Salı, Mayıs 18, 2010

3. Mektup (son)

Merhaba Şair Abi,

beni tanımazsın. çok kişi de tanımaz zaten. çok karışmam hayat içine...ama ben seni bilirim, dostum kırlangıçtan.

o çok şanslı bir kuştu. hayalleriyle gerçeklerini bir arada yaşayabildi.

gitmeden önce, bana çok önemli bir görev verdi. o nedenle yazıyorum sana, ilk ve son kez.

sana, gözyaşlarından yıldız doğuran kızı anlatmış. bana da bahsetmişti ondan.

merakıma yenik düştüm ve nice dağlardan uçtum, o kızı buldum.

önce yakınlarında bir yere kondum ve sessizce izledim onu uzaktan.

dikmişti kanatlarını, yeni bitmişti işi.

ayağa kalktı, gerindi. küçücük elleriyle, gözyaşlarını sildi.

kanatlarına baktı, bir kaç kez kanat çırptı. gülümsedi.

sonra hızla koşmaya başladı, koşarken sevinçten çığlıklar atıyordu.

görmeliydin halini, ben bile uçmayı hayal ettim, onun gözünden, nasıldır diye, o an.

koştu koştu...

bir uçuruma yaklaştı. "heh şimdi havalanacak" diye düşünürken ben, durdu.

aşağıya baktı.

korktu sandım önce, yanına kondum bilmişçe.

"korkma, bırak kendini aşağıya, zor değil inan bana"

"korkmuyorum güzel kuş, seyrediyorum yalnızca"

şaşırdım "neyi?" dedim.

gülümsedi, yanıma geldi.

aldı beni ellerine, uçurum kenarına oturdu ve başımı okşamaya başladı, yumuşacık, he bi de öpücük kondurdu.

"insanları, güzel kuş...

minicik kalmış insanları.

koşuşturmalarını, savaşlarını, uğraşlarını...

burdan bakınca herkes ne kadar aynı."

anlamadım sözlerini, gözlerimi açtım iyice, belki ben de gördüklerini görüp, dediklerini anlarım diye.

ama yok, ı ıh...

her zaman gördüğüm şeyler işte.

yani zaten aynı olan şeylerin, aynılıklarını nasıl fark edebilirdim ki...

yıllardır gökyüzünden izlediğim manzara.

"anlamadın değil mi? kon omzuma da anlatayım sana.

dışardan bakınca hepimiz biriz. hepimizde iki göz, iki kulak...

hepimiz yemek derdindeyiz.

fakat içimiz?

kimimiz cesuruz, kimimiz korkak.

kimimiz severiz, kimimiz sevdik sanırız.

kimimiz yazarız, kimimiz yazılanları okur...

yüzlerce fark var içlerimizde, sen bakma dışımızın bir gözüktüğüne."

sustu sonra, başını kaldırdı, gökyüzüne baktı.

"biliyorm musun minik kuş, ben aşık olmuştum.

sen aşkı bilir misin?

sizler de aşık olur musunuz?"

cevap verebilmeyi ne çok isterdim.

duyabilseydi sözlerimi, ona şöyle derdim;

"siz insanlar aşkı kelimelerde bulursunuz, kelimelerle sunarsınız.

biz aşkın tadını biliriz, yaşarız, görür gösteririz.

aşığını okşamak kolay, asıl mesele aşkı okşamakta yatar.

sen hiç avcunda tutup aşkı, yüzüne sürdün mü? kokladın mı? renklerini dudaklarınla birbirine kardın mı?"

kıza baktım, gözlerine...

yıldız yıldızdı gözleri.

bulutsuz bir gece gibiydi sanki.

dalgalar oluştu birden içlerinde,taştı gözlerinden yüzüne.

atladım omzundan hemen.

kucağına düştüm.

yanaklarından akan sıcaklığı, kanatlarıma sürdüm.

" gördüm" dedi. " gitti gideli hayallerimdeydi.

tam da silinmek üzereydi,yüzlerce insanın arasından,bir peri

bana yeniden onun yüzünü gösterdi.

bir kaç saniye gördüm onu.

başımı çevirdim sonra yarınıma.

gülümsemedim bile gözlerine,

gülümseyemedim heyecanımdan.

hafifçe eğip başımı,

bir selam bile veremedim korkumdan.

içimden teşekkür ettim yalnızca,

hem periye,

ona veda etmem için bana bu hakkı tanıdığına...

hem ona,

kalbimin tanıması için, bana aşkı anlattığına...

bana sevişmeyi de öğretti,

sevişirken mutluluktan ağlamayı da.

bana hoşçakalsız gidişleri de öğretti,ayrılık acısını da...

güvenmeyi de öğrendim ondan,

güvenmenin yalanlığını da...

sevilmeyi de tattım onunla,

seviliyorum sanmayı da...

ne çok okudum ben onu,

yıllarca...

gençliğimce...

BENliğimce...

gözlerinin baktıklarını gördüm,

renklerini,

çocuklarını,

yumurta yarışlarını,

dedeyle torunu için çiçek açan ağaçlarını...

soğukları bile ısıttık onunla,

güneşlendirdik kuzeyleri.

sokakları imzaladık öpüşmelerimizle, ıslak ıslak.

her sesini bildim,

her sözünü anladım, hissettim.

ama bilinmedim,

hissedilmedim.

hiç birşey beklemezken,

hiç birşey oldum hayatında.

çatlamış bir kalbi,

un ufak etti,bir yumrukla...

gidiyorum o nedenle minik kuş,

onun uyuduğu bu şehirden,

huzursuz olmasın,

üzülmesin,

mutsuz kalmasın diye...

bambaşka bir dil konuşulmuyor belki gideceğim yerde

ama yabancı bir gökyüzüm,

yabancı insanlarım olacak yine de...

sabahları güneşin ilk öpücüğünü kondurduğu yerlere gidiyorum.

kışları bembeyaz,

yazları sapsarı olan yerlere...

kanatlarım hazır artık,

götürmek için beni,

istediğim o şehre.

işte böyle sevgili... eee sevgili?

aa sana bir isim koymamışım bile.

işte böyle, FLORA...

yumuşacık tüylerin,ne de yakıştı adına.

Flora...

az kaldı Flora...

çok az kaldı gidişime.

işte bu yüzden, teşekkür ettim periye.

yüzüne bakamadım belki ama

veda ettim meleğime."

sonra tuttu beni yine usulca,

avuçlarının arasında.

yaklaştırdı tekrar yüzüne,bir öpücük daha kondurdu tüylerime.

bıraktı yanıbaşına.

ayağa kalktı,

son bir bakış atıp bana, gülümsedi hüzünle.

açtı kanatlarını,

bıraktı kendini uçurumdan aşağı.

sessizlik oldu önce,

sonra kanat sesleri duyuldu.

uzaklaşırken yanımdan,

güzel kız hala gülümsüyordu.

kırlangıça söz vermiştim, sözümü tuttum Şair Abi.

gözyaşlarından yıldız doğuran kızın,

sona erdirdim hikayesini...



Sevgiler Sürmeli Kız Kuşu

Hiç yorum yok: