Pazar, Aralık 30, 2007

bir turu daha bitiyor işte dünyanın...

An'ların toplamına "yaşam" demişiz.
ve o yaşamın telaşından an'ların kıymetini unutmuşuz.
An'ları paylaştıklarımızı bazı an'larda anar olmuşuz, o yaşam telaşlarından.
Tek bir cümleye sığdırmak mecburiyetine düşmüşüz an'larımızın sözcüklerini, seslerini...
Tek bir cümle şimdi benden size, içinde milyonlarca ses ve sevgiyle:
" nice mutlu yıllar ve nice yeni mutluluklar"

Perşembe, Aralık 27, 2007

ne güzel söylemiş işte...

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...
CAN YÜCEL

Çarşamba, Aralık 26, 2007

merhaba yeni hayata... MERHABA


minik aşkım için, evet en çok onun için gidiyorum...
biliyorum ki onun için en iyisini yapıyorum. okulunu seçtim bile. hatta yaşayacağımız evi bile. 10 ocak'ta görüp karar vereceğim gerçi ama...
işte böyle dostlarım, gidiyorum... gidiyoruz...
Türkiye'den, İstanbul'dan...Boğaz'dan... Anılardan...
en güzel yarınları dileyerek ve içimde "doğruyu" yapmış olmanın huzuruyla gidiyoruz...
güzel fırsat yakaladık madem
duygularıma yenik düşüp geri tepemem.
"günaydın"larım "merhaba"larım bambaşka bir dilde olacak bundan böyle.
"EVET" dedim artık, dönüş yok geriye ;)

Pazar, Aralık 23, 2007

bir rüyaydı bitti...

gerçeklere hoşgeldin işte yine...
senin sorunun bu zaten "edi", biri uyandırınca ancak anlıyorsun yaşadıklarının bir "rüya" olduğunu...
ve biliyor musun, çok fazla rüya görüyorsun...
artık aç gözlerini.
aç ki yaşa hayatın gerçeklerini.
oysa, ne hayal ne rüya
iyi bak, budur gerçek "dünya"

Cumartesi, Aralık 22, 2007

dilbilgisi ;)


-miş'li geçmiş olunacak nasılsa bir gün...
bırak geniş zamanları şimdiki zaman yapalım.
gelecek zamanlar, -di'li geçmişlerimiz olsun.
mutlu eden neyimiz varsa -r eki alsın,
tüm hüzünlerimiz -miş'li geçmişin rivayetinde kalsın ;)

Cuma, Aralık 21, 2007

5 ay sonraki "hoşçakal"a hazırlık

"hayatı sıfırlamak..." derdim ya hep...
işte sanırım başardım sonunda.
mutlu muyum? bilmem. ama sıfırladım işte.
şimdi bambaşka bir dünyaya gidiyorum. gidiyoruz.
Deniz'imin harika bir geleceğe sahip olacağına inandığım, dilini, insanlarını hatta sokak kedilerini bile bilmediğim bir yere...
hiçbir şeyini bilmediğim bu yerde hayatıma sıfırdan başlayacağım. yepyeni bir hayat, yepyeni dostlar hatta belki de düşmanlar...
önümde kalan bir kaç ayım var İstanbul'u biraz daha solumak için.
soluyup derin derin biriktirmek için kokusunu.
anılarımın güzellerini ayıklayıp almak isterim yanıma, ama olmuyor. "anılar" bir bütün, acısı güzeli ayrılamıyor...
bu birkaç ayda düşünüp karar vereceğim, ya anılarımla gideceğim ya da ne varsa zihnimde bir bir sileceğim.
ama öyle ya da böyle gideceğim.
zaman hızla akıyor, acele etmem gerek.
İstanbul'u yaşamak istiyorum bahar sonuna kadar. yazını göremeyeceğim çünkü.
ve çok baharında da olamayacağım buralarda.
kışında, yazında, sonbaharında...
yepyeni bir diyarın mevsimlerinde olacağım.
yepyeni bir hayat demiştim.
başardım.
ama neden hala "mutlu" değilim???

Perşembe, Aralık 20, 2007

Hoşçakal SAVAŞ DİNÇEL!!! HOŞçaKAL!


zaten topu topu kaç kişi ki...
kaç kişi ki yaptığı işi taa içinde hisseden... hele bu iş "insana insanı insanla" anlatmaksa...
kendini bile anlamayanların "milyonlarca" olduğu bu ülkede, ne zor bir görev bir düşünsenize...
topu topu kaç kişi ki?
ve kaç kişi kaldı şimdi :'(

iyi bayramlar!!!

insanoğluyla varolmuş, "bayram" denilen kutlamalar... hatırlamak, eğlenmek, paylaşmak, mutlu olup mutlu etmekmiş sadece amaç.
sonra yine insanoğlu unutmuş, paylaşmayı, mutlu etmeyi, mutluluklarla mutlu olabilmeyi, ağız dolusu gülmeyi... sevmeyi, sevmek zorunda olmadığı şeyleri de sevebilmeyi...
zar zor yakaladım ucundan ben "hatırlamayı". sımsıkı tuttum... "hiç değilse o kalsın bari" dedim "eski bayramlardan."
en azından hatırlamak düşsün herkese. hatırlayıp hatırlansınlar. belki zamanla yine paylaşmak, sevmek, mutlu edip mutlu olmak da geri alırlar yerlerini kim bilir... ya da belki elimizdekini de yitiririz bir süre sonra.
sanırım çok fazla düşünmemem gerek bunları. yoksa yazımın sonu gelecek ve hala kutlamamış olacağım bayramınızı.
"bayramınız kutlu olsun. daha nice mutlu, sağlıklı ve güzel bayramlara..."
sevgilerimle :-*

Perşembe, Aralık 13, 2007

düşündüm de........

fabrika çıkışlı insanlar... herkes hep aynı.
farklı olmak isteyenler bile kendileriyle yaratmıyorlar o farkı. başka bir fabrikanın çıktısı oluyorlar.
fikirler, gülüşler, sözler, dilekler, yürüyüşler, adımlar bile aynı. hatta dışardan bile aynı görünür olmuşlar.
o kadar az ki "kendisi" olanlar. kendi gibi olup kendi gibi görünenler. kendi gibi gülüp, kendine has sevenler...
aynı cümlelerle değil, kendi cümleleriyle konuşanlar... kendi fikirleri olanlar... olduğu gibi yaşayıp, içlerinden geldiği gibi şarkı söyleyenler. sevişmelerde bile "kendi" olanlar...
o kadar azlar ki...
sıradanlık ya da sıradışılık değil kastım, "kendi" olmak, nasılsa öyle olmak, hissedebilmek ve hislerini açığa vurmak...
belki de öyle olmak gerek kimbilir. herhangi bir fabrikadan çıkmak gerek. o zaman bu kadar göze batılmaz belki de.
belki de o zaman kolaylaşır benim için de "yaşamak"

Salı, Aralık 11, 2007

Hamlet anlatmış insanı, ölümü... hayatı anlatmış...

"Olmak ya da olmamak,
işte bütün sorun bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel
Kaderin yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece!
Düşünün ki uyumakla yalnız

Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.

Uyumak,
ama düş görebilirsin uykuda, o kötü.
Çünkü, o ölüm uykularında
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.

Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan.
Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine
Sevgisinin kepaze edilmesine
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa

O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanları?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.

Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar."

(W. Shakespeare)

Cumartesi, Aralık 08, 2007

ne diyebilirim ki sevgili "Zihni Örer"? öyle güzel bir yorum yazmışsınız ki... dayanamadım onun sadece "yorum"da kalmasına!


Yaşamın tüm koşulları, yer yüzü coğrafyası gibi engebelerle örülüdür bilirsiniz.
Bizim coğrafyamızda engebelere ek bir de Robenson tuzakları mevcuttur. Çocukluğumuzdan sonrası hayatımızda bunlara bağışıklıklarla büyümeye çalışırız hep. Yoksa sonumuz, evcil kuşların vahşi doğa koşullarındaki kaderini andırır. Bu yüzden düşe-kalka yol almanın kaçınılmaz olduğunu bilerek yola çıkarız hep. Yaşam maratonuna çıkarken ya bir kısım kişilerden geride başlarız starta, ya da ayağımıza onların bir şekilde bağladığı ağırlıklarla. Yarı yolda düşüren yorgunluğumuz kaçınılmaz bir sondur sadece. Ama düştüğümüz yerde alacağımız soluk “yerde kalma” fotoğrafımıza son pozunu bırakıp, yeniden ayağa kalkma hamlesinin tetikleyicisidir o an.
Yeniden ayağa kalkıp koşmak üç adım ileride yeniden düşmeye çanak tutacaksa, kaldığımız yerde ciğerlerimize depolayacağımız oksijen, yeniden mücadele hırsımızın gıdası olacaktır. Zira, savaşta geri mevzilere çekilmek yenilgiyi kabul etmek değil, yığınak yapmaya zaman ayırmaktır.
Aptallar karşısında pes etmek, düştüğün yere mezar taşı dikmektir.
Asıl iş, ölümle yüzleşene dek,hiçbir şeye “son” dememektir.Yaşam koşusunda düştüğünüz yere kadarki aldığınız yolu “yitik yol” sayamazsınız. Çünkü, “tecrübe” kavramının asıl hammaddesi burasıdır; bir sonraki koşu için işe yaradığı görülecektir.
sevgiylekal

bir hayale veda (mı etmem gerekiyor acaba?)

bir hayaliniz vardır. bir hedefiniz...
ona ulaşmak için pekçok şeyi arkanızda bırakırsınız.
tam elinizi uzatırsınız, yakalamak üzeresinizdir, "hop" biri kapıverir önünüzden onu.
yine başlarsınız, yeniden... koşarsınız, çabalarsınız. neyse yapmanız gereken on katı bir çabayla yaparsınız.
heh işte ordadır. yakınsınızdır artık, yaklaşmışsınızdır. tam elinizi uzatırsınız, "hop" biri gelir ileri itip uzaklaştırır yine sizden onu.
yok yok pes etmezsiniz.
yine başlarsınız mücadeleye, tüm gücünüzle.
üstelik bu sefer onu sizin için sıkı sıkı tutan hatta size uzatan biri vardır.
işte ordadır, iyice yaklaşmışsınızdır. bu kez, evet bu kez sizin olacağını bilmenin mutluğu ile koşarsınız.
tam elinizi uzatmış ona kavuşacakken, ayağınız takılır ve düşersiniz.
ya düştükten sonrası?
artık yorgunsunuz ve düştüğünüz yerde kalıp soluklanmak, dinlenmek mi istersiniz, yoksa yeniden ayağa kalkıp koşmayı mı? he unutmadan yalnız koşu düştüğünüz yerden değil yine en başından başlayacaktır... en başından... taa başından :(

Cuma, Aralık 07, 2007

mümkün mü?

silbaştan solumak...
tüm dünlerimi dünde bırakarak,
silbaştan yaşamak, silmek herşeyi, yok etmek...
beni "ben" yapmış olsalar da silmek...
yeni, yepyeni bir "ben" yaratmak...
silbaştan savaşmak...
silbaştan sevmek, silbaştan sevişmek...
silbaştan özlemek...
silbaştan hayaller kurmak,
tazecik, sıcacık, umut dolu.
silbaştan doğmak...
hayata, hayatıma silbaştan başlamak istiyorum.

Perşembe, Aralık 06, 2007

uzaklardan uzaklara sorular... cevapları bilinenlerinden hem de...

hayallerin var mı senin? bizimkilerden ne kadar farklı değil mi? yoksa bizlerin hayalleri gibi mi?
güler misin sende? nelere peki?
ya ağlamak? gözyaşların var mı senin de? nelere akıyorlar?
özlem ne bilir misin?
oyun oynar mısın?
sarılmanın, okşanmanın, sıcacık yastığa baş koymanın ne olduğunu bilir misin?
yoksa hiç bilmediğin, hiç tanımadığın şeylerin hayallerini kuramaz mısın?
peki ya öfke?
isyan?
nefret?
ve hatta "affetmek"?
bizleri affeder misin?...

Çarşamba, Aralık 05, 2007

yeniden gülmeye...

her yeni gün yeni bir "hayat" demekmiş.
öyle yalnız ve çaresiz bir zamanımda çıktın ki karşıma...
yeni günlere selam olsun!!!
hep yeniden doğsun yine "sen" olsun...

sen O'nu çok özlüyorsun. ve ben bu özlemi çok iyi bilirim bitanem, çok iyi...

(yeterince deşifre oldun kıyamadım :))
haddim değil belki ama dün konuştuğumuzdan beri bu konuyu, içimde bir dert sanki...
hani söylmeden geçemeyeceğim.
insanlar yani bizler nelerle uğraşmayız ki yaşamımız boyu... nelerle uğraşmak zorunda kalmayız ki...
ve tüm bu uğraşların içinde bir tanesi bizi can evimizden vurmuştur. onu yaptığımızda anlarız hayatı. onu yaptığımızda buluruz kendimizi. mutlu oluruz... yaşamanın tadına varırız. onsuz kaldığımızda bir parçamız eksilmiştir. hep o günleri, onunla olduğumuz günlerimizi özleriz.
benim için "tiyatro" buydu. içim acırdı o yokken hayatımda. eski fotoğraflarımla o günlere dönerdim, meditasyon yapar gibi.
baktım olmuyor. olamıyorum. yapamıyorum onsuz.
çok mutsuzum. herşeyi boşverip, tekrar kavuştum sevdama.
ve şimdi yine mutluyum onunla olabildiğim her anda.
sahnedeyken binlerce "ben"im yine, her biri diğerinden daha mutlu olan.
şimdi sende sıra.
anlatırken bile zamanda yolculuk yapıyorsun sanki.
o günlerine dönüyorsun.
tekrar onunla olman zor değil bence bitanem. eskisi gibi olmaz belki -hatta neden olmasın ki- ama bir yerlerinden tutar alırsın yine hayatına.
yap bebiş.
yüz yine.
inan geç değil bak bana... sadece "yıllarla" ara verdiğini düşün. "biraz nefes aldım, yorulmuştum" de ama yüz yine...
bu sefer madalyalar olmasın varsın hayatında...
O olsun da...
he bi de ben... :)
tıpkı senin bende olduğun gibi...


10 yıllık itiraf :)


yıllar önce, tam 10 yıl önce... sana bakıp düşünmüştüm.
"ne kadar güzel olurdu..." demiştim...
sana söyleyemediğim onlarca sözü kendime söylemiştim.
ve şimdi sana söylüyorum :)
"seni çok seviyorum"


Salı, Aralık 04, 2007

"kendime öğüt" demiş... oysa bana da öğüt vermiş.

Uslanma hiç hep deli kal
Büyüme sakın çocuk kal
Es deli deli böyle kal
Son harmanında sevdanın
Tüken toz toz savrula kal
Suçüstü bulmalı ölüm
Ölürken de sevdalı kal ...
(Aziz NESİN)

yani... :)

gidip bulmamız için... bizi bulması için...
"insan"ı "insan" yapmak için verdi.
yaşatmak için, solutmak için...

Cumartesi, Aralık 01, 2007

gülmek... sana öyle yakışıyor ki...

( bu öpücük sana bebiş)


gülmek, ancak bu kadar yakışır birine...
bu kadar gülünebilir, ta derinden.
ancak bu kadar sıcak, sıcacık olabilir.
bu kadar çapaksız, bu kadar yalın...
gülmek ancak sende "gülmek" bitanem.
gülmek ancak seninle "gülmek"