Perşembe, Kasım 30, 2006

senden sonrası bomboş
anlamsız, senden sonrası
başka bir aşk imkansız
dokunamaz kimse senin gibi
öpemez
huzur veremez, verdiğin gibi
"sen" kokmaz kimse, senden sonra
gülemez kimse senin gibi
ısıtmaz nefesi beni nefesin gibi
sevilemez kimse senin kadar, senden sonra
"aşk" olmaz senden sonra
istenmez
özlenmez
ağlamaz kimseye gözlerim
gülemezler de
sana baktıkları gibi bakamazlar...
kalp çarpmaz senden sonra
ses olmaz
çiçek kokmaz senden sonra
masmavi olmaz gök, senden sonra
güneş ısıtmaz
kar dondurmaz
gün doğmaz senden sonra
gece olmaz
"aşk" olmaz senden sonra
"hayat" da...
nefes kalmaz,
solunmaz senden sonra
umut olmaz
hayal kurulmaz senden sonra
senden sonra aşk, senden sonra
"ben" kalmaz
"ben" olmaz, senden sonra...









Çarşamba, Kasım 29, 2006

güneş batıp, gün bittiğinde kapanır kapılarım, kendime bile.
dört duvar ve ben...
ses yok.
hayat yok...
bol bol "yalnızlık"
bol bol "hüzün"









zaman...

(...) gezdin tozdun aman aman,
sazdın sözdün aman aman,
giderek üzdün bizi ZAMAN.
yazdın çizdin aman aman,
incecik izdin aman aman,
sıraya dizdin bizi ZAMAN. (...)(Duman'dan)

nasıl bir sıra bu belli değil. kim kimin önünde, en arkada kim var? ilerliyoruz en öndekinin işi bittikçe. önümüzde daha kaç kişi var? bilmeden... ne zaman "en öndeki" olacağımızı kestiremeden. kimi, kiminin önüne geçmeye çalışıyor. kimi, yerini arkasındakine vermeye... önümdekilerin gitmelerini görmek istemiyorum daha fazla. en öne geçmeyi çok istememe rağmen, arkamda olduklarını düşündüğüm bi'kaç kişi engelliyor beni. "öne geçmek yok, sırayla" diyorlar. "girmişsin madem bu sıraya, uymak zorundasın kurallara."

kurallara uymak? ama ben ısrarlıyım. bir fırsatını kolluyorum. bulur bulmaz bir yolunu, en öne geçebilmek için...










Pazartesi, Kasım 27, 2006

bugünüm...

bana hiç söylememiş... içindekileri açmamış. günlerce çektiği acıları paylaşmamış. tek başına yaşamış, üstelik sebebi "ben"ken.
dinledikçe O'nu bugün "bittim" sandım. "çek git" dedim "git hayatından" "ne kadar yakmışsın canını, ne kadar acıtmış..."
gitmek istedim, kalkmak... hiçbir şey demeden gitmek...
önce karanlık oldu... yüzünü bile göremedim. sonra çok soğuk... birden bir şey girdi sanki beynime. sanki bir kerpetenle beynimden bir parça koparmaya başladı biri o an. çok acıdı canım. ama çektiğim ağrı değildi o an dayanılmaz olan... "gidememiş" olmamdı. gidemeyişimdi.
iki gün... hiç bir şeysiz iki gün... yapayalnız... neden? nedeni, BEN.
gidemeyişim parçaladı beynimi. midem bulandı, çıkaramadım içimdekileri bile. ne kusabildim ne gidebildim...
sığındım koynuna. sokuldum O'na. tek O'num vardı çünkü. O'nsuzluk "hiçbir şey"sizlik demekti. soluksuzluk demekti. ümitsizlik demekti. eksiklik demekti. yarılanmak demekti. O'nsuzluk ölüm demekti.
gidemedim. yapamadım.
ama bir kere daha olursa... bir damla gözyaşının nedeni "ben" olursam, o an gideceğim. "hiçbir şey"siz kalacağımı, "yarım" olacağımı bile bile gideceğim...
mutluysa mutluyum. mutluysa huzurlu... mutsuz olmamak için, huzursuz olmamak için "mutsuz" ettiğim an gideceğim O'ndan........








Perşembe, Kasım 23, 2006

mevsim dönümünden mi yoksa başka bir nedeni mi var, bilmiyorum. ama "ben" başka bi "ben" iki gündür sanki. vurdumduymaz, yaramaz, boşvermiş, "adaaaam sen de.."ci bi "ben". ne olursa olsun, ne denirse densin tepki vermek gelmiyor içimden. ne pozitif, ne negatif... her şey öyle komik ve basit geliyor ki... "yaşıyorum çok şükür"lerdeyim resmen. ne istersem onu yapıyorum. gitmek zorunda olduğum bir yere bile, "bugün gelmeyeceğim" cümlesini bir patron edasıyla kuruyorum. her zaman "neden aramıyorlar, neden sormuyorlar" dediğim cümleler bile "kendileri bilir"e dönüşmüş durumda. her ne ise sebebi, çok iyi geldi bana.
size de tavsiye ederim. hani derler ya "bi kere geldik şu dünyaya, tadını çıkaralım doyasıya" olayı işte.
geçin aynanın karşısına. iyice bi bakın kendinize. ama iyice. ne kadar yabancı geleceksiniz, kendinize bile, yüzünüzü detaylı inceleyince. sonra hayatınızda sizi mutlu eden "şey"leri, mutsuz edenlerden çıkarın. sonuç negatif çıkarsa eğer, çıkarma işleminden önce, mutluluklarınızı üç ya da beş ile çarpın. bulduğunuz sonucu yerleştirin teninize dikeceğiniz bir cebe. koyulun sonra yolunuza. yapacağınız her işte, atacağınız her adımda, cebinizdeki sonuca eklenecek ve onun değerini yükseltecek bir "şey"ler yapın. yapın. ne bileyim, güvercinlere yem atmak bile dahil olabilir bu "şey"lere. diyelim ki o an telefonunuz çaldı ya da ne bileyim bir arkadaşınızı gördünüz. engelleyecekse sonucu, boşverin telefonu da arkadaşınızı da. kendinizlesiniz, daha güzel ne olabilir ki...
boşverin KALIPları. uzatın ayaklarınızı insanların geçtiği yerlere, eğer o an uzatmak istiyorsa canınız. ya da şarkınızı söyleyin kalabalık bir yerde birşeyleri beklerken, içinizden mırıldandığınız şarkınızı. yüksek sesle hem de. sesiniz kötü de olsa. detone de olsanız. sizin şarkınız o. ve söylemek istiyorsunuz o an. mutlu oluyorsunuz. söyleyin. insana has şeyler yapın yani. sizi "insan" kılmış olan.
kalbiniz mi hızlanıyor "o"nu gördüğünüzde, söyleyin. ne kaybedersiniz ki? zaten bir gün kaybedeceklerinizin, hatta sizden sonra zaten kaybolacakların dışında, ne kaybedebilirsiniz ki? sizi ne mutlu edecekse, cebinizdekinin değerine değer katacaksa onu yapın.
boş boş dolaşın deniz kenarında. alış-veriş merkezlerinde, taksimde... canınız nerede isterse...
sizi "insan" yapan "insana has"larınızı yaşayın. çok keyifli. çok zevkli.
ve varsa şansınız "aşık olun". en aşığından hem de. "seni seviyorum" diyin her fırsatta. "seni seviyorum" demeyi sevin hatta. ve hele bir de seviliyorsanız... daha ne diyebilirim ki... varın tadına. "insan"ı "insan" yapanlarınızı yaşayın. herkesin yapabildiklerini değil. "insan"ı "insan" yapanlarınızı.
ben iki gündür başka bir "ben"im. çok mutlu ve çok huzurlu. yapmam gerekenleri değil yapmak istediklerimi yaparak tadını çıkarıyorum "insan"lığımın. size de tavsiye ederim. bir deneyin.

ve son olarak: "AŞK, SENİ ÇOK SEVİYORUM"








Pazartesi, Kasım 20, 2006

kendime...

senin kavgan büyük gülüm. boşver sıradanlıklarla uğraşmayı. ismin kalacak ardında ve sen bunun için varsın. uğraşma artık "hayatlara" katılmaya çalışmakla. bırak dileyen varsa, gelsin girsin senin hayatına. senin kavgan büyük gülüm. kimseler bilmez kavganı görmez. sen senin için, sen "onlar" için yapıyorsun bu kavgayı. yıllara yorgun düşüp, hayata incinmişlerin gözlerinde ışık olduğunu varsın kimse bilmesin. "onlar" biliyor ya gülüm. minicik hayatlara verdiklerinden bi' haber kalsınlar. "onlar" gülümsüyor ya. hiç görmediklerin, bilmediklerin doyuyor, ümit doluyorsa içleri, kimse bilmese de olur. bilmediklerin biliyor gülüm, bildiklerinden sana ne... yolun uzun. yolun karışık. ama zevkle koşuyorsun o yolda. boşver gülüm mutlusun sen böyle. yalan mutluluklar arama, gerçeklerine daha sıkı sarıl. seni her gördüklerinde "sevgi"yle bakan onlarca minik ve onlarca yıllanmış göz var gülüm. kaç kişi sahip o gözlere? sana yıllarca birikmiş sırları açan ya da tazecik umutlarını paylaşan kalplerin var senin. kaç kişi sahip o kalplere?
senin kavgan büyük gülüm... bırak dışardan "göründüğün"ü bilsinler. yetinsinler. hazineni anlayanlarla paylaşmaya devam et gülüm. sen mutlusun onlarla. onlar mutlu seninle. huzurlu koyuyorsun "onlar"ı düşündükçe, yastığına başını. o huzuru bozanları at kafandan. sil. geride kalsınlar.
her yeni nefes, "hoşçakal"a bir adım unutma... "hoşçakal" dediğin gün, sen "hoş" git. kalanlar "hoş" ya da "boş" kalsalar da olur. sen hoş git gülüm. yapmak istediklrini kimse için durdurma. kimse için erteleme. sözlerin var, kendine verdiğin. "onlar"ın gözlerini ışıksız kalplerini ümitsiz bırakma tekrar. yapma gülüm. sakın yapma.
sevilmek sevmekten daha güzel gülüm. hem sevenini sevmek daha kolay. yapmacıkları ayır artık. bırak düşünme bile. iş olsun diye gül, iş olsun diye konuş onlarla. sadece konuşmak istediklerinde. onlarsız eksik değilsin sen gülüm.
sevmeyi bu kadar sevme gülüm. iyi değil bak. sevilmek önce gelsin, bırak sırayı ona ver hadi. sevilmeden seveceğin tek kişi "oğlun" kalsın. sevmese de birgün seni, sen onu hep seveceksin. onun dışındakilerse severlerse sevilirler. sevmezlerse kendileri bilir.
senin kalplerin ve gözlerin var kimselerde olmayan. senin kocaman bir kavgan var iz bırakacak olan ardından. senin bir oğlun var kanınla hayat verdiğin. senin bir "sen"in var ki tek "sen"in bildiğin....








çocuk... sadece çocuk...

uçurtma, elmaşekeri, renk renk oyuncaklar, balonlar, şekerler, çikolatalar, bisikletler, kalemler, kağıtlar, boy boy çantalar...
hayallerini bile kuramazlar. bilinmeyen birşeyin, bilinmeyen şeylerin "hayal"i olmaz ki...


















































Cuma, Kasım 17, 2006


bugün tam üç yıl oldu, saramayalı seni. her geçen günde özlemin artıyor içimizde Uğur'um. her bir anıya dönüş, gözyaşı sebebimiz oluyor.

hiç gitmedim mezarına, mezar taşın yapıldıktan sonra. o yazılanları görmemek için hiç gitmedim. gitmek istemedim. görmek istemedim. dün dayımla fotoğraflara bakarken çıkıverdi aradan birden o fotoğraf. "UĞUR ELMALI 05.01.1979-16.11.2003" gördüm. okudum. içim şimdi sanki oyuluyor. sanki kalbimi, ucu keskin dahi olmayan bir cisimle, söküp çıkarmaya çalışıyorlar. bilmek farklı, görmek çok farklıymış Uğur'um, çok farklı...

hepimizin kalbinde, beyninde, ruhundasın her saniye. seni çok seviyoruz Ugi'm. "zaman"ın "çare" olmadığı bir acı bu. "birgün kavuşacağız ona"larla avutuyoruz kendimizi. birgün Uğur'um, birgün...

ve hala "sırdaşım" olduğun için, çok teşekkür ederim. hala dinlediğin için beni.

kendine dikkat et bi'tanecik, her yeni günle yaklaşıyor kavuşma günümüz.

SENİ ÇOK SEVİYORUM UGİ'M...




















Salı, Kasım 14, 2006

soğuk iliklere işleyecek türden. ama güneş engelliyor soğun içime sızmasını. içimi kıpırdatıyor aydınlığı, tenime değdiği yerdeki sıcaklığı. güneşli ve soğuk bir gün bugün. kötü ve iyi bir gün bugün. yalnız ve kalabalık bir gün.
evden çıkar çıkmaz sıcacık ve pırıl pırıl güneş ışınları buz gibi rüzgarla elele karşıladı beni evin bahçesinde.
dışardayım ne güzel.
adımlarımı atmaya başlarken, yine düşüncelere boğuldum. sonra birden "düşünmeden" dedim. evet hiç bir şeyi...
yokuştan inerken hergün etrafımda gördüğüm ama sadece gördüğüm herşeyi inceledim bugün. evleri, insanları, ağaçları, çöp kutularını bile.
yokuşun sonu kalabalık keşmekeş ahmediye meydanıydı. herkeste bir telaş, bi yerlere yetişme çabası. derin bir nefes aldım. boğuluyordum çünkü. adımlarım hızlandı. bir an önce gitmek istiyordum. derken evet. işte masmaviydi. tıpkı tahmin ettiğim gibi. gökle aynı. maviydi gök deniz gibi. maviydi deniz gök gibi. iskeleye koştum. eminönüne bir jeton aldım. vapur kalkmadan yetiştim. yan tarafa dışarıya oturdum. gözlerimi kapatıp rüzgarı dinledim. insanların gürültülerini arkada, fonda bırakarak.
çalıştı vapurun motoru. bembeyaz köpükler oluştu denizde. ve sonra şairin dediği gibi "mavi patiskayı yırtarak" yola koyulduk. martılar yine atılan simitleri kapabilmek için eşlik ediyorlardı seyahatime. simidi kapan sonuna geçiyordu sıranın. kızkulesi. şemsipaşa. salacak. harem... ohhh... nefes. rüzgar. güneş. tebessüm. "iskele verilmeden" vapurdan atlamalarla yanaştık eminönüne. sonra yine düşünceler düşünceler. yürürken ne kadar çok düşünüyormuşum meğer. sultanahmetteyim. telefonum çaldı. kim olduğuna bile bakmadım. sultanahmette bi banktayım. güneşle. oturdum "hiçbirşey" yapmadan. hatta düşünmeden bile. düşünmeden ama gerçekten düşünmeden. yani düşüneceğim şeyleri bilerek ve isteyerek seçtiğim zaman ben buna "düşünmek" demem. öyle yaptım. ne düşüneceğimi seçtim ve bilerek isteyerek seçtiklerimi düşündüm. oturdum. bakındım. seyrettim. düşünmeden düşündüm. gözlerimi etrafta dolaştırdım bol bol. genç insanlar, orta yaşlılar, ihtiyarlar, çocuklar... kuşlar, köpekler, kediler, ağaçlar... güneş. kalktım banktan, kalktığım yöne doğru yürümeye başladım, varış yeri belirlemeden. yürüdüm. vitrinlere baktım ama görmedim. laf attılar birkaç kez. işittim ama duymadım. güzel sözlerdi sanırım. tanımadıklarımdan gelen, tanıdıklarımdan bekleyip de duyamadığım sözler... kapalıçarşı. kalabalık. kargaşa. gürültü. renkler. sesler. kokular. yürüdüm. düşünmeden düşünerek. bedestanda bi kahveye oturup çay içtim. üzerimdeki gözleri görmezlikten geldim. neye bakıyorlardı ki? düşüncelerimi anlamak için değildi eminim ama ben öyle hissetmek istedim. hesabı ödedim, paraüstünü beklemeden yine yürümeye başladım. düşündüğümü farkettiğimde eminönündeydim yine. düşünerek bindim vapura. vapurda yine düşünmeden düşünerek üsküdara ulaştım. uzatılan iskeleden indip karaya ayak bastım. kalabalığın içinde düşünerek eve döndüm. güneşle buluştum bugün. güneşle konuştum. kapıyı açıp eve girdim. güneşi de çağırdım ama gelmedi. başkasıyla sözleşmiş. vedalaştık. eve girip yalnız kaldım. müzik açtım. içecek birşeyler koyup bunları yazdım. şimdi bir soru size... cevabını papatya falında arıyorum aslında ama sizden de duymak isterim bakalım falımla aynı mı?
yaşıyorum... yaşamıyorum... yaşıyorum... yaşamıyorum... sapını da sayarsam "yaşıyorum" çıkıyor.








yürüdüm yürüyeli hep taşlara takıldım.
düşmedim belki tam ama sendelmekten sıkıldım.
taş yoksa bile o an yolumda durduk yere burkuldu ayağım.
ya ben yürümeyi öğrenemedim ya da yolum hatalı.
yapmak istedim yapamadım.
yaptıklarımı hiç istemeden yaptım.
olmak istedim olamadım,
olduğumu ise sayamadım.
sevmek istedim sevemedim,
sevdiğimle olamadım.
gülmek istedim nafile
güldüklerimeyse doyamadım
almak istedim alamadım
aldıklarımı da saramadım
yaşamak istedim, yaşamadan
bu dünyayla vedalaştım.
veda ettim ama gidemedim
gördüğünüz gibi, hep yerimde sayakaldım...








Pazar, Kasım 12, 2006

minik elleri, arkasına saklandığı babasının omuzlarında. kocaman sayılan bir taşı siper etmişler. kocaman sanılan çünkü yeterince kocaman olmadığını, o minicik vücuduna gelen kurşunlar ıspatlıyorlar. baba çaresiz. korkulu gözlerle, bir yandan başkalarının çıkarı için orada bulunan ama kendi canavar yönlerini tatmin etmekten geri kalmayan, insanımsılardan koruyor yavrusunu, diğer yandan oğluna siper ettiği gövdesini kendine gelebilecek kurşunlardan.arkasına dönüp oğlunun çırpınışlarını gördüğü an, o kocaman kapkara gözlerindeki korku yerini çaresizliğe bırakıyor. çaresiz çaresizliğe. ve oğlu, canı, herşeyi orada, kollarında veriyor son nefesini. oysa o babasına güvenmişti. onu tüm kötülüklerden korurdu babası. o anda bile arkasına sığınmıştı. korkuyordu. ağlıyordu. ve neden öldürüleceğini bilmiyor hatta sormuyordu. o babasına güveniyordu. baba siper etti gövdesini. bağırdı, yalvardı... baba çaresizdi. ve o çaresizliğin yerini ağlamalara, haykırışlara, kine, nefrete, acıya bıraktığı andı işte o son nefesin anı. minicik bir kalbin durmasıyla, bir nefesin son bulmasıyla ve küçücük bir bedenin kıpkırmızı renge boyanmasıyla bitti çaresizliği babanın. bitti. tıpkı oğlunun sesi, gülüşleri, öpüşleri, yaramazlıkları, oyunları gibi bitti.

nasıl bir kindir bu? ne için? kim için?
bitmeyecek biliyorum. son insanoğlu yok olana kadar sürecek. yok olana kadar bitmeyecek. soluklar tükenene kadar, bitene kadar bitmeyecek
peki niye?

niye, bitenler bitmeyenlerden daha güzel?









Cuma, Kasım 10, 2006

bu fotoğrafımı çok sevip, benden alana :)

bizim rengimizle yazıyorum (sen anlarsın neden:)). yazdıklarımın hiç biri sana değil bitanem. onlar kendinlerini biliyor aslında ama hala anlamıyorlarsa sadece kapasite meselesi :)
ben sana ve artık sevgine de ve bundan böyle sevgime de fazlasıyla güveniyorum.
kendi yollarına gidenler, gitmesi gerekenler. bizim yolumuz bir seninle.
ben senin yoluna, sen benim yoluma.
canım kanım kardeşim de dahil değil bu sözleri yazdığım kitleye, olamaz da. kuzen zaten bitane. şerefim tek dostum. aziz beni en anlayanım. banumsa gözlerimden bilenim...
bu sözler bu laflar bilmeyenlerime, anlamayanlarıma, sevmeyenlerime, sevdiğini sananlarıma...
ne sana ne yukarıda adı geçen CANlarıma...
öpüyorum seni, "kuss" ile :) habersiz bırakma beni. biliyorum ki en güzeli, en iyisini yapacaksın şu an peşinde koşturduğun işlerinin. biliyorum, eminim.
adile naşit isimli balina sanılan bir lüferi sevenim :) kendine iyi bak. "ben"li kal!!!


yorumlu...


bundan böyle sadece hak edenlere "sevgim"
hak etmek= güvenmek, güvenilmek, bilmek, bilinmek ve gerçekten sevilmek.
geri kalan herkesin "canları cehenneme"(tabiri caizse)
en güvendiğim, en bildiğim "ben"im, demek; en çok kendime sevgim...
artık mutluyum ya da mutsuzum'ları tek paylaşacağım kişi de "ben"im.
anlamayanlar anlayanlara anlatsınlar!
anlayanlar beyinlerine kazısınlar!
bitirenler nedenlerini sorsunlar!
soracakları kişiler de "kendileri" olsunlar.
çözemeyenlerinse, cehenneme dedim ya "yolları uzun daima açık olsun"
hadi size, uğurlar ola!!!
siz yolunuzaaaaa
ben yolumaaaaa



Perşembe, Kasım 09, 2006

hey millet!

şu beş paralık dünyadaki beş para etmeyip de kendilerini bi ..ok sananlar, sözüm size: evet sizler gerçekten birer "..oksunuz". deli gibi içtim sayenizde şimdi de katlanın hadi içimden size söylemek istediklerime.
basit omurgasız yaratıkların bile aşağılayacağı en basit yaratıklarsınız.
nefret dahi edilemeyecek kadar insani duyguları haketmeyecek varlıklar, duyun hepiniz.
alın her haltınızı neyse istedikleriniz defolup gidin benden. belanızı bile versin diyemem allaha ama dualarım da hep aleyhte bilin. bed- mi, değil mi bilemem ama dua işte. size. sizlere. en içten hem de.
o yalanlarla dolu dilinizi en müsait bi yerinize sokulu görmekten mutlu olacağım gün gitmek isterim bu dunyadan ama yine şanslısınız o kadar değil ömrüm. konuşun hadi, soyleyin benden umup da bulamadıklarınızı, yaşattığınız hastalıklı hayallerle süsleyip anlatın. zevkliyse bende yapayım. var mısınız özne olmaya?
boşuna ağırlık kafatasınıza, o kullanmadığınız beyniniz. hammallık etmeyip ilk fırsatta aldırıp kurtulun derim ben. ama anlamazsınız ki bu deyişlerimden. algılamak için boşa taşımamak gerek o organı çünkü.
bakın ne diyorum;
evet 2 üniversite bitirdim
işletmeyi de almancayı da
türk dilinde, arkeolojide, eğitim bilimlerinde master yaptım
karşılaştırmalı dil bilimi alanında da doktora yapmaktayım alman dili bölümünde
politikayla ilgilendim ve yaşımın gelebileceği en üst yere geldim sonra BEN bıraktım, bırakmasaydım çoğunuz şimdi ayaklarımı öpüyor olurdunuz.
tiyatroyla uğraştım, torpilliler sıradayken şehir tiyatrolarına da mimar sinana da BEN seçildim.
kitap yazdım iki tane, yakında raflarda olacaklar hem de.
üye oldugum her derneğin bir numaralı insanıyım. ve her işimi tamamlyan dediğini yapanım.
okurum yazarım kafam zehir gibi çalışır.
kibarım saygılıyım ama nedeni cehalet ya da korkaklık değil, önem verdiğim içindir.
müzik de var hayatım da bilimden de anlarım.
girdiğim yarışmalarda bile hep ben kazandım.
ama aptal yönüm de varmış ki hep alçakgönüllülük yaptım. salak yerine konacağımı anlamayacak kadar bu konuda aptalmışım.
"aaah ahh" deyip de iç geçirdiğiniz bence basit sizce muhteşem hayatlara, bir "evet" kadar yakınım.
tv.de görüp de "ne şanslı" dediklerinizden bile var bekleyenler bu "evet"i.
şimdi bi bakın bakalım neymişim ben?
he?
biliyorsunuz zaten
ama hatırlatayım dedim yeniden.
artık yukardan bakmam lazım size aşağıdakilersiniz çünkü.
tebriklerrrr yarattınız benden "bu kadını" bayram edinnnn.
hepinize lağım faresinden bile kokuşmuş olduğunuzu hatırlatan bir tavırla yaklaşmak gerek bundan böyle.
hazır olun ezilmeye, incinip yetersiz hissetmeye.
hey kendini bi ..ok sananlar, sizler gerçekten birer ..oksunuz.
ve ..okların yeri yok hayatımda.
benim kendime ait doğal olanlarım var, onalrı da periyodik olarak atıyorum zaten vücudumdan.
küçük şeyler (şey=ben de bilmem hiç birşeye layık olmadığınızdan dedim sanırım ama o bile değerli kaldı düşününce şimdi) açın kulaklarınızı gözlerinizi: SİZDEN NEFRET EDİYORUM
aşığım evet. ama bu beni ilgilendirir. üstelik, o sandığınız kişiye de değil. ve güvenmiyorum üç kişiden başka hiç kimseye. bundan böyle cevabım her an hazır size.
bir yapıp bin göreceksiniz... hey kendini bi ..ok sananlar, sizler gerçekten birer ..oksunuz
oh beee...


seni seviyorum

gel hadi, tut elimi... kendimizle BİZ olup koşalım. gidelim dünyamıza. boşverip dışımızdakileri...
hadi gel sar beni sıcacık, sımsıkı. hiç bırakma, her ne olursa olsun hiç ama.
gel tut elimi, al götür dilediğin yere. uzak yakın fark etmez, yeter ki al götür.
seviyorum seni hiç kimseyi sevmediğim gibi.
mantık, doğru, gerçek... hepsi nafile.
benim mantığım "sen" diyor
doğrum da "sensin"
gerçek ise, zaten "seninle yaşadıklarım"
gel aşkım...
al götür.
ister bu dünyada olsun gideceğimiz yer, isterse sonsuz bir diyarda
sevgin olduktan sonra, seninle herşeye varım


Pazartesi, Kasım 06, 2006

Şeref'imeee

bugün bana, beni ne kadar önemsediğini ve ne kadar değer verdiğini bir kez daha gösterdiğin için,
her kötü hissedişlerimde hep yanımda olup, benim kadar hissedebildiğin için
beni hep anladığın için
Kasım 92'de MARTİYe geldiğin için
hep içten olduğun için
sana her zaman güvenebileceğim için
gerçekten içimdekileri görebildiğin için
"var" olduğun için
dosttan bile öte olduğun için
ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM ŞEREF'İM
ÇOK...


Pazar, Kasım 05, 2006

nokta nokta

varımtraklarız
yok da değiliz
yemek yiyor, su içiyor, "konuşuyoruz" dediğimiz sesler çıkarıyoruz
icadlar yapıyor, hayatı kolaylaştırıyoruz
savaşlar ediyor, canlara kıyıyoruz.
canlara kıyanlar da dahil ürüyor ürüyoruz
aşık oluyor, sevişiyoruz
kavga ediyor, darılıyoruz
çalışıyoruz, oturuyoruz.
yiyip içtiklerimizi, istisnasız her birimiz, kimyasını değiştirip, bir yerlerimizden çıkarıyoruz.
gülüyoruz, ağlıyoruz
veriyoruz, alıyoruz
duruyoruz, yürüyoruz
emir alıp, emir veriyoruz.
korkuyoruz, korkmuyoruz
seviyoruz, nefret ediyoruz
görüyoruz, duyuyoruz
en çok da susuyoruz
doğuyoruz, büyüyoruz
yaşıyoruz, ölüyoruz...



Perşembe, Kasım 02, 2006

anlamak isterdim

eminim herkes ister bir başka kişinin gözünden, ya da kişilerin gözlerinden dünyayı görebilmeyi.
bazen ,hatta "genellikle" oldu son günlerde, yapılan şeyleri anlamak için, o an "o" olabilmeyi, onun gözünden bakabilmeyi ne çok istiyorum... "beyninden o an neler geçiyor"u bilebilmeyi.
minicik bir "can"a vahşet uygulayabilen bir insanımtrak, o an ne düşünüyor acaba? ne hissediyor? beyninde neler oluyor? gözleri nasıl görüyor? bunları anlayabilmeyi ne çok isterdim. anlayıp, dünyayı onlardan temizleyebilmeyi...
veya bir başkasının "mutsuz" ya da "başarısız" olabilmesi için insanlar "ellerinden ve dillerinden" gelenleri yaparlarken, ne hissediyorlar?... nasıl bir kıpırtı oluyor içlerinde? nasıl bir mutluluk? hele "olumlu" sonuçsa elde edilen, nasıl bir sevinç yaşıyorlar o an, ne çok isterim bilebilmeyi...
ya da tarih değiştirip "yok olmak üzere" olan bir milleti, bir ırkı, bir dili kurtaran bir "kahraman" ne düşünerek başlamıştır kocaman bir koşunun ilk adımını atmaya? nasıl başarmıştır, insanları, onunla beraber koşmaya ikna etmeyi? ne hissetmiştir en zor,en ümitsizmiş gibi duran anlarında? ne yapmayı hayal etmiştir, amaca ulaşıldıktan sonra kendi hayatına dair ama asla yapamamış...?
ya da yüzbinlerce insanın ölümüne sebep vermiş, pek çok kişiyi anasız, babasız veya evlatsız bırakmış, yıllardır "gözyaşı, acı" nedeni olmuş bir hastalığa çare bulan bir bilim adamı... nasıl çıkmıştır o kutsal yolculuğa? ne düşünerek? nasıl bir mutluluk yaşamıştır başardıktan sonra? nasıl bakmıştır insanlara?
ne çok isterim "başkalarının içine süzülüp, onlar gibi, o anları görebilmeyi, yaşayabilmeyi, hissetmeyi...
o zaman anlayabilir miyim acaba insanları? o vakit ben de amaçlarım için aynı cesaretle çıkabilir miyim yoluma? yoksa sadece "takdir" ve "lanet okuma"yla mı kalır yine içimde, içimden çıkması gerekenler?
anlamak lazım mı insanları gerçekten? merak etmek şart mı? beni anlamak isteyen var mı peki? benim gözümden, benim hayatımı görmek isteyen?...

her birimiz "tek"iz ama en az "çift" en çok "çok" yaşamak zorundayız... ve birbirimizi anlamadan, öğrenmeden, içimizi bilemeden...


Çarşamba, Kasım 01, 2006

dünyam

bu benim dünyam, dinleyin...
uzak durun değiştirmekse niyetiniz.
sevginizi paylaşmaksa eğer asıl amacınız,
serbestsiniz o vakit, giriş ücretsiz.
herşey hep doğru olmak zorunda değil dünyamda...
hatalar da olur doğrular kadar.
yaptınız diye ayıplamam sizi, ama sizin de hakkınız yok unutmayım ayıplamaya beni
yalanlar da var tabi ki...
her dünyada vardır yalan
ama lütfen can yakmayan
iç acıtmayan, hayat karartmayanlardan olsunlar.
gözyaşları da muhakkak.
yok desem yanlış olur...
sevinçten ya da acıdan
sebebi ne ise en cesurca akanlarından.
gülüşler, gülümsemeler...
içten olsun yeterli.
başka şartı yok mutluluğun.
paylaşmak var yalnız, her ama herşeyi
tüm duyguları
hatta bazen maddiyatı.
sevgi var saygı var
herkesinkinde olduğu kadar.
sevgi biraz daha fazla galiba, ona biraz torpilim var.
seveceksiniz eminim, eğer bir girmeyi deneseniz...
içerdekileri görseniz, çıkmak istemeyeceksiniz.
canınızın istediği her an haykırabilir, coşabilir, isyan bile edebilirsiniz.
yüzlerce kapım var...
hepsi size özel, hepsi çok güzel
en üzeninden bile eminim keyifle geçeceksiniz...
yalnız en dipte
en içerde.
hani iyice bakmadan göremeyeceğiniz yerde
işte o iki kapı kilitli.
sahiplerinden başkasına izin yok.
onlara has oralarda yaşanılanlar.
paylaşılamazlar.
anahtarları mı?
anahtarları yok.
onlar olmalısınız girebilmek için oralara...
bu da imkansız olduguna göre.
teşebbüsleriniz de sorularınız kadar, boşyere.
bence gelin hadi içeriye...
o iki kapıya takılmayıp, tadına varın diğerleriyle...