Cumartesi, Ağustos 30, 2008

Nazım işte... yine dizmiş sözcüklerini peşpeşe... en özelleridir sözcüklerinin, benim için...yıllardır hep taşırım mutlaka üzerimde.

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
Nazım Hikmet Ran

Cuma, Ağustos 29, 2008

oooof offfffff :)

n'olur hep böyle kıpır kıpır kalsın içim.
her sözcüğün, her sözünle, parıldasın hep gözlerim.
n'olur hep söyle, bıkmadan usanmadan söyle,
"seni seviyorum" de, defalarca söyle
de ki, hep şu anki gibi çarpabilsin, içi "sen" dolu, kalbim.

e artık yavaş yavaş bahsetmeye başlamalıyım Moskova'dan...

geldim geleli yağmur var Moskova'da. Birkaç kere gösterdi güneş yüzünü bana. Ve o günlerden birinde evimden fotoğrafladım Moskova'yı. Moskova Üniversitesi evime çok yakın ki aşağıda da onun fotoğrafı var yine penceremden çektiğim...
alışmaya çabalarken, yaşamaya alıştığım yer.
Bir zamanlar Nazım'ın içindeki "özlem"lerle yandığı şehir...
Her yerde "kayın ağaçları" var.
ancak şimdilik karsızlar...


Perşembe, Ağustos 28, 2008

ne 1 eksik ne 1 fazla...



"adaaam sende"ci hiç olamadım. ama kimseye de "ben şöyleyim, bak ama bu'yum" ıspatı yapmadım.
herkese "hak ettiği" değeri verdim.
kimine gösterebildim kimine -bilemedim.
"sözünde durmadın" denildi,
oysa sadece "sözlerin tutulmasına değer"lere verdiğim sözlerimi tuttum.
diğerlerine ya "söz vermedim"
ya da verdiğimde "asıl"larını göremedim.
fark etmediler bile "neden sözlerimi tutmadığımı".
yazık diyorum onlara içimden,
ne kadar "farkındasız" yaşıyorlar şu hayatı.
bir kaç kişi var ki onlara ayıp ettim.
ama gerçekten istemeden... elimde olmadan.
kimini dostça, kimini arkadaşça sevdim.
kimini ise......
kısacası olmadı işte.
ama kimseye "ah" etmedim.
kırıldımsa da vurmadım yüzlere.
sadece gözlere bakmamaya çabaladım
ki anlamasınlar kırgınlığımı gözlerimden diye.
mükemmel değilim
ama fena bir "insan" da sayılmam hani.
en gurur duyduğum yanımsa "açık"lığım
gerçekten görmek isterseniz yani.
ıspatsız, ısrarsız, göstermeliksiz "neysem O" oldum.
ama ne hikmetse ısrarla, "kör"ler tarafından kovuldum.
e n'apayım ben de bu nedenle kalbimi
sadece görebilenlerime sundum...


en çok "hep yanımda olan"ıma... bi'tanecik aşkıma...

seni çok seviyorummmmmmmmmm

en mükemmel iki kameramana. belgeselcilere...:-* Serdar ve Osman'a


Gülen yüzünüz ve her daim beni güldüren sözleriniz... Ne zaman "offf" desem "offf"umu alıp süpürürsünüz içimden.
Hayatıma kattığım en hayat kokan iki dost...
Serdal Ustam (:p) ve Osi'm...
Az önce yine dalmışken ben "aah ahh"larıma, kahkahalara boğdunuz beni km.lerce uzaktan.
burda İz-Tv.yi ancak internetten takip edebiliyorum ama biliyorum ki Serdal Ustam yine en güzel belgesellere imza atıyor ve komik anları da araya çaktırmadan sıkıştırtıyor.
İstavrit ve levreklerin kabusu iki insan, sizi çok seviyorum. Hiç çıkmayın e mi hayatımdan?

Salı, Ağustos 26, 2008

sana, bi'tanecik sevdiceğim...

alttaki yazıdaki yoruma cevap yazarken fark ettim yine yeni yeniden...
seni çok seviyorum aşkım, sevgilim, erkeğem , her bişiiim...
"mucurovskaya" ( ve yine rusça) sana...
iyi ki varsın, şu hayata tutunma gücümsün.

e ikiniz de arkadaşımsınız. tarafsız olmam gerek :s

yahu tabi ki biliyoruz, bir erkeğin kalbine giden yollardan sadece biri midesinden geçmekte. gerçi en uzun yolun da o olduğu açık ve net ortada. daha kısa yollar var çünkü...
peki ya kadınların?
en kestirme yol tabi ki paralı bir yol ama diğer yolları da biraz bilmek gerek.
bir kadına "kadın" olduğunu hissettirmezsen ondan hiç bir anlamda kadınlık da beklememelisin.
"kendine bakmıyor" bakmasını sağla... hemen poponu dönüp (-ki başka sebeplerden dolayı dönüşlerine de değineceğim bu organın daha sonra, Gülfidan'ın aracılığıyla) daha bakımlı birini mi araması gerek hayati organlarının?
"yatakta buzdolabı gibi" e çözdür kardeşim buzlarını... erojen, homojen, heterojen pek çok bölge var, irtibata geç onlarla.
"çok aptal" he bu konuda bi'şey yapamazsın tabi. tıpkı aptal erkekleri bizlerin değiştiremeyeceği gibi, beyin jimnastiği yaptırıp, IQsunda yükselme sağlayamazsın. ama onu da önceden düşüneceksin.
yani bahaneler arama boşuna.
açık ol kendine ve dahi herkese.
"gönlüm değişiklik istiyor, ondan yaptım" de.
e olabilir dostum, neden olmasın. hormonlar söz dinlemez ve dinlememeliler de zaten. aksi olursa bir sorun var demektir.
ancak unutma
O'nun da gönlü değişiklik isteyebilir bir gün... söz geçiremez sonra hormonlarına. ;)

Pazar, Ağustos 24, 2008

sevmeye a l ı ş ı k yüreğim


sesleniyorum yüreğime,
"durma! devam... devam sevmeye!"

seni seviyorum "aşk"

her geçen gün daha çok.
her biten gün, yeni baştan,
her doğan günde katlanarak
seviyorum seni.
hiç vazgeçmeden,
pes etmeden,
sevdikçe,
seviyorum seni

Cumartesi, Ağustos 23, 2008

Memleketim'e... uzaklardan...


Nazım'ın dolaştığı kayın ormanlarındaydım bugün.
kar yoktu belki ama "özlem" her yerdeydi.
memleketimi soludum, kapatıp gözlerimi.
Hasan Dayı'lar, Hat'ce Teyzeler,
tertemiz, kalpten gülüşleriyle,
yoktan "var" edişleriyle,
"yok"ken sunuşlarıyla,
yanımdaydılar.
"şükür"leriyle
"nasip"leriyle
"kısmet"leriyle
yanımdaydılar bugün.
duydum onları,
onları gördüm bugün...

Salı, Ağustos 19, 2008

Tiyatro 0 - Moskova 1

Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro bölümünü kazanmıştım. 19umdaydım. açıkçası bir parça tanıdık hatrının payı da vardı kazanmamda... kıyamet koptu evde. "olmaz" dediler.
olmadı.
yıllar sonra nadiren görülen bir ilanla yeniden kavuştum tiyatroma. şehir tiyatroları konservatuar mezunularının dışında sınavla eleman alacaktı. gizlice girdim sınava. başardım. Üniversite son sınıftaydım bu sefer. "bitirmelisin" dediler. "olmaz" dediler. halbuki zaten bir diplomam vardı. onların tabiriyle "altın bileziğimi" takmıştım koluma. ikinci bir diploma uğruna vazgeçmek saçma olurdu bu en büyük aşkımdan. ama yok... olmaz... ne yaptıysam nafile.
23tü yaşım şehir tiyatrolarından "devamsızlık nedeniyle kaydınız silinmiştir" yazısı geldiğinde. hala saklarım o mektubu.
sonra 30umu geçtim.
o hayalin elini öğrencilerimle sahnelediğim, yazdığım oyunlarla tuttum.
ta ki bir gün Kerem Alışık'la karşılaşıncaya dek. o beni tekrar kavuşturdu aşkıma. onun sayesinde seviştim tiyatromla yeniden. hazırdım vazgeçmeye doktoramdan bile.
ve sonra...
çok iyi bir maaş
çok iyi bir muhitte iyi bir evin kirası
araba
ve beni tiyatromdan ayıran hatta belki de sonsuza dek ayıran o teklifin asıl büyük maddesi,
oğluma international bir okulda okuma fırsatı
tüm masrafları karşılanacaktı hem de.
ingilizce, rusça, fransızca öğrenecekti.
onun geleceğiydi söz konusu olan.
ne maaş ne ev ne araba değildi beni tiyatromdan ayıran.
oğlumun "yarın"ıydı.
ve şimdi Moskova'dayım, tüm sevdiklerimi ve en büyük aşkımı geride bırakarak.
sanki yeniden doğmuşum ve herşeyi yeni öğreniyormuşum gibi hissederek.
düşünerek.
özleyerek.
korkarak.
umut ederek.
alışmaya çalışarak.
unutmaya çalışarak Moskova'dayım.
bir aşk için vazgeçmiştim
onun hediyesi nedeniyle mecbur kalmıştım.
büyük aşkım için "hayır" demiştim
oğlumun "yarın"ı kazandı...
geldim.

Cumartesi, Ağustos 16, 2008

sonsuzluğa...

Üç kere üç dokuz eder
Bilirsin
Birin karesi birdir
Karakökü de bilirsin
"Mutlu Aşk Yoktur."
Bilirsin
Ama baharda yada dışarıda
Sonsuz göğün altında
Aşkın aşkla çarpımı
Garip bir şekilde
Hep sonsuzluktur.
Karekökü de yoktur.
Turgut Uyar

Perşembe, Ağustos 07, 2008

Moskova'ya alışmak...


anlaşılamayanlar anlaşılır oluyor zamanla.
öğreniyorsun başka bir dilde gülmesini
hatta ağlamasını bile.
hiç bilmediğin insanlar arkadaşların oluyor birden.
yolları keşfediyor,
havasına alışıyorsun her yeni günde.
ve şarkılarını dinliyor, ritm tutyorsun üstelik.
soğuğu da senin, güneşi de senin oluveriyor bir anda.
...
zaman
zaman
her derde ilaçmış
her yeniyi eski yaparmış.
yabancıyı tanıdık...
zaman
içimiz ayrı ayak uydururmuş ona
dışımız ayrı.
ah o zaman
neden hala...?
neden...?
halaaaa...

Pazartesi, Ağustos 04, 2008

bu kadar

yolculuğu seçemezsin
zaten "yolcu"sundur.
yollar arasındadır tercihlerin
belki doğru, belki yanlıştır seçimin.
yürürsün.
yürümek ya da yürümemek hakkına sahip olmadan
yürürsün.
yolculuğu seçemezsin.
sadece
yürümek zorunluluğunu gerçeklerştireceğin "yol"un tercihi senindir.
hepsi bu...

Cuma, Ağustos 01, 2008

içimden taşıp her yanıma bulaştı ÖZLEM


özlem kokuyorum buram buram,
uzakta kalanlarıma özlemlerdeyim.
bu mevsim mavidir benim göğüm,
oysa burada gri...
üşümem bu mevsimde memleketimde.
ayaz çıksa da sevdiklerimin gözleri ısıtır içimi.
burda titriyorum geldim geleli.
ben herşeye yabancı,
herşey bana yabancı.
göğüm bile aynı değil,
gökyüzüm gri burda,
oysa sevdiklerimin şehrinde şimdi
mavidir.
üstelik "mavi"
benim en sevdiğim renktir.