da aşığım.
üstelik onu, senden önce tanıdım.
izin ver, ona gideyim.
hayallerimde benim yerim.
söz sana, sık sık geleceğim
renklerinden öpeceğim.
bırak artık beni n'olur...
ellerimi böyle tutarsan sen,
nasıl gidebilirim ki senden ben?
:(