Pazar, Ocak 31, 2010

ne var, ne çok?

ne kadar çok yer var İstanbul'da özlenecek.
ve içi sen kokan ne çok sokak.
ne çok şarkı var, kelimeleri sana akan
ne çok şiir
ne çok ses.
ne çok "ben" varım, ne çok "sen"
ne çok "aşk" var.
ve ne çok "ayrılık"...

kırıldım... kırgın değil, kırığım


tüm sihirlerimi verdim,
en bilinmeyenlerimi sundum sana.
sense beni, bir çırpıda,
attın gökyüzünden aşağıya.


Cumartesi, Ocak 30, 2010

başlık-sız



başımı yastığıma koyduğum an, sanki hızlanıyor snaptik bağlarım.
saniyede onlarca fikir dolaşıyor kafatasımda. sabırsızlık akıyor zihnime. tahammülüm yok bekleyip, görmeye. bir an önce rayına oturmalı hayatlar. ve o hayatları raydan çıkaranlar trenlerin altında kalmalı.
anlamıyorlar hırsımın sebebini. anlayamazlar da zaten, söylemek niyetinde de değilim. ama ben görüyorum onların gözünden. biliyorum kalpleri nasıl sıkışıyor o anlarda. soluk almak nasıl zorlaşıyor, gözyaşları ne kadar sıcak akıyor, yanakları nasıl yanıyor, ben biliyorum. konuşamamak, anlatamamak nedir, biliyorum. ne kadar yalan gülüyor gözleri, gerçekten gülebilmeyi ne kadar arzuluyorlar, biliyorum.
kendim için yaptıklarımda çok geç kaldım belki ama, onlar için yapacaklarımın yollarına düştüm çoktan.
hayattan intikamımı, hem kendi adıma hem onlar adına, almak için bu acelem.
işte o yüzden, sizler düşüne durun, ben bekleyemem.

Cuma, Ocak 29, 2010

SİZ'e

kurtarabildiğim kadar denizyıldızı kurtaracağım. bu amaçla çıktım yola.
ellerinizi uzattınız bana, güvendiniz...
herşeyi değil belki ama çok şeyi değiştireceğim, sizler için.
biliyorum bunu
ve inanıyorum.
sizler de inanın istiyorum.
inanın ve pes etmeyin.
başarabilmem için,
bana da güç verin...

Çarşamba, Ocak 27, 2010

seni se..... seni sev..... sen..... beni sev-sen

doluya koysam almıyor, boşa koysam dolmuyor,
gerçi doldurmak da değil ya niyetim...
laf ola beri gele,
peynir gemisi yürüte...
yürü be gemi!!!
aç yelkenlerini açık denizlere...
ardına bakmadan gidenlere inat,
el salla, iskelede ağlaşanlarına.
sevmenin değerini bilmeyenlere,
sevilmenin yüceliğini görmeyenlere,
anlat "aşk"ı, yelkenler foraaa...
değişik bir tat için, ağız şapırdatanları,
tadına doyup da yan çizenleri,
ruha büyük beden sözcükleri,
boğ masmavi okyanuslarda...
sonra yanaş bana,
at halatını boynuma,
çek beni güvertene,
sök içimden kalbimi,
at, dalgalarda çırpınan şiirlerin arasına.

içim dışıma çıkıyor... :s

içimde bir çocuk, öyle saf, öyle ürkek...
dışım ne kadar güçlüyse, o o kadar zayıf, sokulgan.
dışımın tüm vurdumduymazlığına inat,
o kadar önemsiyor, yaşamımda ne varsa, kimler varsa.
boşvermişliklerimi bile hatta...
gülüşleri kahkahalı,
hüzünleri hıçkırıklara boğuluyor.
dışım ne kadar yorgunsa, o kadar coşkulu.
dışım "yeter, hadi git" diyor.
o "sonsuza dek kal"
dışım ne kadar körse,
o o kadar çok görüyor güzellikleri.
dışım vazgeçmiş olsa bile,
o hala aynı aşkta...

Pazar, Ocak 24, 2010

pes etmek yok Güniz'im... hepimiz seninleyiz... başaracaksın biliyoruz... çünkü Güniz'im;

Oturacağız bigün, bir denizkenarında GÜNİZ'im,
ellerimizde bize ait ellerle...
Yaslayıp başımızı güçlü omuzlara,
gülümseyeceğiz birbirimize masanın iki ucundan, huzurlu, tutkulu...
Önce senin gözlerin öpülecek, sevineceğim;
sonra benim gözyaşlarım...
Gözkırpacaksın bana pırıl pırıl.
Az kaldı GÜNİZ'im, bi gel hele...
Bak, bulutları geçtik mi AŞK bekliyor bizi maviliklerde...

Ankara'da... Kızılay'da dün...

"bakın, bu Recep Tayyip'in dediği gibi sonradan değil, doğuştan; bu sembolik değil, inançtan..." başındaki örtüyü gösteren bir kadının, soğuktan bembayaz olmuş dudaklarından çıkıyor bu sözcükler.
" aslı var mı? bu gece sabaha karşı gelip, yıkacaklarmış çadırlarımızı... bu konuyu bi' öğrenip, bildirseniz bize"
" gelsinler Hasan abi... yıksınlar, yine yaparız."
"her açıklamasından sonra bi'şey ekliyoruz çadırlarımıza. dünkü açıklamadan sonra soba ekledik. bi' sonrakinde koltuk takımı getireceğiz" gülümsüyorum.
"esnaf rahatsızmış diyor utanmadan. imza toplamaya kalktılar esnaftan, rahatsızız tekel işçilerinden, diye... oysa bakın, elektriğimizi şu dükkanın sahibi veriyor. şurdakinde ihtiyaçlarımızı gideriyoruz. şu dükkanların sahipleri, evlerine giderlerken akşamları, anahtarlarını veriyorlar bize, kadınlar ve çok yorulanlar girip sıcacık uyusunlar, dinlensinler diye"
"kaç gündür yavrumu görmüyorum" diyor bir anne. "burnumda tütüyor kokusu, ama onun için burdayım en çok... onun yarınları için..." gözlerim doluyor.
sonra birden biri bir türküye başlıyor... battaniyelerine bürünmüş, soba başına toplanmış kaç kişi varsa, eşlik etmeye başlıyorlar, içimden akan türküye... ben de... ben de söylüyorum onlarla bağıra bağıra...
türkü bitiyor. sessizlik...
bir şiir başlıyor önce... gözler kapalı dinliyoruz şiiri.
bitince bir yumruk kalkıyor gökyüzüne doğru: "Tayyip... Tayyip duy sesimizi... bu gelen emeğin ayaksesleri..." binlerce ağızdan aynı sesler yükseliyor Kızılay'dan Ankara'ya.
" 5000 kişiyiz... ailelerimizle 15000 diyelim. hesaplıyor tabi, kömür vs dağıttıkları 150000-200000... bizim oylarımız olsa n'olur olmasa n'olur diyor aklınca. görmemezlikten geliyor bizleri."
"biz yakıp yıkmıyoruz, öldürmüyor, kan dökmüyoruz. bizler alın terlerimizin karşılığını istiyoruz" sesin geldiği yöne bakıyorum, ne kadar güçlü bir çift göz... kararlı ve cesur. inanmış...
" biz açılımı çoktan yaptık" diyor bir diğeri. "türk, kürt, çerkez, laz... hepimiz burdayız" sözleri biter bitmez kürtçe bir türküye başlıyor. birken üç, üçken beş oluyor... dinliyorum, titreyerek.
soğuktan mı...
bacalardan küller uçuşuyor, üstümüze... peki gözyaşlarımın sebebi yalnızca duman mı? bilmem... dumana atıyorum suçu...
bir saz sesi... bir bir ayağa kalkıyoruz... halay başlıyor...
el ele... omuz omuza... umut dolu... ışıl ışıl... adımlar aynı, aynı atılıyorlar, aynı yürüyoruz...
karanlık yarınlarla "aynı" savaşıyoruz. aynı umudu taşıyor, aynı türküyü söylüyoruz.
binlerce ses,
tek ses oluyor...
hızlanıyor, hızlanıyoruz.
hem soğuğa inat, hem bencillere, gözüdoymazlara, yalancılara, çıkarcılara, hırsızlara, emek sömürücülerine...
aydınlık yarınlar için söylüyoruz...


Perşembe, Ocak 21, 2010

istekte istek saklı... saklıda gizli saklı... :)

ne istedim biliyor musun?

işlerinin, tüm koşuşturmalarının arasından "pat" diye çıkayım bu yazımla karşına istedim.
seni özlediğim, seni istediğim kadar çok istedim bunu.

bana sokulmanı, dizime uzanıp; saçlarını, yüzünü okşamama izin vermeni istediğim kadar çok... Sonra eğilip alnına, ordan yanaklarına, çenene ve dudaklarına onlarca minik öpücük kondurmak istediğim kadar çok... Dudaklarında takılı kalıp aşk yolculuğumda, o minik öpücüklerin sürelerini her seferinde biraz daha, biraaaz daha... nefessiz kalıncaya kadar uzatmayı istemem kadar çok istedim.
Beni yumuşacık sevmeni istemem kadar çok...

Bu yazımı okumanı çok istedim...

okurken "hop" diye aklına düşmeyi, seni gülümsetebilmeyi, yorgunluklarını ruhundan atabilmeyi ve soluduğun her anında, ne kadar çok sevildiğini hissetmeni istediğim kadar çok istedim.

Bugün tüm güzel şiirler gibi, benim de tek sana ait olduğumu bilmeni çok istedim...

Çarşamba, Ocak 20, 2010

oh beee... dünya varmış!!!

mevsim dönümünden mi yoksa başka bir nedeni mi var, bilmiyorum. ama "ben" başka bi "ben" iki gündür sanki.
vurdumduymaz, yaramaz, boşvermiş, "adaaaam sen de.."ci bi "ben".
ne olursa olsun, ne denirse densin tepki vermek gelmiyor içimden. ne pozitif, ne negatif...
her şey öyle komik ve basit geliyor ki...
"yaşıyorum çok şükür"lerdeyim resmen.
ne istersem onu yapıyorum.
gitmek zorunda olduğum bir yere bile, "bugün gelmeyeceğim" cümlesini bir patron edasıyla kuruyorum.
her zaman "neden aramıyorlar, neden sormuyorlar" dediğim cümleler bile "kendileri bilir"e dönüşmüş durumda.
her ne ise sebebi, çok iyi geldi bana.
size de tavsiye ederim.
hani derler ya "bi kere geldik şu dünyaya, tadını çıkaralım doyasıya" olayı işte.
geçin aynanın karşısına. iyice bi bakın kendinize. ama iyice. ne kadar yabancı geleceksiniz, kendinize bile, yüzünüzü detaylı inceleyince.
sonra hayatınızda sizi mutlu eden "şey"leri, mutsuz edenlerden çıkarın.
sonuç negatif çıkarsa eğer, çıkarma işleminden önce, mutluluklarınızı üç ya da beş ile çarpın. bulduğunuz sonucu yerleştirin teninize dikeceğiniz bir cebe. koyulun sonra yolunuza. yapacağınız her işte, atacağınız her adımda, cebinizdeki sonuca eklenecek ve onun değerini yükseltecek bir "şey"ler yapın.
yapın.
ne bileyim, güvercinlere yem atmak bile dahil olabilir bu "şey"lere.
diyelim ki o an telefonunuz çaldı ya da bir arkadaşınızı gördünüz. engelleyecekse sonucu, boşverin telefonu da arkadaşınızı da.
kendinizlesiniz, daha güzel ne olabilir ki...
boşverin KALIPları.
uzatın ayaklarınızı insanların geçtiği yerlere, eğer o an uzatmak istiyorsa canınız.
ya da şarkınızı söyleyin kalabalık bir yerde birşeyleri beklerken, içinizden mırıldandığınız şarkınızı... yüksek sesle hem de. sesiniz kötü de olsa... sizin şarkınız o. ve söylemek istiyorsunuz o an.
insana has şeyler yapın yani.
sizi "insan" kılmış olan...
kalbiniz mi hızlanıyor "o"nu gördüğünüzde, söyleyin.
ne kaybedersiniz ki?
zaten bir gün kaybedeceklerinizin, hatta sizden sonra zaten kaybolacakların dışında, ne kaybedebilirsiniz ki?
sizi ne mutlu edecekse, cebinizdekinin değerine değer katacaksa onu yapın.
boş boş dolaşın deniz kenarında. alış-veriş merkezlerinde, taksimde...
canınız nerede isterse...
sizi "insan" yapan "insana has"larınızı yaşayın.
çok keyifli.
çok zevkli.
ve varsa şansınız "aşık olun". en aşığından hem de.
"seni seviyorum" diyin her fırsatta.
"seni seviyorum" demeyi sevin hatta.
ve hele bir de seviliyorsanız...
daha ne diyebilirim ki...
varın tadına.
"insan"ı "insan" yapanlarınızı yaşayın.
herkesin yapabildiklerini değil.
ben iki gündür başka bir "ben"im.
çok mutlu ve çok huzurlu.
yapmam gerekenleri değil yapmak istediklerimi yaparak tadını çıkarıyorum "insan"lığımın.
size de tavsiye ederim. bir deneyin.

Pazartesi, Ocak 18, 2010

bitmiyorsun...


"sarılıp gövdesine sımsıkı,
bir kadın kendini doğurabilir isterse" demiş şair...
köklerini toprağın en derinine örmüş bir çınar gibi sarmaladım yüreğimi,
bırakmam, doğurana kadar kendimden yeni kendimi.

ama biliyorum,
boşuna çabam;
hayata itmeye başladığında bile, sıklaşan sancılarım beni,
sevmeye devam edeceğim seni ve yorulduğum sensizliğimi...

Çarşamba, Ocak 13, 2010

torpilsizlik başıma vurdu zaar :P

her soluğum yeni bir snaptik bağ oluşturuyor beynimde.
hiç durmadan, ara vermeden çalışıyor garibim.
düşünerek ısınıyor vücudum.
offffff...
ciğerlerimi patlatırcasına bağırasım var,
saç-baş yolasım...
yapılanları kimse görmüyor,
yapılmamışlara reveranslar.
bense göze almışım en büyüğünü özlemlerin.
en iç titretenini kabullenecek kadar karartmışım gözümü.
yazık etmişim
boş lobunu alan gelmiş buraya,
balık bekleyen foklar gibi alkış tutuyorlar onlara.
iyisimi kızım edi.ben,
vur kendini dağlara...
ne gerek var;
kürekleri, ışık hızında, çekeceğim diye
kum üstünde çırpınmaya...
yanakların al al olur,
oksijen bol malum.
meditasyon,
kung-fu derken,
bir bakımışsın, Nirvana...







Çarşamba, Ocak 06, 2010

Van-Hakkari-Ben

kartallarla zirvelerde dans etmek
beyazlarda temizlenmek
yeniden ben olmak
yeni bir ben olmak
ne iyi geldi...






Cumartesi, Ocak 02, 2010

bir Biri'ne

gülüşünle
sıfırladın kalbimin kronometresini,
yeniden başladı çarpmaya sayende.
akıntıya bırakmamı istedin gözlerimi,
"çırpınma boşa", dedin,
"boşa kürek çekme.
şelaleyle dökülürken yıldızların,
ben toplarım onları köpük köpük.
okşar, öper yerleştiririm yeniden,
damla damla döküldükleri
gökyüzüne."