Salı, Eylül 02, 2008

bir parça Moskova kokusu...



dilimin dönüp, parmaklarımın ve dolayısıyla klavyemin el verdiğince Moskova'dan bahsetmeye başlamak istiyorum.
öncelikle tembelliğimden bir türlü çektiğim fotoları PC.me atamadığım için fotoğraflı anlatımı bir başka sefere saklayacağımı belirtmem gerekir. :s
Moskova'nın çok büyük ve kalabalık olduğunu herkes gibi ben de biliyordum bu şehre gelmeden önce. ne kadar çok kültürü ve milleti barındırdığını da. ancak gelince tahminimden ve bildiğimden daha büyük ve kalabalık olduğunu gördüm. her yerde herşeyde "kuyruklar" oluşturan insan yığınları görüyorsunuz. sürekli bir koşuşturma içinde insanlar. yüzlerce araba her dakika bana boğaziçi köprüsündeymişim hissi yaşatıyor. çünkü trafik gerçekten inanılmaz korkunç, İstanbul trafiğini arar hale geldim açıkçası. bu kadar çok araba olmasının en önemli nedeni bence benzin ve araba fiyatlarının muazzam ucuzluğu... ancak onların dışında herşey ultra pahalı.
ulaşımda toplu taşımalar gerçekten mükemmeller. en çok da metrosuna hayran kaldım. (ve zaten en çok da onu tercih ediyorum.) bir de bu çok iyi ayarlanmış ulaşım türüne "sanat" ve "tarih"i de eklerseniz... sanki şehrin tarihi yerin altında kokuyor. o kadar güzel bir Moskova var ki yer altında, yeryüzüne çıkasınız gelmiyor.
tabi insan kuyrukları+insan trafiğindeki sıkışıklığı saymazsak.
ırk, millet vs olayı diye bir ayrımı nasıl yaptıklarınaysa şaşıyorum doğrusu. çekik gözlülerden, esmerlere hatta çok çok esmerlere, sarışınlardan nerdeyse pamuk beyazlara kadar renk renk bir ulus Moskova ulusu.
yabancı dil bilgileri çok çok az. yalnızca gençler ki sayıları da pek fazla değil bunu başaranların, bir parça ingilizce konuşabiliyorlar. almancaya da merak sarmış durumdalar. ve çok ilginçtir ki almanlara resmen tapıyorlar. bizim 80li yıllarda yaşadıklarımızı yaşıyor resmen gençler ve ben de onlar sayesinde gençliğime ve hatta çocukluğuma dönmemin sevincindeyim :)
bana daha önce söylenenlerin tam tersine, oldukça sıcak buldum insanlarını.
yardımseverler.
"avrupalı görünen, asya ruhu taşıyan gelişmekte olan bir toplum" diyerek özetlenebilir aslında Moskovalılar.
geleneklerine bağlılar. inançları -ki yıllarca gizli saklı kaldığından sanırım- çok yüksek. takım elbiseli (ve tabiri caizse "cool"(!) denilebilen) bir işadamını elinde bond çantasıyla bir kilisenin önünden geçerken ne zaman görsem, mutlaka bir kaç sn durup, başını eğip, varsa şapkasını çıkarıp boynunda taşıdığı hacı öptüğüne tanık oldum.
lüks düşkünlükleri ise korkunç düzeyde. ve erkeği kadını gösterişli şeyleri giymekten, takmaktan çok keyif alıyorlar. erkekler kolsaatleri ve ayakkabılarıyla, kadınlar takıları, ayakkabıları ve çantalarıyla mümkün olduğunca "class"(!)larını göstermeye çabalıyorlar.
ve evet kadınları çok güzeller. tanrının onlara torpilli davrandığı muhakkak. ancak 35lerini geçtikten sonra 65-70 gibi durmaları, sanırım biz akdeniz tipli kadınların eline veriyor güzellik avantajını :)... ve çok genç yaşta evleniyorlar. rusça öğretmenim, 23 yaşındaki kızı henüz evlenemediği için çok üzülüyor mesela. artık iyi bir evlilik yapamaz endişesinde. çünkü kadın nüfusu çok fazla (%20 daha çoklar erkeklerden). kendi ülkelerinde "zengin" bir eş adayı bulamayanlar ise başta türk erkekleri olmak üzere, kendilerine pahalı hediyeler verebilecek yabancı erkeklerin peşine düşmek zorunda kalıyorlar. :) hatta bir arkadaşımın kız arkadaşının "eğer beni gerçekten çok seviyorsan Finlandiya'daki evini üzerime yaparak bana bunu kanıtla" demesine bizzat tanık oldum :s.
yalnız erkekleri...? türkiyeye gelen rus erkeklerinin ne kadar azınlıkta olduklarını görmek beni şaşırttı. çoğu çok yakışıklı ve iyi giyimliler. oldukça sportifler. ve yine tabiri caizse "karizmatik" ...:) havalı dolaşmayı çok seviyorlar. lüks arabalarıyla turlamayı da... yani yalnız rus kadınları değil güzellikleriyle torpilli olan erkeklerine de "maaşallah" demek gerekiyor :)
"ne kadar yeşil bir şehir" diye düşünürken ben, rusça öğretmenimin "aah ahh yeşil bırakmadılar Moskova'da" demesine şok olduğumu özellikle belirtmeliyim. çünkü gerçekten her yer orman, parklarla dolu.
haftada üç gün rusça dersi vermek için bir öğretmen geliyor evime. çok tatlı bir bayan. üniversitede "yabancılara Rusça öğretme" ile ilgili çalışmalar yapan bir enstitüde öğretmenlik yapıyor. ve Çehov okuduğumu öğrendiği günden beri bana hayran :) beni çok entellektuel bulduğunu her fırsatta söylüyor. çünkü artık Moskova'da bile Çehov'u pek bilen kalmamış. belli yaşın üstündekiler yalnızca diyor. onların da en elit kesimiymiş. eh bunları duyunca benim de biraz havalara girdiğimi söylememe gerek yok sanırım :)
önümüzdeki haftadan itibaren beraber tarihi yerleri gezmeye karar verdik. sanırım o zaman yazacak çok daha güzel ve bol malzemem olacak. bir de üşenmeyip fotoğraflarımı da PCye atarsam yeni dünyamı sizlerle paylaşmanın tadına varabileceğim.
e şimdilik çala-klavye ancak bunlar çıkabildi parmaklarımdan.
bir sonraki sefere kadar
"dasvidanya" :)

2 yorum:

Adsız dedi ki...

bir sosnraki seferi merakla bekliyoruz edicim ...

edi.ben dedi ki...

yazacak o kadar çok şey var ki Diagonal'im, nerden, nasıl başlayacağımı bilemiyorum. fazla da uzun tutmak istemiyorum.
gerçi sözün var geleceksin ziyaretime, sen gelince gözlemler beraber yazarız... :-*