Çarşamba, Aralık 27, 2006

bir tur daha bitmek üzere... bu turlardan otuz üçüne ben de eşlik ettim, daha kaç turunda beraberim onunla bilmiyorum.
yeni turlarının benim için de güzel olmasını diliyorum. aslında bu turlar için çok dileğim var ama dilek olarak kalacaklarını bile bile dilemek istemiyorum.
tüm çirkinlikleri üzerinden atmasını mesela... gülmeyi bilmeyip, başkalarının gülmelerine engel olanları, minicik canlara bile kıyabilenleri silkelese üzerinden... sevgiyi aşkı bilmeyenleri, dinlemekten ve anlamaktan bi'haberleri, düşünme üşengeçlerini ayıklasa üzerinden.
sıradanlıkları, fabrika üretimi görünüp de "kendi" olmaya korkan korkakları... -mışım -mişim, -mıymışım -miymişim taklitçilerini temizlese...
gözü dönmüşlerle gözü doymazları yok etse. başka hayatlardan, kendi hayatlarına renk katmak için, kendilerini söz sahibi sananları, onların yerine karar verenleri dağıtsa, savursa üzerinden...
kalbi ile dili çelişenlerle, beyni ile dili çelişenlerin dillerini sustursa mesela. sustursa ve sadece beyinlerinin ya da kalplerinin seslerini duyabilip, gerçek sözlerini anlayabilsek...
sevgi ile aşk ile kendilerinde yaşayanların yaşantılarında "ayıp" denen "yasak" denen hiç birşey kalmasa mesela. onlara karışanlar için kullanılsa bu "tabir"ler.
özenecek hayat bulamasa hiç kimse, özenilesi olsa zaten herkesin hayatı kendince.
görmelerini sağlasa insanların, duymalarını... hissetmelerini... ve görülen, duyulan, hissedilen her yaşam, duyan gören ve hissedenleri mutlu edecek türden olsa.
"maske" takma yaşı 6-7 yaşlarından 80li yaşlara çıkarılsa mesela... ve o maskeler sadece ölümün renksizliğini silmek için takılsa.
dileklerim gerçekleşemeyecek türden. o yüzden dilemiyorum. sadece içimden tekrar ediyorum.
gerçekleşme ihtimali olanları ise bu sefer "keşke" ile başladığım cümlelerle değil, "lütfen" diye başladığım cümlelerle diliyorum.
yine "dilek" olarak kalacak olurlarsa, bir dahaki sefer için cümle başında kullanacağım kelimem hazır nasıl olsa bi' de onu denerim... yine olmadı diyelim, o zaman da belki emrederim ;)









Salı, Aralık 26, 2006

bir taşla iki "duygu"

ne bugün ne dün var.
daha elimi bir harfe uzattığım an, bitiyor o "an". "herşey geçmişte kalıyor"u yazışım bile geçmişte kaldı. an'ları bitirerek "geçmek bilmeyen zamanın" "yıllarını" tüketiyoruz.
her geçen an bi' daha "aynen" yaşanamayacak bir an madem, o zaman "o anların tadını çıkaralım" derken bile o an'ları geçmişte bırakıp, değerlendiremiyoruz. "an"larımız laflarla geçiyor yani.
ve ben biten her anımda, istisnasız her anımda mutlaka "sen"liyim. "aşk"lıyım. "aşk"layım. bensiz geçen bir anımın olmasının mümkün olmaması gibi, sensiz geçen bir anımın olması da mümkün değil artık. bu "an"ların her bir "an"ında neler olacak ve olur olmaz o "an"da kalacak, o "an"ın anısı olacak, bilmiyorum. ama eğer olacak olan "yarınım" varsa o "yarınım"dasın aşk. o yarınımın "an"ları sen'den oluşacak...
"seni seviyorum" deyişlerimin geçmiş bir "an"da kalmaması için belki de her "an" sana "seni seviyorum" diyorum. "an"ların toplamından ibaret olan yıllarımız, ömrümüz "biz" olarak geçsin istiyorum. her "an"ımda seninle olabilmek... seni özlediğim "an"ları yaşamamak... üstüste gelen bu kötü "an"ları bitirmek, tüketmek istiyorum. bitsin istiyorum artık. bitsin... sadece sen'li "an"lar olsun artık. bu sen'liliklerim sen'li ya da sen'siz olsa bile...
yoruldum artık, tek tek "an"lardan ibaret ama toplamda yıllarıma denk "istemediklerimi" "acılarımı" "mutsuzluklarımı" yaşamaktan. yoruldum aşk. herşeyden, herkesten sıyrılırcasına yoruldum... ısınmakta zorlanırcasına, gülmek için çabalamak zorunda kalırcasına yoruldum. nefes bile almak istemezcesine, yok olup gitmek istercesine yoruldum.
güzel "an"lar istiyorum artık aşk. bir sürü güzel an... toplandıklarında "bir ömür" edecek kadar çok, o kadar çok güzel "an"...

















Pazar, Aralık 24, 2006

bu gibiyim

buz gibiyim bugün. soğuğum. buz gibi...
korkularım da umutlarım da buz gibi
nefesim soğuk bugün
ellerim de
gözlerim soğuk bakıyor, gözyaşlarım bile buzdan
dışım soğuk bugün, içim buz tutmuş
kanım donmuş, kalbim durmuş.
buz gibiyim bugün
soğuğum...
çaresizliklerim de çarelerim de buzdan
beklentilerim ve vazgeçtiklerim de.
hayallerim buz tutmuş, sevinçlerim donmuş.

donan kişiyi buzla ovarlarmış
bilmem bende işe yarar mı...
deneyin bakalım, bekliyorum










Cumartesi, Aralık 23, 2006

yazmak yine...
sadece parmaklarımı bırakıp klavyeye, yazmak özgürce
"bu sabah yağmur var istanbulda" derken, mazhar yazmak
"sarkılarda düşünmek seni bana getirmez ki" .........
getirmez mi?
bazen çok şey vardır söylenmek istenen,

çok kelime boğazına dizilmiş, vize bekleyen
"hadi tamam" damgasını
ama
yok
vize yok onlara işte
ya kaçak geçip, çıkacaklar dışarıya ya da kaderlerine boyun eğip kalacaklar aynı yerde
bi sonraki müracaatı beklemeye devam ederek
derin bir iç çekip
solusam dışarıya
çıkabilirler mi acaba?
yoksa o kargaşada kaybolup giderler mi?

"keşke"lerden "iyi ki"lere geçebilecek miyim bi'gün?
"iyi ki sevmişim
iyi ki sevilmişim" diyebilmek özgürlüğü
"iyi ki var, iyi ki varız" diyebilme mutluluğu
"keşke"leri sadece üçüncü şahıslara dilediklerimde kullanabilme şansı,
olacak mı?

Bildiğim bir şey var, o da:

Liebe ist, so wie du bist
Du guckst mich an,
und ich geh mit,
Und der ist ewig, dieser Augenblick.
Da scheint die Sonne,
da lacht das Leben,
Da geht mein Herz auf,
ich will's dir geben.
Ich will dich tragen,
ich will dich lieben,
Denn die Liebe, ist geblieben.
Hat nicht gefragt,
ist einfach da,
Weglaufen geht nicht, das ist mir klar.


















Pazar, Aralık 17, 2006

cevap doğru ama çözüme "gidiş yolu" hatalı...

içim öyle dolu ki, ne yazsam, ne kadar yazsam yetmeyecek boşaltmama. nerden başlasam, hangi birini yazsam bilemiyorum.
beynimde yüzlerce soru, cevaplarını bildiğim ama cevaplarından hoşnut olmadığım. sevmiyorum o cevapları. ve her bir soruya, seveceğim cevaplar arıyorum.
nasıl olsa sonuçları hep aynı olan işlemlerden oluşuyor hayat. gidiş yolunu değiştirmek istiyorum, o kadar. sevebileceğim bir "gidiş yolu", soruyu, problemi sevmesem de, cevabı değiştiremesem de... hatta "puanım kırılsa" bile. aynı sonuca kendi çözümümle ulaşmak istiyorum.
alışılagelmiş yöntemlerden sıkıldım çünkü. tek düze yöntemlerden... herşey hep aynı. sorular da cevaplar da... cevaba giden çözümler de... yollar, yöntemler hep aynı.
herkese olan bana. bana olan herkese... herkes gibi doğmuş olsam da, dünyanın her "güneşturu"nda bir yılımı doldursam da ve o turların birinde yok olacak olsam da, "herkes" "ben" değil, "ben" "herkes" değilim.
kendim olduğumu bilmek istiyorum. "ben" diye bir varlık var'ı hissetmek... bana has bir yöntem, bana has bir işlemle ulaşmak cevaba.
öyle doluyum ki ve o kadar da boş... hırsım artıyor her geçen saat. ve hırslandıkça ben, daha çok soru buluyorum cevaplarını bildiğim. daha çok problem hayata dair. daha çok işlem, formülleri çoktan bulunmuş olan...
"gidiş yolu"m doğru ama sonucu yanlış, olma şansım yok. ama doğru sonuca, "gidiş yolu"mdan kesilecek minik bir puanla ulaşacağım. benim "gidiş yolu"m. benim çözümüm. benim formülümle...








Cumartesi, Aralık 16, 2006

bu kadar...

bu kadarmış. "bir namazlık saltanat sürdü, o taht misali musalla taşında." bir namazlık süre kadar tahttaydı. "el pençe divan" duruldu. bir namazlıktı herşey.tüm "helallikler" bir namazlıktı.
59 yıl bir namaza sığdı. acılar, kahkahalar, kavgalar... bir namazlıktı umutlar, hayaller... bir namaza sığdı koca bir ömür. bir namazlık... bir namazlık anlama, bir namazlık anma...
doğum...................................................................ölüm
ikisinde de söz sahibi değiliz. bari "nokta nokta"ları kendimiz doldurabilsek.
bir namazlık işte "............................................" doldur doldurabildiğince. ne değişecekse "doldurdum" sanmaktan başka eline.
bir namazlık "hayat" yaşıyorsun. hala "bi'şeyim" sanıyorsun.......

















Cuma, Aralık 15, 2006

hoşçakal dayım...


“hiç yolcusu yokmuş gibi, sessizce alır yol
sallanmaz o kalkışta, ne bir mendil ne bir kol.”

Kimseye birtek kötü söz söylemeden, kimsenin kalbini kırmadan yaşadın. Paylaştın, ihtiyaç duyanlarla, ihtiyacın olduğu halde, ihtiyaç duyduklarını.
Haftalarca vitrinde iç geçirerek baktığın, sonunda sahip olabildiğin, o güzel palton bile, birkaç gün sonra hiç tanımadığın ama çok üşüyen yaşlı bir amcanın olmuştu dayım.
Her canlıyı sevdin sen, tertemiz sevdin.
Lotodan büyük ikramiye çıktığı gün, bana da Onura da ev, araba sözün vardı. Cumartesi çekilecek, oynadın mı dayım?
Çarşamba günü dertleşmiştik seninle. Bana demiştin ki “Allah beni hiç sevmemiş, neden yaratmış sanki. Tüm bu çileyi çekeyim diye mi? Duysa beni, canımı alsa da kurtulsam.”
Allah, seni çok sevmiş dayım. Öyle çok sevmiş ki... Sesini duydu işte.
Beraber kahvaltı ederken sana son kez baktığımı, sesini son kez duyduğumu, seni son kez öptüğümü bilseydim, bilseydim, yirmi dakika daha çarpacakmış o güzel kalbin, sana daha sıkı sarılırdım dayım. Sımsıkı.
Senin için koştururken ben, farkettim ki yaşarken sen, ne az şey yapmışım sana. Ne kadar az. “neyi oluyorsun” dediklerinde “yeğeniyim” derken farkettim ki yeğenden öteydim ben sende dayım. Annem- babam bilmezler ilk sözcüğümü, ama sen duydun. İlk adımlarımı sen gördün. İlk dişimi seninle atmıştık, karşıkı arsanın başındaki iki katlı evin çatısına.
Sonra “mezar yeri?” dediler. Gittim bir görevliyle anneannemin, dedemin ve uğur’umun yattığı o mezara. “burası müsait, havva elmalı’nın ki”.Anneninki. anneanneminki...
Seni yarın annenin koynuna vereceğiz dayım. Anakucağında gözlerini açtığın bu dünyayla, tekrar anakucağına dönerken vedalaşacaksın.
Seni çok seviyorum dayım. Sarıl benim için de öp, anneannemi, dedemi ve uğur’umu olur mu? Söyle onlara, onları ne çok özlediğimi. Anılarda değiller söyle. Hep bendeler. Sen de öyle.

Seni çok seviyorum dayım. Tekrar görüşmek üzere...







Perşembe, Aralık 14, 2006

...!

dünyayı tanımak için bir "anne" seçtin. o anneye SENİ verecek bir de "baba". gelip solumak, yaşayıp görmek istedin.
acıkmayı, susamayı, gülmeyi, ağlamayı tanımak. sarılmanın, öpülmenin hatta öpmenin tadına varmak istedin. iyi-kötü ne varsa biz'lerin gördüğü, yaşadığı; onları yaşayıp, bilmek istedin.
karşılıksız sevginin güveninden, çıkar sevgisinin kokuşmuşluğuna olan o iğrenç yolculuğu yaşamaya bile razıydın bizler gibi. kokunu annene sunup, babana naz yapmak istedin. bir aşktan doğup, aşkla büyümek istedin belki. hatta belki birgün "aşık" olmayı bile...
bu sözlerim sana minik bebek, dinle ve anla dünyayı... ninni söyler gibi anlatmak isterdim sana tüm bunları. kim bilir belki de başarırım, ne dersin?
hayatta "doğrular" ve "hatalar" vardır. hataların hata olduğunu herşey bittiğinde fark edersin ve çok geçtir. doğrularıysa yaptığın an bilirsin. zor gelse de acı verse de yaptığın şey doğruysa eğer "kaskatı" ve "tavizsiz" olmalısın.
ama şu var minik bebek, doğrular da hatalar da neye göre tesbit edilmiştirler? kime göredirler? en "oh" dediklerin doğru, en "vah" dediklerin yanlıştır. benim "oh" dediğime bir başkası "vah" diyorsa "doğru" mudur o "oh"um, "hata" mıdır?
havaya attığın bir metal paranın ardından sorulan "yazı mı tura mı?" sorusunu "doğru mu, yanlış mı" yapmak kadar anlamsızdır "doğru"lar ve "yanlış"lar.
sen doğrusun ama ben yanlışım. ya da ben doğruyum ama sen yanlış. belki de biz doğruyuz dışımızdakiler yanlış. yanlış olan bizsek eğer, doğrular çirkinmiş demek.
kafanı mı karıştırdım minik bebek? karışmasın hiç... sen hep "doğru"sun... o yüzden de yakışmıyorsun "bu yanlış zamana, bu yalan hayata, bu hatalara bulanmış dünyaya,ikiyüzlü insanlığa."
sen "doğru"sun minik bebek "yanlış" olan bizleriz.
bizler, yani senin dışındaki herkes








Salı, Aralık 12, 2006

tualde ben de olayım

yaşamanın dışında ve ötesinde hiç birşey beklemeden yaşamak... şairin dediği gibi. "bütün işin gücün yaşamak olacak"
sadece solumaktan ibaret olmasın derim ben oysa. solumayı sevmek gerek. sevdirecekleri bulmak gerek. zaten doğduktan sonra "yaşamaya" mahkumsun bir şekilde. ona bir şekil vermek, boyamak gerek.
hayatımı bir tuvale dayadım şimdi. bir elimde bir silgi diğerinde boyalarım. olmaması gerekenleri silmeye başladım. ama henüz boyalara geçemedim. silme işlerim bi' bitsin, en canlı renkleri seçip başlayacağım boyamaya. renk renk... desen desen... karıştırıp boyalarımı birbirlerine, en bilinmeyen renkleri keşfedeceğim.
ama önce tualimi iyice bi' temizlemeliyim. öyle ki, tamamladığımda "resmimi" üzerinde "gülümseyerek" yer alabilmeliyim. bu tablonun sahibi olarak en güzel renkleri taşımalıyım. en canlı, en cıvıl cıvıl olanlarını.
yaşamanın dışında ve ötesinde çok şeyi düşünerek yaşamalıyım. yaşamak tat vermeli. tat vermeli her yeni gün. her batımında güneş göz kırparak bana, müjdelemeli bi' sonraki günle gelecek sürprizlerini.
mutlu etmek çok güzel bir his. ama önce "mutlu" olmalıyım artık. bencil omalıyım. kararlıyım yani bu "tual"de silmem gerekenleri silmeye. yoksa "resmim" bittiğinde, üzerinde eksik olurum. kendi resmimin... kendi hayatımın resminin içinde olmamak...
yaşamanın dışınde ve ötesinde "çok şey" düşünerek yaşamalıyım....








Pazartesi, Aralık 11, 2006

kafdağının ardı değil...

masallarda kahramanlar tutuldukları aşk için herşeyi yaparlar. "kafdağının ardındaki zümrüt-ü anka kuşunun bir tüyü" için canavarları alt eder, devlerle boğuşurlar.
senin aşkın çok büyük. bana olan aşkından farklı. daha yüce. ama hiç kıskanmıyorum o aşkı. sonuna kadar destekçisiyim hatta. aynı aşk beni de esir almıştı çünkü. ve hala da yakar yüreğimi.
biliyorum sen bu aşkla yaşıyor, soluyorsun. ve bildiğim birşey daha var ki bu aşka ulaşacaksın bitanem. ben de bunun için ne gerekiyorsa, üzerime düşen ne varsa yapacağım, inan.
bu bir masal değil, gerçek. ya da "gerçek" bir masal. herşeyiyle gerçek... ama zümrüt-ü anka kuşu kadar güzel bir gerçek. kafdağı kadar uzak bir gerçek. "uzak" erişilmez demek değil. sen erişeceksin.
bu "gerçek" masalın kafdağına varıp, zümrüt-ü anka kuşunun en güzel tüyüne ulaşacaksın... ve aşkına kavuşacaksın.
bense hep seninle gurur duyacağım. yanında olacağım istediğince. ve aşkına kavuştuğun gün "en mutlu insan" olacağım.
masalların sonları hep "mutlu"dur demiştim. bu "gerçek" masalın sonu da çok mutlu olacak.
kahramanımız muradına erecek... ve "hep" mutlu yaşayacak...SONSUZA KADAR...

seni çok seviyorum...








Pazar, Aralık 10, 2006

bi bakmak lazım...

bakmak lazım. ta en içe. körükörüne olmamalı hiç birşey. aşk bile. görmek lazım. en derinlere bakarak görmek. pembe bulutlardan sıyrılıp, gerçeklere ulaşmak...
her hareketin, her boşvermişliğin bir anlamı var. anlamak lazım.
"ağıza çalınan bir parmak balla" yetinip mutlu olduğunu görene, aslı öğretmek lazım.
ne kadar "çok" dense de "aptal"casına değili bildirmek lazım.
kopan birşeyi bağlasan bile "artık ortasında bir düğüm var"ı göstermek lazım.
"değer verdiğin, sevdiğin" için bazı şeyleri yaptığını, yoksa "salak"lıktan değil olduğunu, anlatmak lazım.
bilip de bilmemezlikten gelmenin "tecahülü arif" olduğunu okutmak lazım. bu sanatı ne çok kullandığını iletmek lazım.
bazı şeyleri "bilmemekten, anlamamaktan" değil, "o mutlu olsun" diye yaptığını ya da yapmadığını, söylemek lazım.
tüm bunları neden yazdığını bilmesi lazım.
"o kadar da değil" olduğunu görmesi lazım.

bana da tüm bunlardan sonra bir "karar" lazım.









Cuma, Aralık 08, 2006

senin güneşin aşk...beni ısıtan

soğuktu, çok soğuk
buz tutmuştu nehirlerim, dallarım, ümitlerim...

önce, içim ısındı birden
sonra gözlerim kamaştı ışıktan
ellerim yandı
nehirlerim akmaya,
dallarım yeşermeye
ümitlerim solumaya başladı...

aşk,
gelişinle can verdin bana

seni çok sevdim
hatalarım
kusurlarım
her nelerse, seni kıran
aldım topladım hepsini
sürdüm en uzaklara
güneşinin yetişemeyeceği bir yerde
buz tutmaya haps'ettim.

güneşin artık sadece
sana olan aşkıma
sadakatime
saygıma
özlemime
arzuma
ve gelecekteki "biz"e hayat verecek

seni çok seviyorum erkeğim
çok....



















Perşembe, Aralık 07, 2006

güneşle sohbet...

ne çok yanıyor içim. ne çok ağladım. tek başımayım her sohbetimde bile. kirpiklerim birbirine sarılmıyor geceleri nicedir. onlar bile ayrı düştü, kavuşmayı bekliyorlar.
ama sen yine bana inat gülüyorsun bugün. yine sıcacıksın, yine hayat dolu. sanki birşeyler var dilinin ucunda naz ediyorsun, ısrarımı bekleyerek. içimi kıpırdatıyorsun yine. içimi dolduruyorsun. yüzüme dokunuyor, yumuşacık öpüyorsun. okşuyorsun sakin sakin beni.
ben yokken vardın, gittiğimde de olacaksın. tek benim değilsin. kaç kişiye bu aşkın? kimleri ısıtıyor, öpüyor, okşuyorsun? kaç kişiye gülüyorsun? kimleri sarıyorsun başka?
onlar da anlıyorlar mı benim kadar, değerini? yeşeriyorlar mı benim gibi, tomurcuk veriyorlar mı?
bu inadın neden bendeki... boşvermişliği aşılıyorsun her gülüşünle. boşvermişliği, umursamazlığı... "soyun" diyorsun "çıkar üstünden tüm hüzünleri, at bi' kenara. kurtul...acıları sıyır, akıt iyice gözlerinden seni acıtanları. akıt, bitsinler. çıksınlar içinden. o boşalan yerlere çok güzel çiçekler ekilecek, yer aç onlara" diyorsun. "unut" diyorsun "bitsin". "yok et" diyorsun "yok et YOK olduklarını" "yok sayanlarını, yok say"
o zaman gel yanıma. sokul koynuma. başımı al yasla göğsüne. bastır kendine n'olur. gözlerimi kapatıp can bulayım sıcaklığında. açsın tomurcuklarım rengarenk. hiç solmasınlar bir daha.
benim tek istediğim bu. tek beklediğim. sıcacık bir bakış, bir ses, bir dokunuş, bir aşk. sıcacık senin gibi.
fırtınalardan bıktım. rüzgarlardan sıkıldım. ayaz istemiyorum artık. sıcaklık. tek ihtiyacım. sıcacık bir sıcaklık. yaksın beni. yanayım.
bulutlar olmasın. kararmasın hiç hayallerim. süzül aralarından tüm engellerin, gel bul beni hep. gel bul beni, yalnız bırakma. gel sar her şeye, herkese inat.
bıraktım kendimi sana. bıraktım her şeyimi. bıraktım BENi. çırılçıplağım şimdi. hiç birşeysiz. yeniden doğur beni. yeniden başlat. gökkuşağınla sar cıvıl cıvıl. masallar anlat. bana bir BEN hediye et. gel hadi. gel. üşüdüm yeterince. gel ısıt hadi. bıraktım kendimi serbest. yağmurunla yıka, temizle üzerime yapışmış tüm pislikleri. sev beni. sevilmek istediğim gibi sev. boğ sevginle. taşsın içimden, yayılsın her yere. istediğim gibi özle beni. yanımdayken bile özle. sar özleminle her yanımı. kımıldayamayayım özleminden. konuş benimle. istediğim gibi konuş. güzel sözler işitmek istiyor canım. bırakma beni. istediğim kadar kal. istediğimce benim ol. "hep" istesem bile. "hep" desem bile. gel hadi.
geldin mi... al beni, al hadi... her gün seninle doğup, seninle batayım... sarıl sımsıkı. bırakma. doğmaya başladım bile. başladı işte. bak doğuyorum, yepyeni umutlar ve hayallerle. doğuyorum gülerek. doğuyorum işte.....










Çarşamba, Aralık 06, 2006

öyle değil mi?

bitebilir herşey, herkes gidebilir.
uzak olunur. uzaklaşılır.
ses verilmez, aranmaz, sorulmaz, bilinmez.
konuşulmaz, bakışılmaz bile hatta zamanla.
sevişilmez,
özlenilmez belki de.
anılır belki ama ya "sevgi"?
bitebilir herşey, gidebilir herkes herkesten
alışılır mutlaka
mutlaka unutulur
çünkü biz "insanız" değil mi?
insanlarız
insanlıklara bulanmışız
insanlıklar belirleyip
insanca yaşamışız
insani duygular bunlar, öyle değil mi?
insan sever de
söver de
hatırlar da
unutur da
ağlar da
güler de
yaşar da
ölür de...
"o" bir insan öyle değil mi?
aramayabilir
düşünmez de
özlemi benim istediğim özlemden değildir belki de
kopar gider
istemez olur belki de
"ben" de insanım öyle değil mi?
aranmaya aranmaya öğrenirim aramamayı
özlenmedikçe unuturum özlemi
sevgimi eşitlerim sevgisine
alışırım alıştığı gibi, mutlu olurum belki de
"ben" de insanım öyle değil mi?
hepsini yapmak "insanca" hakkım
sevmek de
unutmak da
yaşamak da
ölmek de...










Salı, Aralık 05, 2006

teoman kara'ya...

hep söylediğim bir söz vardır. biriyle kesiştimi bi' kere yolun, artık varsınızdır birbirinizin hayatında. sadece anılarda olsa bile. bir anlık kalınsa bile, o hayatın, o anındasındır.
"an"da tanıştık. "an"da konuştuk. okuduk, yazdık, korktuk, güldük... ne dost olduk ne de dost değiliz seninle. ama sesin hep huzur veriyor, aylar sonra duysam bile.
zor bir dönemindeyim hayatımın. karışık ve sevilemeyecek bir döneminde... kendimi "en yalnız" hissettiğim bir dönemindeyim. ve bir yazı içimi ısıttı. bir şiir. B.O.den bir şiir.
çok teşekkür ederim, hep severdim bu sözleri bende ama bugün daha çok sevdim.
daha çok hissettim. daha çok etkilendim.
dedim ya ne dost ne dost değiliz birbirimize belki ama bugün, seni okurken beni gülümsettin. içimi ısıttın. yalnızlığımın bir kısmını söküp aldın.
çok teşekkür ederim sana çok.
her bir sözü sanki senden bana gibi hissettim. her bir sözü, "beni anlayan biri var" tebessümüyle okudum. her bir sözü içime soludum, derinlere... soludum. soludum... sözlerin bile kokusu olduğunu fark ettim. mis gibi "umut" kokuyordu. daha çok çektim içime. daha çok koklamak için. şu an nefesimde o sözler. benimle soluyor, beni solutuyorlar. ve her yanım "umut" kokuyor. sayende...
B.O.den sana, senden bana, benden bu sayfaya. sen de solu, bakalım kokusunu alabilecek misin? Yüzünü dökme küçük kız
Bırak üzülmeyi
Bir tek sen misin bir düşün
Unutan sevilmeyi
Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır
Yüzünü dökme küçük kız
Kızma onlara
Yalnız sen misin bir düşün Zincir oranda buranda
Her tutsağın bir kaçışı
Uykunun uyanışı da vardır
Yüzünü dökme küçük kız
Yaşamın anlamını bul
Sonra dinle kendini
Yolunu bil
Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır

çok teşekkür ederim Murat...








Pazartesi, Aralık 04, 2006

sen beni anla bitanem
bil içimdekileri
gör
ne ayıp yaptıklarım, ne günah
"sev"dim sadece
sadece "sev"dim
tüm sevilesileri, hatta sevilmemesi gerekenleri bile
kimseler üzülmesin, herkes mutlu kalsın dedim
açmadım içimi, son "an"a kadar
açtıklarım dinlediler
ama göremediler yükümü
anlamadılar
ellerim uzanmış kaldı
kimse tutmadı bebeğim
sen daha minciksin
göreceksin bir gün beni
anlayıp, tanıyacaksın
öyle insanlara "hayat" verdi ki annen
gururun olacağım, biliyorum
"sev"dim çünkü bebeğim
sadece "sev"dim
aşık oldum bi' de
benim olamayacak olana
ümitlendim hayata dair onunla
ama olmadı bebeğim
o da tutamadı elimden
yapılası öyle çok şeyleri vardı ki
ellerimi geri çekmek zorunda kaldım
sen bitanem
sen, ancak diyebilirsin
"haksızlık bana" diye...
ama affedersin anladıkça
bildikçe
tanıdıkça beni
seni çok seviyorum oğlum
çok güçlü ol e mi?








bilmemek ayıp!

bilinmeyenden gelip
bilinir sanılanı yaşadım
hiç birşey bilemeden
bilmediğime gidiyorum...
bilmediklerimi arkada bırakarak
hiç bilemedikleri beni,
bilmeden hatırlasınlar diye...









Pazar, Aralık 03, 2006

sizler ittiniz beni. hepiniz...
tek başıma kaldım.
içimi açmıştım oysa ama ne dinlediniz ne anladınız.
vedaya çok az var.
sevdiklerim
sevdiğim
umursayan umursamazlarım
ulaşmak isteyip de ulaşamadıklarım
ulaşmaya gayret bile etmeyenlerim
siz
sen
sebebiniz size "doğru"ydu eminim
keşke görseydiniz, duysaydınız beni
nasıl ihtiyacım vardı size
ama artık yok...
şimdi veda vakti
vedam
bana ait bir veda
ve bana has...

Perşembe, Kasım 30, 2006

senden sonrası bomboş
anlamsız, senden sonrası
başka bir aşk imkansız
dokunamaz kimse senin gibi
öpemez
huzur veremez, verdiğin gibi
"sen" kokmaz kimse, senden sonra
gülemez kimse senin gibi
ısıtmaz nefesi beni nefesin gibi
sevilemez kimse senin kadar, senden sonra
"aşk" olmaz senden sonra
istenmez
özlenmez
ağlamaz kimseye gözlerim
gülemezler de
sana baktıkları gibi bakamazlar...
kalp çarpmaz senden sonra
ses olmaz
çiçek kokmaz senden sonra
masmavi olmaz gök, senden sonra
güneş ısıtmaz
kar dondurmaz
gün doğmaz senden sonra
gece olmaz
"aşk" olmaz senden sonra
"hayat" da...
nefes kalmaz,
solunmaz senden sonra
umut olmaz
hayal kurulmaz senden sonra
senden sonra aşk, senden sonra
"ben" kalmaz
"ben" olmaz, senden sonra...









Çarşamba, Kasım 29, 2006

güneş batıp, gün bittiğinde kapanır kapılarım, kendime bile.
dört duvar ve ben...
ses yok.
hayat yok...
bol bol "yalnızlık"
bol bol "hüzün"









zaman...

(...) gezdin tozdun aman aman,
sazdın sözdün aman aman,
giderek üzdün bizi ZAMAN.
yazdın çizdin aman aman,
incecik izdin aman aman,
sıraya dizdin bizi ZAMAN. (...)(Duman'dan)

nasıl bir sıra bu belli değil. kim kimin önünde, en arkada kim var? ilerliyoruz en öndekinin işi bittikçe. önümüzde daha kaç kişi var? bilmeden... ne zaman "en öndeki" olacağımızı kestiremeden. kimi, kiminin önüne geçmeye çalışıyor. kimi, yerini arkasındakine vermeye... önümdekilerin gitmelerini görmek istemiyorum daha fazla. en öne geçmeyi çok istememe rağmen, arkamda olduklarını düşündüğüm bi'kaç kişi engelliyor beni. "öne geçmek yok, sırayla" diyorlar. "girmişsin madem bu sıraya, uymak zorundasın kurallara."

kurallara uymak? ama ben ısrarlıyım. bir fırsatını kolluyorum. bulur bulmaz bir yolunu, en öne geçebilmek için...










Pazartesi, Kasım 27, 2006

bugünüm...

bana hiç söylememiş... içindekileri açmamış. günlerce çektiği acıları paylaşmamış. tek başına yaşamış, üstelik sebebi "ben"ken.
dinledikçe O'nu bugün "bittim" sandım. "çek git" dedim "git hayatından" "ne kadar yakmışsın canını, ne kadar acıtmış..."
gitmek istedim, kalkmak... hiçbir şey demeden gitmek...
önce karanlık oldu... yüzünü bile göremedim. sonra çok soğuk... birden bir şey girdi sanki beynime. sanki bir kerpetenle beynimden bir parça koparmaya başladı biri o an. çok acıdı canım. ama çektiğim ağrı değildi o an dayanılmaz olan... "gidememiş" olmamdı. gidemeyişimdi.
iki gün... hiç bir şeysiz iki gün... yapayalnız... neden? nedeni, BEN.
gidemeyişim parçaladı beynimi. midem bulandı, çıkaramadım içimdekileri bile. ne kusabildim ne gidebildim...
sığındım koynuna. sokuldum O'na. tek O'num vardı çünkü. O'nsuzluk "hiçbir şey"sizlik demekti. soluksuzluk demekti. ümitsizlik demekti. eksiklik demekti. yarılanmak demekti. O'nsuzluk ölüm demekti.
gidemedim. yapamadım.
ama bir kere daha olursa... bir damla gözyaşının nedeni "ben" olursam, o an gideceğim. "hiçbir şey"siz kalacağımı, "yarım" olacağımı bile bile gideceğim...
mutluysa mutluyum. mutluysa huzurlu... mutsuz olmamak için, huzursuz olmamak için "mutsuz" ettiğim an gideceğim O'ndan........








Perşembe, Kasım 23, 2006

mevsim dönümünden mi yoksa başka bir nedeni mi var, bilmiyorum. ama "ben" başka bi "ben" iki gündür sanki. vurdumduymaz, yaramaz, boşvermiş, "adaaaam sen de.."ci bi "ben". ne olursa olsun, ne denirse densin tepki vermek gelmiyor içimden. ne pozitif, ne negatif... her şey öyle komik ve basit geliyor ki... "yaşıyorum çok şükür"lerdeyim resmen. ne istersem onu yapıyorum. gitmek zorunda olduğum bir yere bile, "bugün gelmeyeceğim" cümlesini bir patron edasıyla kuruyorum. her zaman "neden aramıyorlar, neden sormuyorlar" dediğim cümleler bile "kendileri bilir"e dönüşmüş durumda. her ne ise sebebi, çok iyi geldi bana.
size de tavsiye ederim. hani derler ya "bi kere geldik şu dünyaya, tadını çıkaralım doyasıya" olayı işte.
geçin aynanın karşısına. iyice bi bakın kendinize. ama iyice. ne kadar yabancı geleceksiniz, kendinize bile, yüzünüzü detaylı inceleyince. sonra hayatınızda sizi mutlu eden "şey"leri, mutsuz edenlerden çıkarın. sonuç negatif çıkarsa eğer, çıkarma işleminden önce, mutluluklarınızı üç ya da beş ile çarpın. bulduğunuz sonucu yerleştirin teninize dikeceğiniz bir cebe. koyulun sonra yolunuza. yapacağınız her işte, atacağınız her adımda, cebinizdeki sonuca eklenecek ve onun değerini yükseltecek bir "şey"ler yapın. yapın. ne bileyim, güvercinlere yem atmak bile dahil olabilir bu "şey"lere. diyelim ki o an telefonunuz çaldı ya da ne bileyim bir arkadaşınızı gördünüz. engelleyecekse sonucu, boşverin telefonu da arkadaşınızı da. kendinizlesiniz, daha güzel ne olabilir ki...
boşverin KALIPları. uzatın ayaklarınızı insanların geçtiği yerlere, eğer o an uzatmak istiyorsa canınız. ya da şarkınızı söyleyin kalabalık bir yerde birşeyleri beklerken, içinizden mırıldandığınız şarkınızı. yüksek sesle hem de. sesiniz kötü de olsa. detone de olsanız. sizin şarkınız o. ve söylemek istiyorsunuz o an. mutlu oluyorsunuz. söyleyin. insana has şeyler yapın yani. sizi "insan" kılmış olan.
kalbiniz mi hızlanıyor "o"nu gördüğünüzde, söyleyin. ne kaybedersiniz ki? zaten bir gün kaybedeceklerinizin, hatta sizden sonra zaten kaybolacakların dışında, ne kaybedebilirsiniz ki? sizi ne mutlu edecekse, cebinizdekinin değerine değer katacaksa onu yapın.
boş boş dolaşın deniz kenarında. alış-veriş merkezlerinde, taksimde... canınız nerede isterse...
sizi "insan" yapan "insana has"larınızı yaşayın. çok keyifli. çok zevkli.
ve varsa şansınız "aşık olun". en aşığından hem de. "seni seviyorum" diyin her fırsatta. "seni seviyorum" demeyi sevin hatta. ve hele bir de seviliyorsanız... daha ne diyebilirim ki... varın tadına. "insan"ı "insan" yapanlarınızı yaşayın. herkesin yapabildiklerini değil. "insan"ı "insan" yapanlarınızı.
ben iki gündür başka bir "ben"im. çok mutlu ve çok huzurlu. yapmam gerekenleri değil yapmak istediklerimi yaparak tadını çıkarıyorum "insan"lığımın. size de tavsiye ederim. bir deneyin.

ve son olarak: "AŞK, SENİ ÇOK SEVİYORUM"








Pazartesi, Kasım 20, 2006

kendime...

senin kavgan büyük gülüm. boşver sıradanlıklarla uğraşmayı. ismin kalacak ardında ve sen bunun için varsın. uğraşma artık "hayatlara" katılmaya çalışmakla. bırak dileyen varsa, gelsin girsin senin hayatına. senin kavgan büyük gülüm. kimseler bilmez kavganı görmez. sen senin için, sen "onlar" için yapıyorsun bu kavgayı. yıllara yorgun düşüp, hayata incinmişlerin gözlerinde ışık olduğunu varsın kimse bilmesin. "onlar" biliyor ya gülüm. minicik hayatlara verdiklerinden bi' haber kalsınlar. "onlar" gülümsüyor ya. hiç görmediklerin, bilmediklerin doyuyor, ümit doluyorsa içleri, kimse bilmese de olur. bilmediklerin biliyor gülüm, bildiklerinden sana ne... yolun uzun. yolun karışık. ama zevkle koşuyorsun o yolda. boşver gülüm mutlusun sen böyle. yalan mutluluklar arama, gerçeklerine daha sıkı sarıl. seni her gördüklerinde "sevgi"yle bakan onlarca minik ve onlarca yıllanmış göz var gülüm. kaç kişi sahip o gözlere? sana yıllarca birikmiş sırları açan ya da tazecik umutlarını paylaşan kalplerin var senin. kaç kişi sahip o kalplere?
senin kavgan büyük gülüm... bırak dışardan "göründüğün"ü bilsinler. yetinsinler. hazineni anlayanlarla paylaşmaya devam et gülüm. sen mutlusun onlarla. onlar mutlu seninle. huzurlu koyuyorsun "onlar"ı düşündükçe, yastığına başını. o huzuru bozanları at kafandan. sil. geride kalsınlar.
her yeni nefes, "hoşçakal"a bir adım unutma... "hoşçakal" dediğin gün, sen "hoş" git. kalanlar "hoş" ya da "boş" kalsalar da olur. sen hoş git gülüm. yapmak istediklrini kimse için durdurma. kimse için erteleme. sözlerin var, kendine verdiğin. "onlar"ın gözlerini ışıksız kalplerini ümitsiz bırakma tekrar. yapma gülüm. sakın yapma.
sevilmek sevmekten daha güzel gülüm. hem sevenini sevmek daha kolay. yapmacıkları ayır artık. bırak düşünme bile. iş olsun diye gül, iş olsun diye konuş onlarla. sadece konuşmak istediklerinde. onlarsız eksik değilsin sen gülüm.
sevmeyi bu kadar sevme gülüm. iyi değil bak. sevilmek önce gelsin, bırak sırayı ona ver hadi. sevilmeden seveceğin tek kişi "oğlun" kalsın. sevmese de birgün seni, sen onu hep seveceksin. onun dışındakilerse severlerse sevilirler. sevmezlerse kendileri bilir.
senin kalplerin ve gözlerin var kimselerde olmayan. senin kocaman bir kavgan var iz bırakacak olan ardından. senin bir oğlun var kanınla hayat verdiğin. senin bir "sen"in var ki tek "sen"in bildiğin....








çocuk... sadece çocuk...

uçurtma, elmaşekeri, renk renk oyuncaklar, balonlar, şekerler, çikolatalar, bisikletler, kalemler, kağıtlar, boy boy çantalar...
hayallerini bile kuramazlar. bilinmeyen birşeyin, bilinmeyen şeylerin "hayal"i olmaz ki...


















































Cuma, Kasım 17, 2006


bugün tam üç yıl oldu, saramayalı seni. her geçen günde özlemin artıyor içimizde Uğur'um. her bir anıya dönüş, gözyaşı sebebimiz oluyor.

hiç gitmedim mezarına, mezar taşın yapıldıktan sonra. o yazılanları görmemek için hiç gitmedim. gitmek istemedim. görmek istemedim. dün dayımla fotoğraflara bakarken çıkıverdi aradan birden o fotoğraf. "UĞUR ELMALI 05.01.1979-16.11.2003" gördüm. okudum. içim şimdi sanki oyuluyor. sanki kalbimi, ucu keskin dahi olmayan bir cisimle, söküp çıkarmaya çalışıyorlar. bilmek farklı, görmek çok farklıymış Uğur'um, çok farklı...

hepimizin kalbinde, beyninde, ruhundasın her saniye. seni çok seviyoruz Ugi'm. "zaman"ın "çare" olmadığı bir acı bu. "birgün kavuşacağız ona"larla avutuyoruz kendimizi. birgün Uğur'um, birgün...

ve hala "sırdaşım" olduğun için, çok teşekkür ederim. hala dinlediğin için beni.

kendine dikkat et bi'tanecik, her yeni günle yaklaşıyor kavuşma günümüz.

SENİ ÇOK SEVİYORUM UGİ'M...




















Salı, Kasım 14, 2006

soğuk iliklere işleyecek türden. ama güneş engelliyor soğun içime sızmasını. içimi kıpırdatıyor aydınlığı, tenime değdiği yerdeki sıcaklığı. güneşli ve soğuk bir gün bugün. kötü ve iyi bir gün bugün. yalnız ve kalabalık bir gün.
evden çıkar çıkmaz sıcacık ve pırıl pırıl güneş ışınları buz gibi rüzgarla elele karşıladı beni evin bahçesinde.
dışardayım ne güzel.
adımlarımı atmaya başlarken, yine düşüncelere boğuldum. sonra birden "düşünmeden" dedim. evet hiç bir şeyi...
yokuştan inerken hergün etrafımda gördüğüm ama sadece gördüğüm herşeyi inceledim bugün. evleri, insanları, ağaçları, çöp kutularını bile.
yokuşun sonu kalabalık keşmekeş ahmediye meydanıydı. herkeste bir telaş, bi yerlere yetişme çabası. derin bir nefes aldım. boğuluyordum çünkü. adımlarım hızlandı. bir an önce gitmek istiyordum. derken evet. işte masmaviydi. tıpkı tahmin ettiğim gibi. gökle aynı. maviydi gök deniz gibi. maviydi deniz gök gibi. iskeleye koştum. eminönüne bir jeton aldım. vapur kalkmadan yetiştim. yan tarafa dışarıya oturdum. gözlerimi kapatıp rüzgarı dinledim. insanların gürültülerini arkada, fonda bırakarak.
çalıştı vapurun motoru. bembeyaz köpükler oluştu denizde. ve sonra şairin dediği gibi "mavi patiskayı yırtarak" yola koyulduk. martılar yine atılan simitleri kapabilmek için eşlik ediyorlardı seyahatime. simidi kapan sonuna geçiyordu sıranın. kızkulesi. şemsipaşa. salacak. harem... ohhh... nefes. rüzgar. güneş. tebessüm. "iskele verilmeden" vapurdan atlamalarla yanaştık eminönüne. sonra yine düşünceler düşünceler. yürürken ne kadar çok düşünüyormuşum meğer. sultanahmetteyim. telefonum çaldı. kim olduğuna bile bakmadım. sultanahmette bi banktayım. güneşle. oturdum "hiçbirşey" yapmadan. hatta düşünmeden bile. düşünmeden ama gerçekten düşünmeden. yani düşüneceğim şeyleri bilerek ve isteyerek seçtiğim zaman ben buna "düşünmek" demem. öyle yaptım. ne düşüneceğimi seçtim ve bilerek isteyerek seçtiklerimi düşündüm. oturdum. bakındım. seyrettim. düşünmeden düşündüm. gözlerimi etrafta dolaştırdım bol bol. genç insanlar, orta yaşlılar, ihtiyarlar, çocuklar... kuşlar, köpekler, kediler, ağaçlar... güneş. kalktım banktan, kalktığım yöne doğru yürümeye başladım, varış yeri belirlemeden. yürüdüm. vitrinlere baktım ama görmedim. laf attılar birkaç kez. işittim ama duymadım. güzel sözlerdi sanırım. tanımadıklarımdan gelen, tanıdıklarımdan bekleyip de duyamadığım sözler... kapalıçarşı. kalabalık. kargaşa. gürültü. renkler. sesler. kokular. yürüdüm. düşünmeden düşünerek. bedestanda bi kahveye oturup çay içtim. üzerimdeki gözleri görmezlikten geldim. neye bakıyorlardı ki? düşüncelerimi anlamak için değildi eminim ama ben öyle hissetmek istedim. hesabı ödedim, paraüstünü beklemeden yine yürümeye başladım. düşündüğümü farkettiğimde eminönündeydim yine. düşünerek bindim vapura. vapurda yine düşünmeden düşünerek üsküdara ulaştım. uzatılan iskeleden indip karaya ayak bastım. kalabalığın içinde düşünerek eve döndüm. güneşle buluştum bugün. güneşle konuştum. kapıyı açıp eve girdim. güneşi de çağırdım ama gelmedi. başkasıyla sözleşmiş. vedalaştık. eve girip yalnız kaldım. müzik açtım. içecek birşeyler koyup bunları yazdım. şimdi bir soru size... cevabını papatya falında arıyorum aslında ama sizden de duymak isterim bakalım falımla aynı mı?
yaşıyorum... yaşamıyorum... yaşıyorum... yaşamıyorum... sapını da sayarsam "yaşıyorum" çıkıyor.








yürüdüm yürüyeli hep taşlara takıldım.
düşmedim belki tam ama sendelmekten sıkıldım.
taş yoksa bile o an yolumda durduk yere burkuldu ayağım.
ya ben yürümeyi öğrenemedim ya da yolum hatalı.
yapmak istedim yapamadım.
yaptıklarımı hiç istemeden yaptım.
olmak istedim olamadım,
olduğumu ise sayamadım.
sevmek istedim sevemedim,
sevdiğimle olamadım.
gülmek istedim nafile
güldüklerimeyse doyamadım
almak istedim alamadım
aldıklarımı da saramadım
yaşamak istedim, yaşamadan
bu dünyayla vedalaştım.
veda ettim ama gidemedim
gördüğünüz gibi, hep yerimde sayakaldım...








Pazar, Kasım 12, 2006

minik elleri, arkasına saklandığı babasının omuzlarında. kocaman sayılan bir taşı siper etmişler. kocaman sanılan çünkü yeterince kocaman olmadığını, o minicik vücuduna gelen kurşunlar ıspatlıyorlar. baba çaresiz. korkulu gözlerle, bir yandan başkalarının çıkarı için orada bulunan ama kendi canavar yönlerini tatmin etmekten geri kalmayan, insanımsılardan koruyor yavrusunu, diğer yandan oğluna siper ettiği gövdesini kendine gelebilecek kurşunlardan.arkasına dönüp oğlunun çırpınışlarını gördüğü an, o kocaman kapkara gözlerindeki korku yerini çaresizliğe bırakıyor. çaresiz çaresizliğe. ve oğlu, canı, herşeyi orada, kollarında veriyor son nefesini. oysa o babasına güvenmişti. onu tüm kötülüklerden korurdu babası. o anda bile arkasına sığınmıştı. korkuyordu. ağlıyordu. ve neden öldürüleceğini bilmiyor hatta sormuyordu. o babasına güveniyordu. baba siper etti gövdesini. bağırdı, yalvardı... baba çaresizdi. ve o çaresizliğin yerini ağlamalara, haykırışlara, kine, nefrete, acıya bıraktığı andı işte o son nefesin anı. minicik bir kalbin durmasıyla, bir nefesin son bulmasıyla ve küçücük bir bedenin kıpkırmızı renge boyanmasıyla bitti çaresizliği babanın. bitti. tıpkı oğlunun sesi, gülüşleri, öpüşleri, yaramazlıkları, oyunları gibi bitti.

nasıl bir kindir bu? ne için? kim için?
bitmeyecek biliyorum. son insanoğlu yok olana kadar sürecek. yok olana kadar bitmeyecek. soluklar tükenene kadar, bitene kadar bitmeyecek
peki niye?

niye, bitenler bitmeyenlerden daha güzel?









Cuma, Kasım 10, 2006

bu fotoğrafımı çok sevip, benden alana :)

bizim rengimizle yazıyorum (sen anlarsın neden:)). yazdıklarımın hiç biri sana değil bitanem. onlar kendinlerini biliyor aslında ama hala anlamıyorlarsa sadece kapasite meselesi :)
ben sana ve artık sevgine de ve bundan böyle sevgime de fazlasıyla güveniyorum.
kendi yollarına gidenler, gitmesi gerekenler. bizim yolumuz bir seninle.
ben senin yoluna, sen benim yoluma.
canım kanım kardeşim de dahil değil bu sözleri yazdığım kitleye, olamaz da. kuzen zaten bitane. şerefim tek dostum. aziz beni en anlayanım. banumsa gözlerimden bilenim...
bu sözler bu laflar bilmeyenlerime, anlamayanlarıma, sevmeyenlerime, sevdiğini sananlarıma...
ne sana ne yukarıda adı geçen CANlarıma...
öpüyorum seni, "kuss" ile :) habersiz bırakma beni. biliyorum ki en güzeli, en iyisini yapacaksın şu an peşinde koşturduğun işlerinin. biliyorum, eminim.
adile naşit isimli balina sanılan bir lüferi sevenim :) kendine iyi bak. "ben"li kal!!!


yorumlu...


bundan böyle sadece hak edenlere "sevgim"
hak etmek= güvenmek, güvenilmek, bilmek, bilinmek ve gerçekten sevilmek.
geri kalan herkesin "canları cehenneme"(tabiri caizse)
en güvendiğim, en bildiğim "ben"im, demek; en çok kendime sevgim...
artık mutluyum ya da mutsuzum'ları tek paylaşacağım kişi de "ben"im.
anlamayanlar anlayanlara anlatsınlar!
anlayanlar beyinlerine kazısınlar!
bitirenler nedenlerini sorsunlar!
soracakları kişiler de "kendileri" olsunlar.
çözemeyenlerinse, cehenneme dedim ya "yolları uzun daima açık olsun"
hadi size, uğurlar ola!!!
siz yolunuzaaaaa
ben yolumaaaaa



Perşembe, Kasım 09, 2006

hey millet!

şu beş paralık dünyadaki beş para etmeyip de kendilerini bi ..ok sananlar, sözüm size: evet sizler gerçekten birer "..oksunuz". deli gibi içtim sayenizde şimdi de katlanın hadi içimden size söylemek istediklerime.
basit omurgasız yaratıkların bile aşağılayacağı en basit yaratıklarsınız.
nefret dahi edilemeyecek kadar insani duyguları haketmeyecek varlıklar, duyun hepiniz.
alın her haltınızı neyse istedikleriniz defolup gidin benden. belanızı bile versin diyemem allaha ama dualarım da hep aleyhte bilin. bed- mi, değil mi bilemem ama dua işte. size. sizlere. en içten hem de.
o yalanlarla dolu dilinizi en müsait bi yerinize sokulu görmekten mutlu olacağım gün gitmek isterim bu dunyadan ama yine şanslısınız o kadar değil ömrüm. konuşun hadi, soyleyin benden umup da bulamadıklarınızı, yaşattığınız hastalıklı hayallerle süsleyip anlatın. zevkliyse bende yapayım. var mısınız özne olmaya?
boşuna ağırlık kafatasınıza, o kullanmadığınız beyniniz. hammallık etmeyip ilk fırsatta aldırıp kurtulun derim ben. ama anlamazsınız ki bu deyişlerimden. algılamak için boşa taşımamak gerek o organı çünkü.
bakın ne diyorum;
evet 2 üniversite bitirdim
işletmeyi de almancayı da
türk dilinde, arkeolojide, eğitim bilimlerinde master yaptım
karşılaştırmalı dil bilimi alanında da doktora yapmaktayım alman dili bölümünde
politikayla ilgilendim ve yaşımın gelebileceği en üst yere geldim sonra BEN bıraktım, bırakmasaydım çoğunuz şimdi ayaklarımı öpüyor olurdunuz.
tiyatroyla uğraştım, torpilliler sıradayken şehir tiyatrolarına da mimar sinana da BEN seçildim.
kitap yazdım iki tane, yakında raflarda olacaklar hem de.
üye oldugum her derneğin bir numaralı insanıyım. ve her işimi tamamlyan dediğini yapanım.
okurum yazarım kafam zehir gibi çalışır.
kibarım saygılıyım ama nedeni cehalet ya da korkaklık değil, önem verdiğim içindir.
müzik de var hayatım da bilimden de anlarım.
girdiğim yarışmalarda bile hep ben kazandım.
ama aptal yönüm de varmış ki hep alçakgönüllülük yaptım. salak yerine konacağımı anlamayacak kadar bu konuda aptalmışım.
"aaah ahh" deyip de iç geçirdiğiniz bence basit sizce muhteşem hayatlara, bir "evet" kadar yakınım.
tv.de görüp de "ne şanslı" dediklerinizden bile var bekleyenler bu "evet"i.
şimdi bi bakın bakalım neymişim ben?
he?
biliyorsunuz zaten
ama hatırlatayım dedim yeniden.
artık yukardan bakmam lazım size aşağıdakilersiniz çünkü.
tebriklerrrr yarattınız benden "bu kadını" bayram edinnnn.
hepinize lağım faresinden bile kokuşmuş olduğunuzu hatırlatan bir tavırla yaklaşmak gerek bundan böyle.
hazır olun ezilmeye, incinip yetersiz hissetmeye.
hey kendini bi ..ok sananlar, sizler gerçekten birer ..oksunuz.
ve ..okların yeri yok hayatımda.
benim kendime ait doğal olanlarım var, onalrı da periyodik olarak atıyorum zaten vücudumdan.
küçük şeyler (şey=ben de bilmem hiç birşeye layık olmadığınızdan dedim sanırım ama o bile değerli kaldı düşününce şimdi) açın kulaklarınızı gözlerinizi: SİZDEN NEFRET EDİYORUM
aşığım evet. ama bu beni ilgilendirir. üstelik, o sandığınız kişiye de değil. ve güvenmiyorum üç kişiden başka hiç kimseye. bundan böyle cevabım her an hazır size.
bir yapıp bin göreceksiniz... hey kendini bi ..ok sananlar, sizler gerçekten birer ..oksunuz
oh beee...