Çarşamba, Nisan 29, 2009

BENDEki herkes "özgür"



kimseye zorla "gel katıl bana" demem. kimseye de "git".
herkesin kendi seçimi. ister dost olsun, ister sevgili.
beni tanıyanlar bilir, hayata bakışım nedir, ne değildir?
an'larını yaşadığımız şu "yaşam" denilen kavgada herşey birgün miş'li geçmiş olacak nasıl olsa...
gelmiş. görmüş. sevmiş. gitmiş...
bu kavganın içinde sürüklenirken ben toz duman, yumruk yumruğa ya da bazen sadece ağız dalaşıyla,
hayallerime ulaşma çabamdır güç veren bana.
kimseden değildir bu güç.
ya da herhangi kimseye...
her hayat kendinedir.
kendindedir.
başka hayatlar gelip geçer ya da gelip kalırlar orda.
bana katılanları "hayat"ım saymamın nedenidir bu zaten.
hayatıma girdiysen, hayatımdasındır...
"hayat"ımsındır artık.
bundandır kimseye "gel katıl bana" ya da "git hayatımdan" dememem.
ve işte bu yüzdendir gidenlerden "geri dön"melerini istememem.

Perşembe, Nisan 23, 2009

e o zaman hadi bi'daha "madem" :)


MADEM ÖYLE İŞTE BÖYLE (MADEM :P)
her geçen gün, her geçen an, sona doğru atılan bir adım madem,
madem yaşanan herşey yaşayanda gizli,
madem her gecenin bir sabahı var,
her başlangıcın bir sonu var madem,
madem aşk kadar, ayrılıklar da var,
madem ben varım
sen varsın
biz varız madem
madem herkesin hayatı kendine,
kimseyi ilgilendirmez yaşanılanlar madem,
madem doğa bunu istiyor
yaratan'ın suçu madem...
madem mutluyum böyle
bunu istiyorum madem,
madem yaşamadan bilinmez hiçbir şey gerçekten...
e o zaman; ben de varım, beni de say madem :)

Çarşamba, Nisan 22, 2009

"hayat, cinsel yolla bulaşan, ölümcül bir hastalıktır"mış ki öyle :s

Goethe doğanın özetini öyle güzel yapmış ki... ( Goethe's Naturauffassung) Düşündükçe O'nun demek istekdiklerini çok daha iyi anlıyorum.
"Doğa bir dansta. Durmadan dans ediyor. Birden tutup seni kolundan dansına katıyor. Hiç sormuyor bile "benimle dans eder misin?" diye. Ve senin yorulduğunu hissedince, atıveriyor seni partnerlikten, kendine yeni bir partner buluyor. Ne sana soruyor "yoruldun mu, yeter mi?" diye ne de ona soruyor "benimle dans eder misin? "
Bizler o dansa eşlik ederken nefes nefese, yeni yeni figürler bulmaya çabalarken, en güzel dansı yapan olmayı becermeye çalışırken, her adımımızda dansımızın sonuna yaklaştığımızı göremiyoruz. Öyle bir kaptırıyoruz ki kendimizi müziğin ritmine...
Bir sonraki figürümüzü düşünmekten, o an yaptığımız muazzam hareketlerin farkına bile varmıyoruz.
Krishnamurti'nin kitabını okurken minicik bir paragrafa takılıp kaldım. " bir kediyi uyurken izlediniz mi hiç?" diyor. " nefes alış-verişini, uyurken çıkardığı mırıltıları dinlediniz mi? Yalnızca uyuyor. Herşeyiyle uyuyor. Başka hiç birşey yapmıyor. Uyuyor."
Bizler?
Doğanın en yüce yaratığı olduğumuza nasıl inandırmışız kendimizi. Mucize olduğumuza...
Oysa doğadaki en zavallı yaratıklarız bence. Kendimizce ona hükmettiğimizi sanarak, onu kimbilir nasıl güldürüyoruz. Alay ediyordur bizlerle.
Bırakabilsek kendimizi özgürce onun kollarına. Dilediği gibi çevirse bizi kollarımızdan tutup, dansında.
Gözlerimizi kapatıp o anı doyasıya hissetsek... Adımlarımızı saymadan. Yalnızca müziği dinlesek.
Ah bunu bir başarabilsek.
-bilsem.
-bilebilir miyim?
tıpkı kedi gibi, hiç birşeyi düşünmeden, o an herşeye kapatıp kendimi yalnızca uyumak için uyuyabilir miyim? yaşamak için yaşayabilir miyim?
Ne yapıyorsam tamamımla yapabilir miyim?
Ne bir önceki hatalı figürümü, ne bir sonraki hareketimi düşünmeden...
Dansımın tadını çıkarabilir miyim?

Salı, Nisan 21, 2009

Nisan'dan Ocak'a

Bahardı geldiğinde bana.
dışarının baharını içime akıtmıştın.
şarkılarımdaydın, sözcüklerimde.
Gittiğinde kıştı.
daha bir kış olmuştum.
şarkılardan taştın,
sözcüklere sığmadın.
her baktığım yerde,
her dokunduğum şeydeydin.
Tüm harflerimdesin şimdi.
gördüğüm herkeste,
baktığım her "aşk"ta.
yalnızlığımda.
kalabalığımda.
gülünce de varsın, ağladığımda da.
hala sevişiyorum seninle,
öpüyorum bıkmadan, durmadan.
uzaklardayım belki bedenen,
ama inan bana, her nefesindeyim.
sana özlemi topluyorum içimde,
arzularının koleksiyonunu yapıyorum.
hala adımlarım sana doğru atılıyor.
ve hala sana ilk anki kadar aşığım.

Pazartesi, Nisan 20, 2009

ben bu hayatın kalıbına... yeniden ve yineden...




ne kadar çok kalıp var. sevgiyi bile kalıplara dökmüşüz.
kalıbına boşaltıp şekillendirip sürüyoruz hayata.
el emeği ile yaratıcılığını kullanıp, mutlu olmak isteyenlerin sevgileriyse "değersiz" olarak görülüyor kalıpsız diye.
kimseye bi' sözüm yok tabi. kalıplar yapılmış çoktan.
kimin kimi sevmesi gerektiği ve bu sevginin ne kadar sürmesi gerektiği, hatta nasıl sevişilmesi gerektiği ile ilgili bile kalıplar var.
kalıbın dışındaysa "sevgin" kalıpçılara ters düşersin. sen pes etmesen bile sevdiğinin pes etmesinden ürkersin. o da pes etmedi diyelim, ya çevresi? senin çevren? kalıpçılar çok güçlü. kalıplarsa çelikten.
kalıpları bilenler, kalıplarını basarlar ki, sonu yoktur kalıpsızların.
dostun her fırsatta dediği gibi "sen bi de ümitleniyor musun yoksa?"
kalıp dışı bir aşkı kalıp dışı bir aşkla seviyorum.
kalıp dışı seviliyor. kalıp dışı sevişiyorum.
kalıp dışı özlüyor, kalıp dışı bekliyorum.
kalıp dışı "sevgi"mi, bilenlere bile anlatırken "kalıbına uyduruyorum"

uçurumum kanatlarım oldu...

ben, benleyim. bendeyim.
canımda canımla, kanımda kanım.
sesimde sesim var, nefesimde nefesim.
gölgem bana ait, tıpkı bedenim gibi.
aşkım içimde, özlemlerimin yanında.
gülüşüm yüzümde, gözlerimde.
umutlarım ellerimde, sımsıkı tutuyorum.
ben, bendeyim.
benleyim.
gidenlere "hoşçakal"
gelenlere "selam"lar
ne eksilir, ne fazlalaşırım.
canımda canım var,
kanımda kanım.
sevdim mi tamamımla sever,
özledim mi herşeyimle özlerim.
tamamını sevip, herşeyini özlerim.
hayallerim benimle, nereye gitsem, ne yapsam...
ve hayallerimde "sen"
henüz görmediğim
henüz bilmediğim
şimdilik yalnızca, beklediğim