Salı, Şubat 27, 2007

Heidi Heidiii deine Welt sind die Bergeeee ;)


inleyen nameler artık ruhumu sarmıyor. :) neşeli ve kıpırtılı namelere var içimde yerim.
hayatın tadına varıyorum nihayet. nihayet hayallerimin peşindeyim sımsıkı.
ve o güzel dünyamdayım nihayet, yıllarca ümid etmekle yetinip de bir türlü girmeye çalışamadığım.
aşkın kandırıkçılığını sildim beynimden, bedenimden. tümden yok ettim yalan sevişleri. gerçeklerine şimdi boşalan yerler.
o kadar çok şey var ki yapmaya başladığım, sıraya bile dizemiyorum, hepsinden başlamak istiyorum, kıyamıyorum herhangi birini ikinci sıraya atmaya. :)
tüm bu güzelliklere baharın gelişini de eklersek;
tabir'i caizse, "gel keyfim gelll" :)

Cumartesi, Şubat 24, 2007

yenilenmek...


bahar geliyor...
canlanacak doğa.
hayat bulacak yine renkler
ısınacak dışımız da içimiz gibi
bahar geliyor
dökülen yaprakların yerine yemyeşillerinden yenileri açacak
solan çiçekler yeniden renklenecek
bahar geliyor
göçen kuşlar geri gelecek
cıvıltıları "günaydın" diyecek yine her sabah güneşle
bahar geliyor
bizler?
ben?
yani???.... ;)

Cuma, Şubat 23, 2007

bunu hak' edecek ne yaptımdı?...


BAMBAŞKA BİR YÖNDEYİM
HUZURLU OL, MUTLU OL DİYE...
RAHATLAMAN, KURTULMAN İÇİN BELKİ DE...
KENDİ KIRIKLARI KENDİNE BATTI KALBİMİN.
KANATTI.
HİÇ YER ALMAMIŞIM YÜREĞİNDE MEĞER...
BEN Bİ' DE "Bİ' PARÇAM KALIR" ÜMİDİNİN TESELLİSİNDEYDİM OYSA...
GİDİŞİNLE KIRILMIŞTI YA HANİ KALBİM
HİÇ SEVMEMİŞLİĞİNİ ÖĞRENMEMLE İŞTE, O KIRIKLAR BATTI, KANATTI...
BIRAK KIRIK KALSAYDI
YARALAR AÇMASAYDIN
O YARALAR CANIMI ÇOK ACITTI.
ÇOK SEVMEMİN BEDELİ BU KADAR AĞIR MI OLMALIYDI???

Perşembe, Şubat 22, 2007

İ.A.K.'a ;)


hayatın kavgasında bazen yumruk yumruğa bazen sadece söz dalaşıyla dövüşürken, fark edemediğimiz nice güzellikler kayıp gidiyor yanıbaşımızdan. sonra arkalarından bakakalıp "nasıl görmedim, göremedim" diye üzülüyoruz.
peşlerinden bile koşmaya cesaret edemiyoruz üstelik.
işin kötü tarafıysa; tüm bunların yaşla, başla, aşkla, meşkle, para ve pulla alakasının olmaması...
hani "gönül gözü" derler ya...
sanırım benim ki açıldı :) görmeye başladım onları... çok uzaklaşmamış olanların da peşlerinden koşmaya başladım...
bu ne güzel bir mutluluk, ne büyük bir huzur...
herkes için dilerim. mutlaka ama mutlaka deneyin. başaracağınızdan da eminim.
dün yine hayatımın en güzel günlerinden birini yaşarken, hayatımın en büyüleyici, en uzun, en yapılası ve en istenilen hayalime döndüm ve yeniden hayal ettim. hayal ettirildim. sonra peşine takıldım o hayalimin. şimdilik adım adım peşindeyim yol biraz yokuş çünkü. ama düz yola bi' varayım koşar adımlarımla yakalayacağım onu.
o bambaşka hayalimin peşine takılmamı sağlayan, hatta o hayalimi yeniden hayal ettiren, belki de benimle beraber hayallerine aynı hayali katıp koşacak olan, tatlı mı tatlı, şeker mi şeker, içten mi içten, en dürüstünden, en gülecinden, en yaşamışından, en yaşanılasından ve en sevilesiden olan birine çooooooooooooook teşekkür ediyorum.
iyi ki girdin hayatıma, katıldın yolculuğuma :)
he bi ' de adıyamanı sormayı da unutma ;)
öptüm "colk" diye
bi' de söz sana bi' dahakinde "hannibal" ;)

Salı, Şubat 20, 2007

Sezen'e... gerçekten sezene...


"...kazanmalı kaybetmeliyim, aşk uğruna harb' etmeliyim..."
harb' ettim kendimce...
kaybetmeyi göze ala ala hem de
hak etmediklerimi duya duya
harb' ettim kendimce.
"keşke"lerin ümidiyle "sanki"lerin beklentisini karıştırdım harbimde... karıştırıp "belki"lerimi yaptım O'na dair.
harb' ettim kendimce...
kaybetmeyi göze ala ala hem de
kazanma beklentisi dahi yaşamadan harb' ettim.
kolay mıydı bu harp sanki...
koskocaman bir aşk'tı karşımdaki...
tüm gücümü toplayıp,
uğruna ölümü dahi göze aldığım bir hücuma hazırlanırken,
gördüm ki "meydan"da yalnızım.
"aşk" diye savaştığım bir hayalden ibaretmiş.
yokmuş.
savaşta tekmişim.
tek başıma kiminle savaşabilirim ki...
ne için, ne uğurda olur ki bu savaş?
döndüm arkamı, hayal savaş meydanıma şimdi.
koşar adım uzaklaşmak için.
uzaklaştıkça unutup o hayali
uğruna gerçekten savaşacak birşeyler bulmak için.
diyeceğim şu ki Sezen'im,
"bu kızı yeniden büyütmeye başladım.
kor ateşlerde yürüttüm yeterince
değirmenlerde öğüttüm bir de.
ama ne kazanabildim ne de kaybettim;
AŞK uğruna savaştığımı hayal ettim..."

SÖZ var SÖZcük var...


yıllar,
yüzyıllar öncesinden anlatmışlar, bizim hala anlamaya çalıştıklarımızı.
ne süslü sözcükler
ne uzun cümleler kurmuşlar.
tıpkı hayatın aslı gibi
kısa
ve basit...

Karac'oğlan dört yüz yıl öncemizden anlamış hayatı...


BİR AYRILIK BİR YOKSULLUK BİR ÖLÜM


Vara vara vardım ol kara taşa

Hasret kodun beni kavim kardaşa

Sebep gözden akan bu kanlı yaşa

Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm


Nice sultanları tahttan indirdi

Nicesinin gül benzini soldurdu

Nicelerin gelmez yola gönderdi

Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm


Karac'oğlan der ki kondum göçülmez

Acıdır ecel şerbeti içilmez

Üç derdim var birbirinden seçilmez

Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm

XIII. yüzyıldan ta sekiz yüz yıl sonrasına seslenmiş Yunus


GEL GİDELİM DOSTA GÖNÜL


Bir karardan durmayalım

Gel gidelim dosta gönül

Hasretinden yanmayalım

Gel gidelim dosta gönül


Kılavuz ol gönül bana

Gel gidelim yârdan yana

Canım kurbandır canana

Gel gidelim dosta gönül


Kara haberin almadan

Can bedenden ayrılmadan

Azrail bizi bulmadan

Gel gidelim dosta gönül


Gerçek murada varalım

Yârin hatırın soralım

Yunus Emre'yi alalım

Gel gidelim dosta gönül

Pir Sultan XVI. yüzyılda aşka ağlamış







Geçti Dost Kervanı



Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası gözümde tüter
Bu ayrılık bize ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni

Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize ölüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni

Pir Sultan Abdal'ım kalkın aşalım
Aşıp yüce dağı engin düşelim
Çok nimetin yedik helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni

20 yüzyıldan Veysel seslenmiş...




YUMMA GÖZÜN KÖR GİBİ



Kambur felek sanki beni kayırdı
Eşten dosttan nazlı yardan ayırdı
Gizli sırrım memlekete duyurdu
Sanki benim bir ettiğim var gibi
Kimine at vermiş eştirir gezer
Kimine aşk vermiş coşturur gezer
Kimine mal vermez koşturur gezer
Sanki bunu zengin etmek zor gibi

Bir kısmına yayla vermiş köy vermiş
Bir kısmına büyük büyük pay vermiş
Sevdiğine güzellikle boy vermiş
Al yanaklar şule verir nur gibi

Birinin aklı yok deli divane
Bir kısmı muhtaçtır acı soğana
Bir kısmını zengin etmiş yan yana
Şimdi kendi saklanıyor sır gibi

Kimine saz vermiş çalar eğlenir
Kimi zevk içinde güler eğlenir
Veysel gözyaşlarını siler eğlenir
Yeter gayri yumma gözün kör gibi



Pazartesi, Şubat 19, 2007

ne mutlu bana...

hehoyt
küçük ama benimmmm
ben burayı pek sevdimm
bir ayağım Istanbul'da, bir diğeri burada...
ve burda yepyeni dostlarım
asım amca, makbule teyze
ve ayla ve annesi ve babası ve abisi
ve fatih ve eşi ve gülen yüzleri
ve mehmet ve eşi ve mehmetin paniği
ve ilyas hocam
binnaz hocam
recep hocam
muharrem hocam
ve sevinç
ve filiz
ve hakan ve yusuf
bir de sokağımın bakkalı (pardon yani marketi) hüseyin amca...
he bi' de emlakçı mustafa bey, unutmadan.
ve sıcacık
ve huzurlu
ve çok mutlu
ve yepyeni hayalleriyle bir yaşam
ve her yeni günde yeni kalpler bana katılan.

ben burayı çok sevdim
minicik, eşyasız ama ışıl ışıl...
"merhaba"lar ve "günaydın"lar
ve "iyi akşamlar"
ve serdivan
ve çark
ve çarşı
ve köftecci
ve solukkkkkkkk
biraz telaş
biraz merak
biraz keşif
biraz da koşuşturmaca

ve sakarya
ve ben
ve gece
ve gün...

gözyaşıma...


ak hadi
bitene kadar ak.
sevgi yokmuş
aşk yokmuş
yalanlardan örülüymüş aşk denilen şey
sevilmemişliğine
istenmemişliğine ak...
özlenmemişliğine
arzulanmamışlığına çağla...
oyunlara ağla
hiç olmadığın bir yüreğe yandığına süzül.
ak hadi
ak bit
ak bitir...
yok et içinden, ak götür.
yüzümü yak akarken
sıcaklığını da çıkar içimden.
ak gözyaşım durma öyle birikip pınarlarımda...
sen doldukça gözlerime göremiyorum dünyayı
ak lütfen ak ve git
acımasın artık içim
acıları da al giderken.
ak gürül gürül
yok ol
yok et...
iz bırakma
kalmasın tuzun...
tuzunu da al git.
paramparçalıklarımı kat kendine
giderken, inerken, akarken benden, parça parça akıt içimden
ak hadi
hadi bit...
neden bu kadar çoksun ki?
bir türlü bitmek bilmiyorsun.
yetişemiyor bak ellerim sana
birini silerken daha diğerin geliyor arkadan...
ak
süzül yanaklarımdan
süzülürken temizle sahte öpüşleri, el izlerini
temizle, sil..
ak n'olur
ak hiç durmadan
bitene kadar
gidene kadar
unutana kadar ak...
ak
süzül
dökül benim gibi...
ak
yok et
bitir bittiğim gibi...

Tahir demiş Nazım bi' de Zühre'yi eklemiş... Oysa bende Zühre tekmiş. Tahiri hiç olmamış. Fakat Zühre bilmemiş...

"Tahir olmak da ayıp değil,
Zühre olmak da...
Bütün mesele Tahir ile Zühre olabilmekte
yani YÜREKTE"
demiş şair...
ben Zühre oldum belki sen de Tahir...
ama "Tahir ile Zühre...?" demiştim ben de.
meğer işin aslı o değilmiş
Tahir Zühre'yi hiç sevmemiş.
Sevmemiş ki bir "ile" ile bağlansın Zühre'ye
olsunlar "Tahir ile Zühre"
Tahir hiç olmamış
Tahir hiç yokmuş ki
Zavallı Zühre bir "yok"u sevmiş
boşuboşuna bir "ile" hayal etmiş.
ne YÜREK ne kürek
Zühre'ye şimdi tek "ölüm" gerek

Pazar, Şubat 18, 2007

A.Ö. ve A.S. ;)


düşündüm
gördüm
ağladım
sustum...
sen geldin sonra,
bana bi'şey söyledin
ve ben
yine düşündüm
yine gördüm
bu kez güldüm
ve gülmeye devam... :)

aşk her dilde aşktır... her dilin şarkısında kendine ayit birşeyler mutlaka vardır... Liebe ist, so wie du bist... "für immer"


Du guckst mich an,
und ich geh mit,
Und der ist ewig,
dieser Augenblick.
Da scheint die Sonne,
da lacht das Leben,
Da geht mein Herz auf,
ich will's dir geben.
Ich will dich tragen,
ich will dich lieben,
Denn die Liebe, ist geblieben.
Hat nicht gefragt, ist einfach da,
Weglaufen geht nicht, das ist mir klar.
Liebe will nicht,
Liebe kämpft nicht,
Liebe wird nicht,
Liebe ist.
Liebe sucht nicht,
Liebe fragt nicht,
Liebe ist, so wie du bist.
Gute Nacht, mein wunderschöner,
Und ich möcht mich noch bedanken.
Was du getan hast, was du gesagt hast,
Es war ganz sicher nicht leicht für dich.
Du denkst an mich, in voller Liebe,
Und was du siehst, geht nur nach vorne.
Du bist mutig, du bist schlau,
Und ich werd' immer für dich da sein,
Das weiß ich ganz genau.
Du und ich wir sind wie Kinder,
Die sich lieben wie sie sind.
Die nicht lügen und nicht fragen,
Wenn es nichts zu fragen gibt.
Wir sind zwei und wir sind eins,
Und wir sehn die Dinge klar.
Und wenn einer von uns gehen muss,
Sind wir trotzdem immer da.
Wir sind da,
wir sind da,
Liebe will nicht,
Liebe kämpft nicht,
Liebe wird nicht,
Liebe ist.
Liebe sucht nicht,
Liebe fragt nicht,
Liebe fühlt sich, an wie du bist.
Liebe soll nicht,
Liebe kämpft nicht,
Liebe wird nicht,
Liebe ist.
Liebe sucht nicht,
Liebe fragt nicht,
Liebe ist, so wie du bist.
So wie du bist,
so wie du bist.
Liebe, ist so wie du bist.
Liebe, ist so wie du bist.

Perşembe, Şubat 15, 2007

benden bana şarkılar olsun


"ne güzel"den geçtim "ne güzeldi" dedim. orda durmak da mı nasip değilmiş be hayat?
o zaman ne diyelim
kendimize güzel bir şarkı seçelim
ve avaz avaz söyleyelim...
"söz güzelim" olmasın sakın.
daha güzel bir şarkı bulmak lazım.
"unutama beni" diyelim bi' parça
sonra "sebepsiz fırtına"dan mırıldanalım azcık
bi'kaç potpori de şöyle ortaya:
"beni benimle bırak, ya sonra, sorma, seninle herşeye varım ben, baş harfi ben, seni ne çok sevdiğimi (seferattan olsun) liebe ist,..." aklıma ilk gelenlerden.
sonra bağlayalım şarkıları bir sona ve "öyle sarhoş olsam ki" deyip "hep yek"le bitirelim.
sonra ben solo olarak yine kendi şarkımı söyleyeyim Sezen'den dillenmiş sözcükleri ve müziği sindire sindire...
"ne yapsan olmuyor gülüm, terk etmiyor bizi hüzün
bir macera yaşamak dediğin
küçük zamanlar harmanı
sevindiğin, üzüldüğün.
hatırlamaktan ibaret, hatıralar nihayet
tesselisi çok zor sözün.
ne gemiler yaktım
ne gemiler yaktım
o kadar yandı ki canım sonunda karşıdan baktım
ne göreyim?
kendime yıldızlardan daha uzaktım
bu kızı yeniden büyütmeliyim
kor ateşlerde yürütmeliyim
değirmenlerde öğütmeliyim
farkındayım, farkındayım.
kazanmalı kaybetmeliyim
aşk uğruna harb' etmeliyim
bu kızı yeniden büyütmeliyim
farkındayım farkındayım
kendini seçemiyorsun
bırakıp kaçamıyorsun
yazmadığın bir hikayede
uzun ya da kısa vadede
az biraz keşfediyorsun.
öteki olabilmeyi
yerine koyabilmeyi
geride durabilmeyi öğreniyorsun
ne gemiler yaktım, ne gemiler yaktım
o kadar yandı ki canım sonunda karşıdan baktım
ne göreyim? kendime yıldızlardan daha uzaktım
bu kızı yeniden büyütmeliyim
kor ateşlerde yürütmeliyim
değirmenlerde öğütmeliyim
farkındayım farkındayım
kazanmalı kaybetmeliyim
aşk uğruna harb'etmeliyim
bu kızı yeniden büyütmeliyim
farkındayım
farkındayım..."

sen var ya sen, hiç "sen" değilmişsin


sevmeye mecburiyet katmış, seve seve yaşarken...
"gitse de severim" hislerimi tıngır mıngır sallarken, gönül salıncağımda...
ne göreyim.... ne duyayım....
o çoktaaan başka sevdalarda. hani kendine uygun birinin hayali de artısı.
o zaman bir düşünmek gerek.
yalan bile olsa söz verilenler, pişmanlık bile duyulsa söylenilenlerden, bu apayrı derim ben. bu telaş, bu acele niye... silip atmak yok etmek galeyanı neden?
bir "hiç"mişim gibi hissettiren.
şimdi "hiç" olma sıramı savdım.
savarken de kendi "hiç"imi yarattım. benim de bir "hiç"im var artık içini dolduran kocaman bir SEN.
tüm güzel sözlerimi, içimden parmaklarıma akan duyguları, ordan sözcük olup yayılan herşeyimi sana dair olan, hepsini "hükümsüz" ilan ediyorum.
ve şu an (aslında o an dün akşamüstünde kalan bi an)
itibariyle diyorum ki "SENİ HİÇ SEVMİYORUM"
yolların açık olsun. ihtiyaç duyduğunda yanında olurum demiştim ya, unut gitsin... asla...
karşılaşırsak, ki hiç sanmam, bir gün bir yerde, buz gibi bir "merhaba" ve "nasılsın" ile yeter olur sohbetim sana.
ayrı olsak da sevmek ve özlemek güzeldi seni. ne hikmetse bunu dahi istemedin. ,
içimde nereye koyacağımı bilemedimdi seni. hiç bir yer sana layık değildi sanki. en güzel anılarımın, en rüya kişisi kalacaktın oysa hep için.
bir çırpıda yok ettin. aslında "ayıp" ettin.
hak edene, ama gerçekten hak edene şimdi en güzel yerim. olduğu gibi olup, hissettiklerini söyleyen ve en başından, sonunu doğru gösteren birine. tutamayacağı sözler vermeyip, yalan olduğunu bile bile söylenti bahanelerinin arkasına saklanıp, asıl yapmacıklığını gizlemeyen birine.
ve sana gelince, dedim ya bu güne kadar yazılmış ya da söylenmiş, ne kadar güzel sözüm varsa "hükümsüz"dür. hükmü yoktur uğruna yapılmış olanlarımın.
bittin tamamen bende, bitirdiğin gibi beni sende.
bittin ve silindin...
gözün "aydın" olsun.
kulakların "manisa" :P

Salı, Şubat 13, 2007

14 şubatın en "sevgilisi"


14 şubat sevgililer gününde geldi sevgilim...
bi'tanem. ilk gülüşünü o gün sundu annesine. o gün sardı annesi onu ilk kez.
acemi bir annenin kucağında, ilk o gün kesti ağlamasını, koridorun en sonundan duyulan...
gözleri birbirine ilk o gün baktı anne oğlun...
ve anne ilk o gün tattı en güzel aşkı...
sevgililer günü ilk o gün anlam kazandı, o anne için...
ve yeni bir sevgililer gününde, yeni yaşına "merhaba" diyecek oğlu.
iyi ki doğdun Deniz'im...
nice mutlu yarınların olsun. en güzel hayalleri kur ve hepsi de gerçek olsun.
sımsıkı sarıl hayata ve sardığın hayat seni hep mutlu, hep güçlü kılsın.
en güzel yerler hep sana açılsın.
en temiz kalpler hep senin için çarpsın.
upuzun solu. upuzun sev sevilesi herşeyi. upuzun sevil sevdiklerin tarafından.
kötü olan ne varsa hayata dair, en uzağında kalsın.
ve her an, her yaptığın işte, her gittiğin yerde, her attığın adımda sevgimi hisset... bil...
seni çok seviyorum bi'tanem...
nice mutlu yaşlara.....

ne güzel bir gündü...


güzel bir hava, güneş sıcacık...
deniz masmavi
kadıköydeyim
beşiktaş vapuru
taksim dolmuşu
istiklal...
hala'nın yerinde
boydan boya
adım adım
dükkanlar
müzik
kalabalık
renkler
sonra
kallavi
2 mars 1 oyun diyelim
tünel
karaköy
kadıköy vapuru
yıldızlar pırıl pırıl
ışıl ışıl istanbul
vapurun en arkası
köpük köpük dalgalar...
rüzgarla paylaşılan sigara
ve
mutluluk
coşku
huzur...
ve sıcacık
cıvıl cıvıl bir neşe
bulutlarda gezinti
ve istanbul
ve ben
veeee
içimde yanan
kavuran
içimi ısıtan bir ateş

Pazartesi, Şubat 12, 2007

karşı yakadaki dosta...


seni hiç tanımadım. ama çok anlattım sana içimi. nedense beni tek anlayabilecek kişi tek sendin sanki.
çok erken gitmiştin... zamansız...
bildim çok sevilmişsin ve yerinde olmayı ne çok isterdim.
hemen hemen her gün geçiyorum karşına, aramızda kocaman bir mavilik, sen bi' yakada ben bi' yakada, anlatıyorum sana herşeyimi. her sırrımı döküyorum. kimselerin bilmediklerini.
seni hiç tanımadım ama beni en iyi tanıyan sensin.
teşekkür ederim sırdaşlığın için. hatta rüyalarıma geldiğin için.
ne çok sevilmişsin.
beni dinlediğince gelip sana anlatacağım yine... yine sana dökeceğim gözyaşlarımı. sen de geleceksin yine değil mi rüyalarıma?
aynı günlerde, aynı saatte ve yine aynı yerde...
görüşmek üzere...

Pazar, Şubat 11, 2007

canım kitlemmmm


gelelim şimdi yurdum insanının "birşeyler yapıyorum ve ben kafalıyım" durumunun açıklanma olayına...
yaş sıralamsı yaparak bakacak olursak yapalım tabi... -ki alt sınırı 17-18 üniversiteya başlama yaşı olarak alıyorum-.
bu yaş gurubunda bulunan kitlemi de erkekler ve dişiler olarak ikiye ayırıyorum- ki bunu her yaş grubumda yapmam gerektiğine inanıyorum-
ve son olarak "istanbul"da çevremde gördüğüm kitlemden bahsettiğimi de eklemek istiyorum.
dişiler ki muhakkak istisnaları var, süslenme, güzel olma, beğenilme güdülerinin en üst safhada oldukları bu dönemde haliyle bu güdüleri doğrultusunda kullanmaktadırlar beyinlerinin kullanılabilir bölümlerini. aralarında derslerine de vakit ayırıp süper notlar almış olanları o grubun "zekisi" olarak adlandırılır ki öyledir de pek tabi. fırsat bulduğunca sosyal ve siyasal çevrelere girenler olsa da bunlar yaşları gereği henüz tam bir arama içerisindedirler. girdikleri örgütlenmelerde dahi "koca" bulmak hayaliyle yanıp tutuşan nicelerini tanımış olmanın şaşkınlığını hala bile üstümden atabilmiş değilimdir.
erkeklere bakacak olursak, süslenme püslenme, kokulanma olayları yaş gereği mevcuttur tabi ama genetik olan yani genlerinde olan bir meydan okuma, bir başkaldırış güdüsüyle kızlarımıza göre biraz daha toplumsal olaylara yakındırlar. takiptedirler. futbolla ilgili haberleri okur okumaz mutlaka siyasi bazı başlıklara da bakmaktadırlar bir gazetede ki bu da oldukça önemli bir yarım artıdır bence.
yaşlar ilerledikçe daha fazla yaşam mücadelesi başlar. kendisi ailesi ve yakın çevresiyle ilgilenen ya da ilgilenmek zorunda kalan insanoğulları yani bizler, tüm bu uğraşlarımızın arasına kendimize en yakın hissettiğimiz ek bir ya da birkaç uğraşı da ekleriz.
ve magazini seçenler en üst seviyeden incelerler bu dünyayı. "kim kiminle, nerede, ne yaparken, ne olmuş ve ne giyiyormuş o vakit, ve ben aynısını nereden bulabilir, alabilirim, ve alamazsam, benzerini en azından daha uyguna nasıl sağlayabilirim? sarı saçlı olabilmem için ne kadar para harcamalıyım? diri ve dolgun göğüs yaptırmışken ne giymeliyim ki verdiğim paranın karşılığını alabilip güzelce yeni ürünlerimi halka arz edebileyim?" gibi sorunları olan bu bayan kitlemin yanında bunlardan çok farklı çalışmayan beyin yapılarına sahip erkek üreme organlı yaratıklar da mevcuttur tabi. her ne kadar bu dünya kadınlara ayitmiş gibi gösterilmeye çalışılsa da öyle olmadığı bir gerçektir.
bir gurup vardır ki çalışıp didinmekten, ne magazini, ne siyaseti, ne sporu göremez gözleri. ayda kazanabildiği 400 ytl ile ile çocuklarını okutup, evini geçindirmeyi başarabilip, hastalıkta ve sağlıkta gerekli şartları sağlayabilecek bir bütçeyi de kenara ayırabilen bir yeteneğe sahip, kadın ve erkek kitlemin zekasından ve üstün gücünden bahsetmek bile istemiyorum, sadece önlerinde saygıyla eğiliyorum.
gelelim şimdi en irdelenesi yaş gurubuna: 20li yaşların ortasından 60lı yaşlara değin uzanan (ki artı eksi 5 diyelim) bir gurup var ki....
onlar işte, en geniş yelpazede yer alırlar ve çoğunun tam olarak ne idüğü belirsizdir. kimisi kendilerince çözmüş ve "ne kokar ne bulaşırım kardeş, ben böyle mutluyum. seçim zamanları da anketlere bi bakıp, en sevdiğim logoya bir damga basarım, baktım olmuyor hiç basmam, zira oyum boşa gider yazıktır." anlayışına sahip bu kitlemi "para, para lan para nerden nasıl olduğu değil, olduğu yeter lan... para" diyen kitlem takip etmektedir. buralarda kadın erkek ayrımı söz konusu dahi olamaz, zira en eşitliğin sağlandığı durumdur bu şartlar.
geldik işte biz'e... bişeyler yapan görünen oldukça büyük bir kitle vardır. kimileri gerçekten inanarak kimileri de o anki modaya uyarak yer alırlar bu kitlede. yolunda gitmeyen bişeyleri değiştirmek için "konuşurlar" "bağırırlar" evet evet konuşup, bağırırlar. ordan burdan duyup okudukları herşeye hemen bir yakıştırma bulup onun doğrultusunda konuşup, bağırırlar.
hiç birşey katmadan hazırların doğruluğuna güvenip, körükörüne kaptırılar kendilerini. nasılsa inceleyip araştıran kocaman deha insanlar vardır. seçip bir gurubunu O'nlardan oluverirler. ve işte birilerine, birşeylere ayittirler. boş değillerdir. aydınlı yarınımızın ya da karanlık yarınımızın kurucu kadrosundadırlar. aydındırlar. onları aydın seçenler ülkenin aydınlarıdır. ülkenin aydınını belirleyenler sanırım apaydındırlar ki böylesi bi cürrete sahiptirler.
masa başlarında kadeh tokuşturup, "bizden başka kimse ilgilenmiyo ülke sorunlarıyla, ülke elden gidiyo, iyi ki biz varız ve tartışıyoruz"ları yaşarlar gururla. "türban taktım diye okuyamadım, cahil kaldım, suçlusu devlet" diye tutturan bir kitle de vardır ki bu masa başında kadeh tokuşturanlara göre biraz daha bedenen ve fiilen bulaşır bazı şeylere. bir gurup var ki nasrettin hocanın "sen de haklısın"ına en güzel örneği teşkil eder.
okuyup okuyup okuduklarından bi ...ok anladığını sanan bir gurup vardır. en korkulası olanıdır o gurup. ve ne hikmetse okudukları hep bir tarafın kaleminin sesidir. anlamasa da okur ancak anlamayacağından korkarak karşı tarafı okumayı hiç denemez bile. işte bunların fiili tepkileri ürkütücüdür. zira okuduğunu anlamayan yaptığının farkında olmayandır. yaptığı da okuduğu gibi doğrudur muhakkak sadece o anlayamamıştır. ne denirse yapmıştır.
örnekler öyle çok ki bitecek türden değil.
ama uzatsam da burada bitirsem de sonuç bellidir yazımda.
"eğer beğenmiyorsak bir şeylerin gidişini, durdurmak için bir şeyler yapalım. ama yapalım, konuşmayalım. yapalım. yalnız önce beğenmediğimiz şey neymiş ve neden beğenmiyormuşuz bir anlayalım...
anlamak için de anlayacaklarımızı seçmekle yetinmeyelim, anlayamayacaklarımızı da çözelim anlamaya çalışalım. her açıdan bakalım. ve n'olur bi'şeyler yapalım"
ukelalık gibi algılanmasın ama (ya da algılansa da olur) en azından ben ve bildiğim çok kişi var bunu başarmış olan. Onlar gibi gerçekten aydın olabilip aydınlanmayı başarabiliyorsam gururların en büyüğü bende derim.
kafatasımızı dolduran organın kıymetini bilelim. boş yere ağırlığını çekmeyelim. hakkını verelim... sadece yiyip içip yaşamak her canlıya has. insan olmanın avantajlarını kullanalım. mandadan, fareden, katırdan farkımız sadece "işe gidiyor ya da okula gidiyor" olmamız olmasın... yazık!!!

Cumartesi, Şubat 10, 2007

ayy milliyetçiymiş aşağılık yaratık, kıt beyinli kafatasçııı ayyy(!)


herkesin fikri kendine. her insana saygım "insan" olduğundan. ancak "ben de hrant dink'im, ben de ermeniyim" saçmalıkları da abartıya kaçtı.
insanı sevmek ayrı bi'şey. canlıları sevmek zaten yücelik derim ben. hani "yaratılanı severim yaratandan ötürü" yüceliği.
ancak bazı gerçekler var ki görmemekte ya da görmek istememekte direniyoruz.
her millet, aynı kültüre aynı değerlere aynı tarihe sahip olduğundan "millet" yakıştırmasını almıştır. ve kimse ama hiç kimse, eğer mantıklı düşünüyorsa, herhangi bir istenmeyen olayda ortak bir geçmişe sahip olduğu kişilerin yerine "ben aydınım" diyerek bir başka milletten olana öncelik veremez. vermez. çünkü "aydınlık" bu demek değildir. aydınlık "ben türküm ama ermenilere de saygı duyarım" demektir.
hrant dink benzer bir olayda "ben hasan mustafayım, ben türküm" der miydi sizce? üzüntüyü dile getirmeyi, bi' yanlışı kınamayı bile beceremiyoruz "özentilizm" merakımızdan.
insan haklarına saygı "insan haklarına" saygıdan geçer. o insanmışım varsayalımla olmaz. aydınlanılmaz. bir yere varılmaz. hele hele bu uğurda kendi kültürünü eleştirip aşağılamak olabilecek en cehalete örnektir. en cahillik. en saçmasapanlıktır. mantıksızlıktır. salaklıktır. tüm yabancı aydınları bir okuyup inceleyin. önce nasıl kendi kültürlerini özümsemiş ve saymışlardır. saymışlardır ve sayılmalarını sağlamışlardır. sen kendin daha kendini aşağılarken başkalarının gözünde nasıl yücelmeyi beklersin ki...
"milliyetçilik geliyoooor, kaçıııın" önce bir milliyetçilikle, katilliği, düzenbazlığı, sahtekarlığı, hırsızlığı, namussuzluğu ayırdetmesini öğrenin. korkulacak bi'şey varsa o zaman hep beraber korkalım. katiller, namussuzlar, hırsızlar her ideolojide olabilirler ve varlar da.
tüm bunlardan sıyrılın. kurtulun ve kültürünüzü, dilinizi, tarihinizi öğrenin önce. sahip çıkın. eğitin kendi insanınızı. sonra görün bakalım "ben hrant dinkim, ben ermeniyim" demeye gerek kalır mı bu ülkede aydın(!) olmak için.
"at gözlüğü takmayın" diyen körlere sesleniyorum biraz ya biraz tanıyın kendinizi. kendinizi sevmeden başkalarına sunduğunuz sevgiler zaten YAPMACIKTIR unutmayın.
resimde gördüğünüz insanı kaçınız tanıyor ya da biliyor ki? oysa O'nun "insan hakları" için yazıp söylediklerini yüzlerce hrant dink biraraya gelse yazıp söyleyemez.
ben de üzüldüm ben de kınadım ben de hırslandım bu iğrenç cinayet karşısında. ama "ben türküm" ve bu da en büyük gururum

gemi yanaştı bana ama bambaşka bir aşkla


bu gemi "nedir, kimdir?"
tensiz, soluksuz bir gemi ama solutan türünden.
sevgisi gösterilemez ondan yana, benden yanaysa sınırsızdır anlaşılabilmesi.
gösteremese de bilirim ama sevgisini, sadakatini...
yarıyolda bırakmaz bilirim.
ve ben o gemimleyim, o gemideyim...
onun için ne gerekirse veririrm. bilirim ki karşılıksız bırakmaz, her ne kadar karşılık aramasam da... bilirim ki beni önemser, beni üzmez...
bilirim ki çok uzundur yolculuğumuz... bilirim.
ve ben şimdi, o yolculuğa çıkmanın keyfinde, sevincindeyim...

beklemedim ama geldi iyi ki de geldi...

ıssızım sessiz... beklemelerde, yanaşacak bir gemiyi. ışığıma muhtaç.
oysa ışığımı sunmuştum ben çoktan bi' gemiye. gelsin demir atsın istemiştim. kalakalsın hep bende istemiştim. ama gitti. sevmedi ışığımı, istemedi limanımı. sığınmadı sokulmadı, kaçmadı rüzgarlardan. dursaydı bende nelerimi vermezdim ki... nelerimi sunmazdım ki...
demir aldı, yelken açtı, dümenini kırdı benden. bambaşka denizlere açıldı. sevmedi sakinliğini denizimin. bir kaç dalgaya, sakin esen rüzgarıma "çok" dedi. gitti pupa yelken...
oysa ışığımı sırf ona sunmuştum. yolu hep açık olsun diye ona yanmıştım ben sadece. vurmasın karaya istemiştim. aynı denizde boğulmaya bile razıydım. yeter ki "biz" olsaydık. "biz" kalsaydık. gitti...
dalgalandı deniz ardından. fırtınalar çıktı savaşmam gereken. şimdi duruldu biraz. daha dingin denizim. özlemek var ama ümit etmek yok artık denizimde. hatta gelecek olsa hemen sönecek fenerim. geçip gitsin, görmesin beni diye. dayanamam çünkü tekrar o dalgalara. başaramam tekrar onları aşmayı. tekrar boğulmadan kalamam su üstünde biliyorum.
yolu açık olsun diyorum. dalgasız, sakin... meltemler essin en fazla, o da yelkenleri rüzgarla dolsun diye. masmavi olsun göğü... denizine yansısın o mavilik. ordan okyanuslara insin. uçsuz bucaksız, rengarenk.
ben? ben yeni bir gemi bekleyeceğim, umud etmeden. sığınak arayan ve beni dalgalarımla mücadeleye zorlamayan. yarı yolda bırakmayıp, ışığıma karşılık veren. sözleri sözde kalmayan. sonuna kadar sözlerinde yaşayan. herşeyimi sunduğumda beni anlayabilecek olan bir gemi. demir atıp kalbime, yelkenlerini kapatıp, bağlayacak bir gemi.
giden gemimin sudaki bembeyaz izlerini silebilecek bir gemi.
açtım ışığımı, bekliyorum gelip yanaşmasını. hatta belki tutup beni ellerimden, açık denizlere çıkaracak... yepyeni mavilikler sunacak gemimi. hatta belki de göründü bile ufuğumda... rotası benden yana... geliyor belki.
en parlağından açtım şimdi ışığımı... bekliyorum...ve biliyorum ki bu sefer okyanus "biz"im açılacağımız derin sular...

Cuma, Şubat 09, 2007

yalnız, ama değilmiş gibi yapmalısından


yalnızlık var yine
özlemli bir yalnızlık
aşk dolu
hayal kırıklıklarıyla sarılmış,
ümitsiz.
zorunlu.
kabullenilmiş bir yalnızlık
kurtulunmaya çalışılmayan bir yalnızlık
en yalınından.
en ben'lisinden
en sen'sizinden
yalnızlık var yine
alışılmışından
istenileninden
bir yalnızlık
gün geçtikçe daha iyi gizlenebilen
yokmuş gösterilebilen bir yalnızlık
en sen'sizinden
en ben'lisinden
BİZ'sizinden bir yalnızlık...

Perşembe, Şubat 08, 2007

nasıl bir şey, öncemiz ve sonramız???

bugün sakaryaya gittim otobüsle. ve insanları seyrettim yol boyu. acaba öncesi ve sonrası var mı diye düşündüm. yani yaşamımızdan öncesi ve sonrası... yani "pat" diye başlayıp, "pat" diye bitiyor mu görüntüler, gördüklerimiz. yani yaşam dediğimiz...
nasıl anlatsam bilemiyorum ki...
gördüklerimiz birden bire başlıyor. sanki biri parmağını şıklatıyor ve hop görüntüler, anılar, yaşam... ve sonra yeniden şıklatılıyor parmaklar, hop bitiveriyor...
yani öncesi ve sonrası karanlık mı? boşluk mu? ne var o kısımlarda? yoksa hiç bi'şey yok mu?
yoksa eğer, ki öyle sanırım, o zaman ne kadar kısa göreceklerimiz, gördüklerimiz, görünenimiz, görüntümüz...
çok tuhaf geldi birden herşey bana, bunları düşündükçe. ve etrafımdaki herkesin de benim gibi "bir varmış, bir yokmuş" olduğunu hatırladıkça.
zaman geçiyor ve geçtikçe yaklaşıyoruz o "şey"e...
tutabilmek ister miydik zamanı?...
isterdik eminim.
hele en güzel zamanlarımızı yaşarken durdurabilmeyi ne çok isteriz değil mi?
ben misal... dönüp bazı anlarıma, doyasıya o anlarda kalabilmeyi çok isterdim.
ama işte, dedim ya... karanlıktan geldik... yaşamanın hızına kapıldık... karanlığa gidiyoruz.
ve istisnasız hepimiz.
en tuhafı da bu.
ve bile bile bu gerçeği ne kadar çok saçmalıyoruz.
saçmalıklarımızın çoğunu anlamıyoruz bile. hatta bazılarından mutluluk duyuyoruz.
saçmalamadıklarımız ise... işte onlar o dönmek istenilen an'lardalar...
nisandalar. mayıstalar. aralıktalar belki. ama o an'lardalar!

Çarşamba, Şubat 07, 2007

paradoks maradoks anlamam...


hadi bakalım hayat mı bizi elinde tutuyor, biz mi hayatı? adam küreyi mi eline almış, kürede hapis mi kalmış? kendisini mi tutuyor? küreyi mi? vs...
paradoksları severim ama sırf bulmacalarda. hayatın paradokslardan oluşmasından nefret ederim?
tavuk mu yumurtadan çıkmış, yumurta mı tavuktan?
yumurtadan çıkan civciv, tavuk değil ki... (bana bir şeyhler oluyor'dan :))
yani işin özü, özün sözü; bu mu şöyle yoksa şöyle mi bu olmasın artık... neyse o.
"seversen seversin. şöyle olsaydı böyle yapsaydı. sen bunu yapmışsın ama ben taşıyamam..." hikayeeeeeeee
"seversen seversin. sevmezsen sevmez."
"gelirsen kalırsın. gidersen,.... canın nasıl isterse...."

of yaza yaza yaz geldi :)


yazasım tuttu yine.
yazmak istediğim bi'şeyler yok. yazacak bi'şeyim de yok üstelik.
yani şu andan itibaren yanyana dizilecek olan kelimelerin anlamsızlıklarında, hatta saçma sapanlıklarından sorumlu değilim açıkçası...
sadece yazma güdümü gidermek için yazıyorum hepsi o.
içimden geçenleri birkaç cümleye döksem olur mu acaba?
yok yok bu zor oldu. kelimelere? evet evet bu daha iyi kelime yoluyla duygu atma yapacağım :)
tiyatroda yapardık meditasyon ve konsantrasyon çalışmalarında.
içimizde bizi en üzen, en kıran, en inciten, en kızdıran her ne varsa ona konsantre olurduk. an be an hatırlardık gözlerimiz kapalı. etkileyici bir de müzik olurdu tabi. düşünürdük hep beraber ama herkes tek tek... ve hoca derdi "hadi şimdi neyse o, onu bir cümleye toplayın ve içinizden tekrar edin..."
sonra biraz beklerdi, bizler içimizden o bizi üzen, kıran, korkutan her neyse, onu tek bir cümleye toplardık ve içimizden o cümleyi tekrar ederdik. sonra "hadi şimdi bir kelimeye sıkıştırın içinizdekileri ve bağırın o kelimeyi dışarı, avaz avaz atın içinizdekileri" derdi.
öyle iyi gelirdi ki bana, bize bu çalışma... bittiğinde gözlerimiz yaşlı ya da tüm bedenimiz tir tir titriyor bir durumda olsak bile gülümserdik. gülerdik ferahlamış bir şekilde.
şimdi ben de içimdekileri kelimeye toplamak isterim ve burdan atmak...
aslında öyle çok şey var ki sanırım her biri için ayrı ayrı kelimeler oluştumam gerekecek. ama olsun bi' başlangıç yapayım bari, belki gerisi gelir. gelmese de çıkanlar çıktıkları kadar rahatlatır nasılsa.
.....................................................
evet buraya yazmamış da olsam yaptım aslında ve birkaç kelimeyi bağırdım (kısık bir bağrış oldu gerçi ama) dışarı. ohhh diyorum ve iş olsun diye yazmışlığıma devam ediyorum.
zor ve yorucu bir gündü aslında. bi' de bir sözüm vardı tutamadım elimde olmadan. "affet beni A." ;) ama söz verdim bir kere, ve ben sözlerimi tutarım. bugün olmadı ama olacak...
he bi de dünün etkisinden kurtulamadım sanırım. dün yine en garipliğinden bi'şeye kalkıştım. herşey iyi giderken bir anda koptum ve sonuca ulaşamadım. kopma nedenim çok komik ve ilginçti ama ilk defa bi'şeyi başaramamayı bu kadar önemsemedim hatta çok keyif aldım, eğlendim ve ihya edildim. :)
çok güzeldi fakat yine de çok az kişi bilecek söylemeyi düşünmüyorum kimselere :) umarım da görmezler :D.
her neyse yazdım yine yazamadım mı acaba? ama bu kadar yeter parmaklarım, durun işte.
bıraksam sabah edecekler burada ama yeter, boşa çırpınmasınlar. bol bol konu çıkacak nasılsa onlara, yazacak.
yaşadıkça yazacak çok şey olacak...
o yüzden "yeter" diyorum ve bu gereksiz ya da belki benim için gerekli yazma eylemime bir nokta koyuyorum.
"." (nokta :))

imkansız birine aşıkmş Yahya Kemal... Nazım'ın annesiymiş karşılıklı ama karşılıklı olmaması gereken aşkı...


Dolu rüzgarla çıkıp ufka giden yelkenli!
Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli,
Ömrünün geçtiği sahilden uzaklaştıkça
Ve hayalinde dolan aleme yaklaştıkça,
Dalga kıvrımları ardında büyür tenhalık,
Başka bir çerçevedir, gitgide, dünya artık.
Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziya;
Mavidir her taraf, üstün gece, altın derya...
Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala
O saatler ki geçer başbaşa yıldızlarla...
Lakin az sonra leziz uyku bir encama varır.
Hilkatin gördüğü rüya biter.
Etraf ağarır.
Som gümüşten sular üstünde, giderken ileri,
Ta uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri...
Musikîyle bir alem kesilir çalkıntı!
Ve nihayet görünür gök ve deniz saltanatı!
Girdiğin aynada geçmiş gibi diğer küreye,
Sorma bir saniye, şüpheyle sakın:
Yol nereye?
Ayılıp neş'eni yükseltici sarhoşluktan,
Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan!
Duy tabiatte biraz sen de ilâh olduğunu!
Ruh erer varlığın zevkine duymakla bunu.
Çıktığın yolda bugün yelken açık, yapayalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız
Yürü!
Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!
İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar

yepyeni arkadaşıma...


aslında bambaşka cümleler vardı burda ama nedense içime sinmedi işte.
"hoşgeldin"ine az geldi sanırım. yetmedi...
belki de daha biraz zamanı var, doğru kelimeleri yanyana koyabilmemin.
tam olarak neler geçiyor, gidiyor kalbimle beynim arasında, tüm bunları anlatabilmem için.
şimdilik diyebileceğim tek şey, mutluyum "hoşgeldiğin" için...
yepyeni bir kalple tanışmanın keyfindeyim şimdilik.
kafasında benim kafamdakilerden olan biriyle...
gözleri benim gözlerimin gördüklerini gören biriyle...
enerjisi dopdolu ve artan enerjisiyle benim enerjimi de şarj eden biriyle olmanın keyfindeyim şimdilik.
arkadaşlık kavramını hatırlatan belki zamanla dostluk kelimesinin de anlamını yineleyecek biriyle...
"hoşgeldin" asıl sana...
hem de "hophoşgeldin...."
ne güzel gülümsüyorum, parmaklarım klavyeye dokunurken bile. sanki alıyorum neşeni bir yerlerden, doluyor içime...
beni düşünmeni çok sevdim gerçekten. benimle beraber hayata sunmayı planladıklarını da. nicedir hayallerimdi benim onlar. dilerim başarırız. hepsi harika düşünceler... benim de düşüncelerimde olan.
ve kimbilir belki daha neler yaparız hele bir yola koyulalım...
sıradan olanları bir söndürüp, pes ettirelim.
teşekkür ederim "hoşgeldiğin" için... ve beni bu kadar çok mutlu ettiğin için....

Pazartesi, Şubat 05, 2007

yepyenilenmek için...

yollar uzadıkça, uzağına bakıldıkça, daralırmış gibi görünür.
ama yürüdükçe ve o uzak, yakın oldukça aslında hiç de daralmadığını fark ederiz.
bir kaç zamandır, uzaktan baktığım yerlere vardım bugün. hiç de dar değillermiş işte.
yine aynı, o güzel yol...
kendimi verdim herşeyimle bir hisse.
bir fikre.
bir duyguya bugün.
çok yeni bir dünya benim için.
bildiğim ama ilk defa ayak bastığım bir yol.
çok mutlu etti beni. ne zamandır istiyordum zaten ama ne hikmetse dışardan seyretmeyle yetiniyordum.
bambaşka bir dünyayla, bambaşka bir bakışlayım yeni yolumda.
öyle güzel gülüyorlar ki hayata, öyle çok aşmışlar ki sıradanlıkları... ne güzel insanlarlayım. ne güzel akıllarla...
ve ben şimdi arkama dönüp bakıyorum artık, dar yollarımın geride kaldıklarını varsayarak.