değersizsen eğer...
benden içeri ben yazar, benden dışarı ben okur. bir ben anlatır, bir ben anlar. kimse ne anlamak ne de okumak zorundadır.
Çarşamba, Ekim 31, 2007
ayrılıklar da türlü türlü demiştim... türlü türlü işte, tıpkı özlemler gibi...
gidilir birden düsünmeden
düsünülmeden cekip gidilir
"bir gün yine beraberiz" ayrılıkları vardır."asla"lardan daha iyi olan...
beklersin o "bir gün"ü, ne zaman ve neredeyse gelecegini bilerek...
"asla"larda ise beklenecek tek şey bir anda gelecek olan bir "yok oluş"tur.
Ölüm ayrılıkların da bile "bir gün yine" kavuşma ümidi varken, "asla"lar ümitsizlikle yoğurulmuştur.
değersizsen eğer...
değersizsen eğer...
kırılman umurunda bile degilse...
bile bile, isteyerek batırıyorsa her seferinde bıçağı kalbine...
sen onu en üste koyarken, onda daha kaçıncı olduğunu bile çözemiyorsan...
hissediyorsan eminsizliklerini...
görüyorsan umursamazlıklarını...
ve kendini "sözde özne" gibi hissettirişlerinden artık canın yanıyorsa, " bir gün yine" ayrılığını atıp bir kenara "asla"yı seçmelisin...
ve başlamalısın beklemeye ne zaman gelecegini bilmediğin "yok oluş"unu
Pazartesi, Ekim 29, 2007
ne entellektuelim(!), ne de örümcek beyinli... işte bu nedenle önce "sen"
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu. Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.
(N.H.R.)
Pazar, Ekim 28, 2007
:(((
Cuma, Ekim 26, 2007
Mehmet Eronat'tan geldi. Çok sevdim. Tıpkı... evet tıpkı...
Çok zaman önceydi.
O kadar zaman önceydi ki "zaman" diye bir şey yoktu.
İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı.
Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı.
Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan. Bir parçasına "dün" dedi, diğer parçasına "bugün", öteki parçasına da "yarın".
O kadar zaman önceydi ki "zaman" diye bir şey yoktu.
İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı.
Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı.
Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan. Bir parçasına "dün" dedi, diğer parçasına "bugün", öteki parçasına da "yarın".
Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu.
Dünü düsünüp pişman oldu,
yarını düşünüp telaşlandı;
yarını düşünüp telaşlandı;
ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı.
Farkında olmadan rezil etti bu gününü.
Farkında olmadan rezil etti bu gününü.
Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu.
Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı.
Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı.
Bugünü eline yüzüne bulaştırdı...
Mutsuz oldu insan.
Ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı;
Mutsuz oldu insan.
Ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı;
ama bugünü hiç yaşayamadı.
Ne yarın ne de dün!
Ne yarın ne de dün!
Çarşamba, Ekim 24, 2007
Pazartesi, Ekim 22, 2007
Perşembe, Ekim 18, 2007
yazarken geçen zamanım, 1 dakika 24 saniye
oysa "ilaç" olmasını beklerken, hayatımızdan çalıyor.
ölüme yaklaştıkça bizler, zaman, dertlere ilaç oluyor.
unutmak istediğimiz herşeyin geride kalması için zamanın akması gerekiyor.
o aktıkça zamanımız azalıyor...
demek ki;
zaman kaybetmeden, unutmayı öğrenmek gerek...
Pazartesi, Ekim 15, 2007
MİMlenen GÜLFİDAN yine MİMlerini döktürmüş :P
bir MİM de ZoitsA'dan geldi :s
bu ikinci baskı olacak belki ama, ZoitsA beni mimleyince ve mim konusu da kendini anlatan bir şiir ya da dörtlük olunca, tekrarlamak istedim...
çünkü "ben"i ve "bendeki ben"i anlatmıştım burada...
eee şimdi sıra geldi yine mimlenesiceleri mimlemeye... malum; konumuz "sizi en iyi anlatan bir şiir ya da dörtlük"... veee evvvvettt açıklıyorummm
hmmm... Friedrich Camus olsun, Goddess-Artemis olsun, Zihni Örer olsun bi de GÜLFİDAN :P olsun...
mimlendiniiizz... ay aman :s öpüldünüüüüüzzz ;)
kendime göre çok değildi beklediklerim
ama "yaşam"a göre çoktu belki de.
belki de bizzat "ben" çoktum hayata.
kim bilir?
ama "yaşam"a göre çoktu belki de.
belki de bizzat "ben" çoktum hayata.
kim bilir?
Mimlene mimlene MİMesis :P
eh madem goddess-artemis'im beni mimlemiş :s n'apalım, o zaman MİM Kemal Öke :P
tembelliğimden makyaj yapmaya üşendiğim için, makyajsız fotomu bulmakta zorlanmadığımı ekstradan belirteyim ki bu durumu bugünden sonra değiştirmeye karar verdim. zira yaşlanmanın verdiği her türlü belirti naklen açığa çıkıyor. :( artık sabah kalkar kalkmaz boya badana yapıcam yüzüme :s
efennim ilk fotoğrafım bendeniz tarafından "armut" diye isimlendirdiğim şu hemen aşağıda görülen fotoğrafımdır ki o garip, hani bööle tersten türsten döndürüp, içini dışına çıkaran zabazingoya binip, indikten sonra, betim benzim atmış bir şekilde, gülümseme eşliğinde zafer işareti yapma teşebbüsünde bulunmaya çabaladığım ve fekat bu kadar verimli olabildiğim şu nacizane fotoğrafımdır. (ilk kez açığa çıkardığım bu fotoğrafımı özenle saklakmaktayımdır)
bir diğer fotoğrafım ki bkz aşağısı... yolculuk esnasında uyuklarken candostum tarafından tarihe geçirilmiştir. ve ben bu fotoda "gıdığıma" gıcık oluyorum :s... ay ne sinir yaaa ıyk!!!
tembelliğimden makyaj yapmaya üşendiğim için, makyajsız fotomu bulmakta zorlanmadığımı ekstradan belirteyim ki bu durumu bugünden sonra değiştirmeye karar verdim. zira yaşlanmanın verdiği her türlü belirti naklen açığa çıkıyor. :( artık sabah kalkar kalkmaz boya badana yapıcam yüzüme :s
efennim ilk fotoğrafım bendeniz tarafından "armut" diye isimlendirdiğim şu hemen aşağıda görülen fotoğrafımdır ki o garip, hani bööle tersten türsten döndürüp, içini dışına çıkaran zabazingoya binip, indikten sonra, betim benzim atmış bir şekilde, gülümseme eşliğinde zafer işareti yapma teşebbüsünde bulunmaya çabaladığım ve fekat bu kadar verimli olabildiğim şu nacizane fotoğrafımdır. (ilk kez açığa çıkardığım bu fotoğrafımı özenle saklakmaktayımdır)
bir diğer fotoğrafım ki bkz aşağısı... yolculuk esnasında uyuklarken candostum tarafından tarihe geçirilmiştir. ve ben bu fotoda "gıdığıma" gıcık oluyorum :s... ay ne sinir yaaa ıyk!!!
gelelim bencileyin tarafından mimlenesicelere :P... hmmm bi' düşüneyim...
zihni örer diyeceğim ama, makyajsız dedik, o olmaz, zira makyajsız fotoğrafı yok :P...
bu durumda; betüş'üm, zoitsa'm, suluköfte'm ve canımcığım Merve'm olsun bariii :)
klik!!! :P
Pazar, Ekim 14, 2007
gereklilik...
Cumartesi, Ekim 13, 2007
şarkılar, dualara dönüşüyorsa...
hadi yüreğim ha gayret
hele sıkı dur hele sabret
başını eğme dik tut
bu bir rüyaydı farz et
hadi!
hadi yüreğim ha gayret!!!
İYİ BAYRAMLAR!!!
EVRENDE MİNİCİK BİR NOKTADAN İBARET OLDUĞUMUZU VE "HAYATIMIZ" DEDİĞİMİZ ZAMAN DİLİMİNİN NE KADAR MİKROSKOBİK KALDIĞINI, KENDİMİZİ AYRI BİR YERE KOYMAYA ÇALIŞSAK DA ASLINDA DOĞANIN GÖZÜNDE, BİR MEYVE SİNEĞİNDEN HİÇ BİR FARKIMIZ OLMADIĞINI ANLADIĞIMIZ GÜN "-MIŞ GİBİ YAPMAKTAN" VAZGEÇİP HİSSETMEYİ ÖĞRENECEĞİZ.
BELKİ DE O ZAMAN "HATIRLAMAK, PAYLAŞMAK" İÇİN BAYRAMLARA GEREK KALMAYACAK.
AMA ŞİMDİLİK "İYİ Kİ BAYRAMLAR VAR" DİYEREK, BAYRAMINIZI KUTLAR, DAHA NİCE SAĞLIKLI, MUTLU BAYRAMLAR YAŞAMANIZI DİLERİM...
Perşembe, Ekim 11, 2007
bu sefer denemeli!
tuhaf bir güç sanki.
düzeltesim var herşeyi.
ne açlık kalacak dünyada, ne savaş...
bir dokunuşumla kurtaracıgım acı çeken herkesi sanki acılarından.
zayıfları güçlü yapacagım, fakirleri zengin sanki...
sanki sayemde ağlamayacak artık ne bebekler ne de anneler...
sanki hep ilkbahar kalacak, mis gibi kokusuyla.
dünya dönse de zaman duracak, durmasını isteyenlere.
"dön" diyenler içinse hızını arttıracak sanki sayemde...
kaybedilenlerle randevulaşılacak sanki buluşulup hasret giderilecek sayemde.
ne "ölü" başlığı kalacak ne de "yaşamaya çalışan" sanki.
ve bu randevular bir düzene bağlanacak hasret çekilmesin diye.
sanki gözümü kırpıcam hep güneşli olacak gökyüzü hep mavi...
yıldızların altında sarmaşıp, ayışıgında öpüşmek isteyenler için bir kenarda bekleyecek yıldızlar ve dolunay sanki.
sadece isteyenlere olacak gece yani.
sanki parmagımı bir şıklatışımla düşmanlık, hırs, acı, kin, nefret silinecek dünyadan,
tebessümlerin süsledigi yüzlerle dolaşıp selamlaşacak insanlar sokaklarda.
sanki bir el çırpışımla duracak tüm hüzünler, bitecek üzüntüler.
herkes kendi olacak bir alkışımla hem de, sanki...
sanki bir kelimemle doluşacak etrafıma sevenlerim.
birbirlerini severek gelip girecekler koluma.
saracaklar, sarılacaklar hiç gitmemek üzere sanki.
sanki bir dilekle, atacagım Denizimin hayatından, gelecekte onu bekleyen zorlukları.
güçlü olacak, başarılı...
kendinden ve hayattan emin...
huzurlu...
ve hep mutlu...
sanki bir öpüşümle anlayacak herkes içimdeki aşkı aşka, aşkını bana... "boşverin herkesi, herşeyi. yaşayın doyasıya sevdanızı" diyecekler sanki.
çok tuhaf bir güç...
herşeyi değiştirebilecek kadar...
sanki içimde bugün.
evet.
kocaman bir güç...
bir denesem mi acaba?
Pazartesi, Ekim 08, 2007
"gözlerim dile geldi" demiştim... hala aynı sözleri fısıldıyorlar...
önce konuşurken karşımızdaydı. mecburduk yani bakmaya ona...
sonra bir gün "arar" olduk bakabilmek için.
an geldi dayanamadık, konuştuk gözleriyle kendi aramızda. "seviyor" dedik. "seviyor" dedi O'nunkiler de.
yaklaştıkça gözleri bize, kapandık sevinçten... kapattık kendimizi. bazen mutluluktu nedeni, bazen arzu... bazen korkudan kapattık kendimizi, "ya gerçek değilse" diye... bazen üzüldüğünü gördük O'nun gözlerinin. dayanamadık, görmemek için kapandık.
her parıldayışında Onlarla, biz de güldük, parıldadık.
yaşlar dolduğunda, pınarlarına; kıyamadık, duramadık önce buğulandı etraf, sonra akmaya başladı bizden de içimizin hüzünleri... onlarla beraber akıttık.
dünyaya kendimizi açtığımızdan beri çok şey gördük belki. bazen acı veren, bazen mutlu eden.
eminiz onlar da acı tatlı çok şey görmüşlerdir. ama bizim dileğimiz, bundan böyle hep güzelliklere baksınlar.
hep mutluluktan akıtsınlar yaşlarını. ve huzurla, gülümseyerek seyretsinler, görsünler hayatı.
bizler de elimizden geleni yapacağız tabi. gülebildiğimizce gülmeye çalışarak... zaman zaman süzülse de iki yanımızdan yaşlar, alışacağız mutlaka içimizde tutmaya o yaşları. hatta zamanla belki de hiç birikmeyecekler bile. ama şimdilik o konuda söz veremeyiz sana, affet.
yalnız birşeyi isteme bizden... tamam, seniniz, sana aitiz, sende yerimiz ama her istediğini yerine getiremeyebiliriz.
bekleme bizden asla O'na baktığımız gibi birgün bir başkasına bakmamızı. onu gördüğümüzdeki gülümseyişin aynısını, asla ümit etme oldu mu?
kapanmayacağız bir başkasının dokunuşlarını hissedersen birgün kendinde. gerçi izin vermez dudaklar da bizim gibi ama yine de bizden söylemesi, olur da bir gün başka dudaklar değerse dudaklarına deneme bile. sakın, bizi kapatmaya çalışma...
geceleri uyuduğunda kapanacağız söz...
bir de, hani birgün bir uzun uykuya daldığında, bir daha açılmamak üzere...
bunların dışında sadece hayal ederken O'nu, düşünürken, hissetmek isterken, özleminle sarmaşırken, kokusunu hatırlamaya çalışırken, O'nu anlatan bir şarkıyı dinlerken kapanırız.
sözün özü şu aslında sahip; biz seni çok iyi anlıyoruz tabi ve elimizden geleni yapıyoruz. ama sen de bizi anla işte, BİR BAŞKASINA bakmak istemiyoruz...
sonra bir gün "arar" olduk bakabilmek için.
an geldi dayanamadık, konuştuk gözleriyle kendi aramızda. "seviyor" dedik. "seviyor" dedi O'nunkiler de.
yaklaştıkça gözleri bize, kapandık sevinçten... kapattık kendimizi. bazen mutluluktu nedeni, bazen arzu... bazen korkudan kapattık kendimizi, "ya gerçek değilse" diye... bazen üzüldüğünü gördük O'nun gözlerinin. dayanamadık, görmemek için kapandık.
her parıldayışında Onlarla, biz de güldük, parıldadık.
yaşlar dolduğunda, pınarlarına; kıyamadık, duramadık önce buğulandı etraf, sonra akmaya başladı bizden de içimizin hüzünleri... onlarla beraber akıttık.
dünyaya kendimizi açtığımızdan beri çok şey gördük belki. bazen acı veren, bazen mutlu eden.
eminiz onlar da acı tatlı çok şey görmüşlerdir. ama bizim dileğimiz, bundan böyle hep güzelliklere baksınlar.
hep mutluluktan akıtsınlar yaşlarını. ve huzurla, gülümseyerek seyretsinler, görsünler hayatı.
bizler de elimizden geleni yapacağız tabi. gülebildiğimizce gülmeye çalışarak... zaman zaman süzülse de iki yanımızdan yaşlar, alışacağız mutlaka içimizde tutmaya o yaşları. hatta zamanla belki de hiç birikmeyecekler bile. ama şimdilik o konuda söz veremeyiz sana, affet.
yalnız birşeyi isteme bizden... tamam, seniniz, sana aitiz, sende yerimiz ama her istediğini yerine getiremeyebiliriz.
bekleme bizden asla O'na baktığımız gibi birgün bir başkasına bakmamızı. onu gördüğümüzdeki gülümseyişin aynısını, asla ümit etme oldu mu?
kapanmayacağız bir başkasının dokunuşlarını hissedersen birgün kendinde. gerçi izin vermez dudaklar da bizim gibi ama yine de bizden söylemesi, olur da bir gün başka dudaklar değerse dudaklarına deneme bile. sakın, bizi kapatmaya çalışma...
geceleri uyuduğunda kapanacağız söz...
bir de, hani birgün bir uzun uykuya daldığında, bir daha açılmamak üzere...
bunların dışında sadece hayal ederken O'nu, düşünürken, hissetmek isterken, özleminle sarmaşırken, kokusunu hatırlamaya çalışırken, O'nu anlatan bir şarkıyı dinlerken kapanırız.
sözün özü şu aslında sahip; biz seni çok iyi anlıyoruz tabi ve elimizden geleni yapıyoruz. ama sen de bizi anla işte, BİR BAŞKASINA bakmak istemiyoruz...
Pazar, Ekim 07, 2007
bir BEN BENden içeri...
İçimde biri var benden ama benim mi bilmediğim.
Sanki ben değil de o yaşıyor hayatı. Ağlıyor canı yandığında,
kahkahalar atıyor mutluyken.
Aşık oluyor, özlüyor... Sevişiyor tüm kadınlığınla.
Öfkeden kuduruyor kimi zaman, kimi zaman da yavru bir kedi uysallığında...
Ve ben, dışardan seyrediyorum içimdeki beni.
Hiç karışmadan.
Yorumlamadan.
Eleştirmeden.
"Yaşasın varsın" diyorum.
Yaşasın ki ben sadece seyirci kalayım acılarına, ayrılıklarına, kayıplarına...
Gülerken, huzurluyken kısakanıvereyim, olsun.
Zaten kaçta kaçı gülebilir ki hayatının, hayatımın, hayatımızın?
Zaman zaman diliyorum; kızgınlıklarını, kalp kırgınlıklarını püskürtsün dışarıya diye, yapmıyor... Yapamıyor.
Sevdiğini alıp yanına, kocaman sıcacık bir öpücük kondursun dudaklarına...
Hatta herkesin ortasında.
Herkes, yani benim
yani içimdeki ben'in herkesinin ortasında.
Sarılsın hayata sımsıkı.
Okşasın zamanı, umursamadan ellerinin altından kayıp gitmesini...
Çıksın kızkulesine, denizi solusun derin derin...
Ve her solukta "mutluyum" desin... "çok mutluyum".
İmkansızı olmasın hiç, imkanlılarını alsın koynuna,
yumuşacık, usulcacık sevsin öpsün, uyusun kollarında.
Değer bilmeyenlere değer vermediğini öyle bir anlatsın ki değerleniversin değersizlerin gözlerinde ama hiç değer vermesin bu kazandığı yüce(!) değere.
Küfretsin bağıra bağıra... En ağırlarından hem de.
"Git" desin gitmesi gerekenlere, "git bir daha da gözüme görünme".
Cesur olsun, korkmasın kalp kırmaktan, sipersiz savaşmaktan, hayattan...
Atlasın kilometrelerce yüksekten denize, dalgalara karışsın.
Dinlesin... dinlenilsin...
Konuşsun, içinden olduğu kadar dışından da.
Dinlensin yorulduğunda. Ama yoruluncaya kadar hız kesmeden koşsun varışa.
Şairin dediği gibi, ölümden korktuğu halde hiç ölmeyecekmiş gibi yaşasın.
Yaşamak yani ağır bassın.
Ama dedim ya,
karışmıyorum hiç ben ona.
Seçimlerinde özgür her daim.
Ben değilim ki o nasılsa.
Varsın hatalar yapsın, varsın günahlar işlesin.
Sevapları da ona...
Bana ne.
Ben değilim ki.
O, içimdeki ben.
Ben değilim ki...
Bana ne...
Perşembe, Ekim 04, 2007
bana "ben"lik katan iki film
iki türk filmi vardır, yerleri gönlümde apayrı olan. pek çok kez bıkmadan izlediğim ve her izlememde bana yeni duygular katan.
müzikleri dilime dolanan, içimi eriten...
iki türk filmi...
"selvi boylum al yazmalım" ve "uçurtmayı vurmasınlar"
birinde Asya'nın "sevgi"yi tanımlamaya çalıştığı o final sahnesi
- sevgi neydi?
sevgi iyilikti, dostluktu
sevgi emekti...
diğerinde minik Barış'ın, biricik İnci'sinin bir uçurtma olup geri geleceğini söyleyip, geldiği o son sahne...
o minicik gözlerin anlattığı onca şey...
hala boğazıma birşeyler tıkanır, gözlerim dolar bu sahneleri izlerken...
müzikleri dilime dolanan, içimi eriten...
iki türk filmi...
"selvi boylum al yazmalım" ve "uçurtmayı vurmasınlar"
birinde Asya'nın "sevgi"yi tanımlamaya çalıştığı o final sahnesi
- sevgi neydi?
sevgi iyilikti, dostluktu
sevgi emekti...
diğerinde minik Barış'ın, biricik İnci'sinin bir uçurtma olup geri geleceğini söyleyip, geldiği o son sahne...
o minicik gözlerin anlattığı onca şey...
hala boğazıma birşeyler tıkanır, gözlerim dolar bu sahneleri izlerken...
Çarşamba, Ekim 03, 2007
Salı, Ekim 02, 2007
başladı ve
bir koku getirir seni bana
bir bakış bazen de
bir şarkı
bir sözcük
bir renk
gelirsin yanıma her nerdeysen o an
sokulursun
sararsın sıcacık
öpersin
fısıldadığını duyarım her nerdeysen o an
"seviyorum" dersin
"çok" dersin
dokunursun tenime, her nerdeysen o an
yakarsın
seversin
okşarsın yumuşacık.
bir koku alır seni benden
bir bakış bazen de
bir şarkı
bir sözcük
bir renk
susarsın her nerdeysen o an
konuşmazsın
tek bir kelimeye sığınıp,
arkanı dönüp gidersin...
"BİTTİ!!!"
Pazartesi, Ekim 01, 2007
hadlerini bildirmek gerek!!!
bir minibüs dolusu can...
bir minibüs dolusu kan...
başka hayaller peşinde koşanlara
sözde laik olanlara
bir türlü anlamayanlara
anlatmak gerek!!!
öğretmek gerek!!!
uykudakileri uyandırmak,
uyumayanlarla "bir" olmak gerek!!!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)