Pazartesi, Mayıs 31, 2010

hep aynı

konusalım bakalım. konusalım hanımlar beyler.
havadan sudan olsunmus sohbetler. olsun bakalım. biraz havadan biraz sudan...
zaten bir araya geldi mi dört beş kişi malumdur sohbetleri...
bazen en büyük politikacıları ceplerinden çıkarırlar ülke yönetimindeen iyi ekonomisttirler, bi' öyle yapılsa ne işsizlik kalır ne enflasyon.
yemekte tıkış tıkış doldurulmuş tabaklarında arta kalanları iterek bir kenara "açları" konuşurlar. üzülürler. "oysa herkes bişeyler yapsa açlık diye bir sorun kalmaz"ları konuşurlar.
bazıları din konuşur. en dogru dindir tabi kendi inandıgı. "inanca saygılı olunmalı." inanmaya görsün bir başkası bir başka şeye. sesler yükselir hatta silahlar bile söze gelir saygıdan diger inançlara. sevgi için oluşmuşlar, var edilmişler, inmişler ya da sadece icat edilmişler. sevgi için. doğrular için. güzellikler için. hepsi ama hepsi. çakıl taşına da tapsa bir insan, insandır. inanmıştır. o çakıl taşına sıgınır korktugunda digeri tanrısına. o çakıl taşına yalvarır sevdikleri için, digeri tanrısına. ama insan insanı en cok "inanç"la yok etmiştir.
savaşları kınarken bile kavga ederek kınarız. "kan dökülmesin artık yeter"i kanla yazarız.
he bi' de güncel sohbetler vardır. o an orda bulunan herkesin bildigi bir isim olmalıdır özne. bazen bir arkadasları, bazen de bir sanatçı ya da bir sanatçımtrak. onun hayatı oluverir birden hayatları. evliligi boşanması aldatması...
hep beraber yaşanır. grupça. "ben olsam"lar uçuşur havada. hem de o an kendileri bile değillerken
daha neler var "havadan sudan" denilen başlık altına toplanmış boş kelimelerden oluşan. ama ne hava boştur ne de su. onlarsız kalabilir mi insanoğlu?
boş verin arkadaşlar... boşverin konuşmayı.
ya güzellikleri konuşun ya da kınadıklarınızı konuştuktan sonra durdurmak için bişeyler yapın. yaptıgınız şey "hiç birşey"miş gibi görünse de.
ve inançları konuşmayın asla. herkes kendinde yaşasın inancını.
herkesin doğrusu kendinde, hatasıyla yanyana eşlik etsin kendisine.

eğriden doğruya


söylemem gerekenleri ve söylemek istediklerimi söyledim.
bundan sonra tek sözcük yok sana dair.
belki sıkar, belki kırar, belki de üzerim istemeden.
kimse kimseyi zorla isteyecek değil,
kimse de kimseye kendini zorla istetecek...
nasıl mutluysan öyle olsun.
istemedin madem,
o halde
ben sende yokum
artık
sen de bende yoksun!!!

Pazar, Mayıs 30, 2010

nefessizim

ne kadar çabalarsam çabalayayım, -mış gibiliklere bulanayım, yine de olmuyor işte.
herşey başaşağı gidiyor inatla, hayat beni bir türlü sevemedi.
gerçi benim de onu çok sevdiğim söylenemez ya...

Cuma, Mayıs 28, 2010

Denizler altında fersah fersah :) (gözleri gülen masal)


"hadi beni yakalasana" dedi küçük bir yunus balığı, dalgın dalgın hayatı seyrederken ben.
gülümsedim, "yakalayamam ki" dedim, memnun olduğum halimden kurtulmama arzumla.
"hadi, yakala, atla suya, söz veriyorum, yavaş yüzeceğim,
kuyruğuma tutunabilmene izin vereceğim"
suyun kenarına gittim.
çıkardım üstümde ne varsa.
bıraktım ayaklarımın dibine.
aşkı anlamayanlardan soyundum,
sevilip sevişmeyi bilmeyenleri attım üzerimden.
sahtelikleri, yalanları tek tek kopardım tenimden.
çırılçıplak bıraktım kendimi suya.
düştüm en derinlere...
indim
indim...
karanlığın sesinden başka ses yoktu aşağıda.
"aç gözlerini" dedi, yaramaz yunus.
"aç ve gör güzellikleri,
dinle denizin sesini,
şarkılarımızı duy,
eşlik et hatta sen de"
"becerebilir miyim?"
"zor değil, inan bana"
yavaş yavaş açtım gözlerimi,
tuza alışıklardı nasılsa gözyaşlarımdan, yanmazlardı, biliyordum.
bir de ne göreyim, etrafımı sarmış balıklar, izliyorlar beni şaşkınlıkla.
yaramaz yunus kıvrıla kıvrıla yüzdü etrafımda.
tek tek tanıştırdı beni yeni dostlarımla.
sonra topladı balıkları ve birşeyler fısıldadı onlara.
cıvıl cıvıl kaçıştılar bir anda, dağıldılar mercanların renklerinin aralarına.
dipteki kumlara saldılar onların renklerini.
"yürü" dedi, minik yunus, "takip et renkli yolu".
baktı bir türlü sağlayamıyorum dengemi,
yanıma yaklaştı, göz kırptı, kuyruğunu uzattı.
tuttum kuyruğundan onu, annemin elini tutar gibi.
ne kadar özlemişim bu duyguyu.
yürüdük
yürüdük...
yanlarından geçtiğimiz mercanlar ve balıklar reverans yapıyorlardı, bir prensesi selamlar gibi eğilip önümde.
neşelendim, daha da hızlandı adımlarım.
hatta zaman zaman sekerek koştum çocukluğumdaki gibi, ne güzeldi...
sonra şarkılarını duydum.
kıpır kıpır oldum.
başladım eşlik etmeye, sözlerine bir anlam veremesem de...
"bir prenses tutmuş eteğinin ucundan, koşar adım yürüyor prensine. ne kadar bir gülüyor gözleri, aynı aşka vuruyor yürekleri..."
birden durdu yunus, şarkımız bitince.
çekti aldı kuyruğunu avuçlarımdan,
yüzüme su püskürttü, kahkahası geldi ardından.
"yapmaa" dedim gülerek.
"bak karşıya, el sallayan yosunların arkasına"
dört yavru köpek balığı, çevrelemiş birini oynaşıyorlardı şımara şımara.
sokuldum yavaşça yanlarına, oyunlarını bölmeden izlemeye başladım heyecanla.
O'nu gördüm aralarında.
gözleri daha derindi bulunduğumuz yerden sanki.
kapkaralardı ama karanlık değillerdi.
ışıl ışıl gülüyorlardı, dudakları gibi.
"gelsene" dedi bana, uzattı elini, çekti aldı yanına.
sarıldı belime, kucakladı kalbimi, başladı döndürmeye suda bedenimi...
başım da dönüyordu bir yandan, ama mutluluktu nedeni.
bitince dansımız, durdu karşımda,
yaklaştı,
ellerinin arasına aldı yüzümü,
kapattı gözlerini, gözlerim kapandı.
öptü
öptü...
sarıldım sımsıkı,
kendime çektim onu, aşkı...
bıraktım tuzlu suya tüm ağırlığımı.
yalnızlığımı okşadı,
hüzünlerimi sevdi,
gözlerimden aktı,
kalbime doldu.
dansa başladı yakamozlar...
seviştikçe biz daha da renklendi mercanlar, balıklar, kumlar...
sevişler sevişleri kovaladı,
yeryüzüne çıkma vaktim yaklaştı.
omzundaydı başım uyuyan prensimin,
yavaşça kaldırdım,
yüzüne baktım.
seyrettim
seyrettim...
hayallerime nakşettim.
yavaşça kalktım yanından, uyandırmadan.
ya da öyle sandım.
bir el yapıştı bileğime,
çekti beni tekrar kendine,
uzun uzun öptü önce,
sonra eğilip kulağıma,
"yine gel" dedi usulca.
"yine gel"
"geleceğim yeniden mutlaka... seni seviyorum" diyecektim tam,
dudakları dudaklarıma kondu yeniden,
susturdu.
ellerimi aldı sonra ellerine, gözlerime baktı.
"kendine iyi bak" dedi ve sularla aktı,
uzaklaştı.
kendine iyi bak!!!
kendim?
"ben artık SENim..."
... diyemedim.
minik yunus belirdi birden,
yine kuyruğunu uzattı.
"gel hadi, gitme vakti"
tüm balıklarla vedalaştım.
"görüşmek üzere" dediler mercanlar el sallarlarken arkamdan.
"görüşmek üzere dostlarım, çok özleyeceğim sizi, hepinizi ve...
...ve prensimi"
başladık su yüzüne çıkmaya...
yanımdaydı kokusu, sevişi, gülüşü, kalbi...
tutundum karaya, tam çekiyordum ki kendimi yukarıya,
bir ses geldi derinlerden kulaklarıma,
"kendine iyi bak,
yine gel"
prensimin sesi ulaştı taa oralardan bana.
sevindi gözyaşlarım.
dururmuyum, hemen ben de seslendim.
sesim ona gidemedi...
gidemezdi.
sular izin vermezdi.
vermedi...
efendim?
ne mi dedim?






Çarşamba, Mayıs 26, 2010

seni sevmek çok güzel şey


gözlerinin ışıltısı gözlerime sıçradı... siyahını özledim. bakışını, gülüşünü, öpüşünü, sevişini...
sohbetini özledim, krallara nispet yaparcasına... ;)
sesindeki "merhaba"yı, nefesindeki arzuyu da...
herşeye dolu dolu vuran kalbini de özledim. boynuna taktığın fuları bile.
dostluğunu da özledim, sevgililiğini de...
seni de özledim, J.'yi de :)

parantezler yollayan dosta :)


sevdam olmak istiyorsun,
olma.
sen benim sevdadaşım kal.
çünkü beni "sen" bilirsin

aynı aşka vurgunuz seninle.
ve bu sevdada yer yok bilirsin sevdaya ait olmayanlara.
sen bilirsin nedir her harfimde saklı olan fikir.
sen bilirsin kelimelerimin aslı nedir.
parantez açsam ben de eğer, neler yazarım o paranteze bilirsin.
benim parantezlerim nerde saklı onu da tek sen bilirsin...
hiç bir veda veda değildir bizler için.
sözcüklerle veda etmeyiz biz bilirsin.
ve bilirsin neleredir, kimleredir o vedalar...
küçük değildir beynimizde ve kalbimizde yaşattıklarımız.
tükenmez yaşatma hırsımız.
umudumuz.
arzumuz.
isyanımız.
sen bilirsin!

Pazartesi, Mayıs 24, 2010

başardım

kendim kendime sarıldı, eğildi kulağına fısıldadı.
"hazır mısın?" dedi.
kendim "çoktan" diye cevap verdi.
bıraktı kendim herşeyini geride,
ne mesleği, ne akademik kariyeri kaldı.
siyaseti ve kitaplarını yanına aldı,
tuttu oğlunun minik ellerinden,
aşklarıyla vedalaştı,
yepyeni bir hayata,
mutlu mesut yelken açtı ;)

Cuma, Mayıs 21, 2010

o gece

gece, pembe güllerin arasından iniyordu,
çiğ taneleri bıraka bıraka.

kanatları ıslak bir güvercin,
sabırsızlanıyordu ayla buluşmak için.

gecenin karanlığı kadar güzeldi ay,
önce hilal, sonra yarım ay
ve derken kocaman olmuştu,
şırıl şırıl akan nehrin suları sıçradıkça üzerine.

dolunaya çevirmişti yıldızlar yüzlerini,
pırıl pırıl titreşiyorlardı, nefes nefese.

ayışığına uzandı güvercin,
çekti aldı içine gerine gerine.
med-cezir
med-cezir
sular bir yükseliyor,
bir çekiliyordu,
ay güvercinle bütünleştikçe.

ikisi de bembeyaz
ikisi de ışıl ışıldı.

güvercin dayanamadı daha fazla,
çırpmaya başladı kanatlarını,
açtı kapadı,
açtı kapadı...

güvercinin kıpırtıları,
aya bulaştı...

bir kere daha yükseldi ay,
samanyolundan aktı,
mutlu ışıl güvercine,
milyonlarca yıldız bıraktı.



Perşembe, Mayıs 20, 2010

Gülen Gözlüm'e

son zamanlarda çok zor günler geçirdim, hala da devam ediyor sıkıntılarım aslında,
ama
iki şey hayatıma neşe kattı, ümit oldu, ışık oldu...
renklendirdi dünyamı,
güldürdü yüzümü...
en çok da "sen"
sen gülen gözlüm...
kalbime yüzlerce serçe doldurdun sanki,
ha bire kanat çırpıp duruyorlar içimde.

Salı, Mayıs 18, 2010

1. Mektup

Sevgili Şair Abi,

Uzun zamandır yazmıyorsun bana. Belki de artık dünyayı sarmalayan kuyrukluyıldızları görmek için başını gökyüzüne kaldırmadığındandır.

Ama ben bilirim, beni unutmadığını. Söylemiştin bir keresinde çünkü.

"gökyüzüne yakın ağaçlar üzerlerine konan kuşları unutmazlar" demiştin.

Gelelim asıl sana yazma nedenime...

Başardım Şair Abi...

Geçen gün bir kuyrukluyıldıza tutunmayı başardım.

Aklıma hemen sen geldin o an. Dedim mutlaka yazmalıyım Şair Abi'me bunu.

Tam kağıt kaleme saldırıyordum ki hatırladım o zavallı zarfa ve mektupkağıdına yaptıklarını. Ben de kağıtsız, zarfsız bir yöntem seçtim.

Her neyse...

Konumuza dönelim.

Öyle güzeldi ki...

Herşey birdenbire oldu.

Aniden karar verdim ve tüm cesaretimi toplayıp yakalayıverdim ışıklarından onu. Nasıl bir hızdı anlatamam.

Bir ışına bindim ben Şair Abi... Senden daha şanslıyım yani.

Nerelerden uçtuk, nereleri aştık bilmiyorum. Öyle hızlıydık ki gözlerimi bile zor kapatıyordum. Birden bir ses geldi kulağıma;

"nasıl, sevdin mi? Bilerek izin verdim tutunmana bana. sana göstermek istediğim çok şey var çünkü"

şaşırdım önce, inanamadım olanlara. Sonra daha sıkı sarıldım ışıklarına ve kendimi bıraktım onunla uzay boşluğuna. Milyonlarca galaksinin arasından uçtuk. Birtanesinin tam karşısında durduk.

"bak" dedi "işte burası, buradaki minicik bir gezegenden aldım seni az önce" ve başladık yaklaşmaya, onun minicik dediği gezegene. Aniden hızlandık, kanatlarım yandı sanki. Sonra tanıdığım kokular geldi burnuma. Gözlerimi açtım heyecanla.

Seyrederken ben aşağıdakileri kendimden geçmiş bir halde, tutup kanadımdan savuruverdi yıldız beni bir yerlere.

Düşerken ben seslendi arkamdan "şair heykelinin arkasında görüşmek üzere".

Ve kayboldu ışıldayarak ufukta.

Kalktım düştüğüm yerden. Kocaman bir otobanın üstünde, bir köprünün ortasında öylece yatıyordum.

Nerdeyim ben diye bakınırken etrafıma, bir bulut ilişti gözüme, kıs kıs bana gülen. Kaşlarımı çatınca ben, dayanamadı ve seslendi gökyüzünden.

"asma yüzünü, hiç yakışmıyor sana. Ne işin var bu soğuk yerde söyle bakalım minik kuş."

"Şair heykeli nerede biliyor musun? Evime dönebilmem için bir kuyrukluyıldıza tutunmam gerek, orda bekleyecekmiş beni"

"hmmm, dur sana yardım edeyim bari" dedi ve indiriverdi üstünden birkaç damla yağmur suyu. Gökkuşağı oluşturdu. Renklerin arasında bir saç teli. Beyaz, kıvırcık. "bunu takip et" dedi " o götürecek seni yıldıza".

Saç teli uçtu ve ayaklarımın dibine düştü. Köprünün altından vızır vızır arabalar geçiyordu. Kıvırcık tel bir o yana bir bu yana uçup duruyordu.

şaşkın şaşkın beklerken ben, hızla geçen bir kırmızı arabanın rüzgarıyla havalandı saç teli, başladı kıvrıla kıvrıla uçmaya. hemen takıldım peşine tabi ben de. saatlerce uçtuk o önde ben ardında takipte.

Nefes nefese kalmıştım ki inmeye başladı tekrar yeryüzüne.

Alçaldık alçaldık ve bir denizkızının üzerine konduk.

"hoşgeldin minik kuş" dedi bana güzel kız.

" biraz dinlen burada, daha yolunuz çok" "neredeyiz?" diye sordum ona. "dev güvercinler ülkesinde" dedi ve gülümsedi sıcacık.

Birden yüzlerce kanat sesi duydum. Güvercinlerdi havalanan. Gerçekten de kocamanlardı Şair Abi. saç teli havalanıvedi yeniden, onların rüzgarlarından. daha ben tam dinlenememiştim ki kendimi yeniden gökyüzünde buldum telin peşisıra.

dağlar aştık, göller geçtik... Soğuk rüzgarların estiği sıcacık bir parka indik.

"bu buz gibi yerde şaşırdın di mi parkın sıcaklığına" dedi bir ses. Kim bu benimle konuşan diye geçirirken aklımdan, ne göreyim, bir tavşan.

" öpüşen sevgililer sıcak tutarlar burayı her zaman" dedi ve el sallayıp kayboluverdi ağaçların arasında.

sarmaştıkça sevgililer, ılık ılık rüzgarlar esti dudaklarından. Kıvırcık tel yeniden havalandı nehrin üzerinden, tabi ben de yine hemen peşinden.

birkaç dakika uçtuktan sonra bir mezarlığa inmeye başladı saç teli. İndiği yerde bir ışık gözlerimi kamaştııyordu. Kestiremiyordum gözlerimi kısmaktan tam olarak yerini saç telinin. Bir anda bir karga belirdi üstümde.

"hey minik kuş uzaklaş çabuk burdan" diye bağırıp kovalamaya başladı beni acımasızca. Korkudan dökülen birkaç tüyüm asılı kaldı mezar taşlarında.

Işığın geldiği yöne doğru uçtum deli gibi. Şaşkınlıktan gagam açk kaldı Şair Abi, bir mezar taşıymış meğer o parlak ışığın dönüp durduğu yer.

Kondum üstüne. nefes nefeseyim yine.

"merhaba minik kuş, hoşgeldin" dedi taştan bir melek gülümseyerek yüzüme. "korkma o ışıktan, yol gösterir o kaybolmuşlara. Denizfenerleri hep denizlerde olacak değil ya. Çok severdi fenerleri, oku bak ismini, anlarsın ne demek istediğimi"

Adını fenerden alan bir şairin mezarındaydım demek ki.

"burası mı acaba beklemem gereken yer" diye düşünürken ben, saç telini gördüm çiçeklerin arasında süzülürken. Son bir gayretle çırpıp kanatlarımı takibe koyuldum yeniden.

Biraz uçtuktan sonra bir mezar taşına kondu kıvırcık tel. Hemen uçtum oraya ve kapayıp kanatlarımı beklemeye başladım sabırla.

Rüzgarlar esti ağaç dallarından ama kıpırdamadı bile saç teli yerinden.

Sonra birden onu gördüm.

Yıldızı.

"şşşt" dedi "sessiz ol ve bekle, geleceğim yanına hemen, şu kadıncağızın duası biter bitmez." Baktım hemen taşın yanında, elindeki kitaptan dualar okuyor bir kadın. N'aparsın, tabi ki beklemeye başladım çaresizce yine Şair Abi.

Duası bitince kadının, şöyle bir bana baktı. Elindeki iki karanfilden birini başında dua ettiği mezara bıraktı. Diğeriniyse eğilip, üzerinde durduğum taşın nöbet tuttuğu mezara...

ve gitti sonra hızlı adımlarla.

O gider gitmez yıldız geliverdi yanıma.

"başardın" dedi "aferim sana"

"Şimdi kapa gözlerini ve dinle uzaklardan seslenen bir cevizağacının sözlerini."

yaptım yıldızın dediklerini.

Kapadım gözlerimi.

Önce sadece dalların hışırtıları geldi kulaklarıma, sonra yüzbinlerce yaprağın rüzgrlara söylediği şarkılar.

ve sonra Şair Abi, bir ses...

Yarı rüzgar yarı insan sesi. Ve bana dedi ki;

"ilet bunu Şair Abi'ne minik kuş. Anlar o ne demek istediğimi"

ve ekledi. “…sen elmayı seviyorsun diye

elmanm da seni sevmesi şart mı?...”

İşte böyle Şair Abi.


Sence şair cevizğacı bu şiirinde ne söylemek isteMEdi?

Sevgilerimle dostun KIRLANGIÇ


2. Mektup

Sevgili Şair Abi,

Sana bu ikinci ve son mektubum. Bilirsin, biz kırlangıçların ömrü, siz insanların ki gibi yıllarla ölçülmüyor. Ama olsun. Koca bir ömrü yaşadım ben...

Süzüldüm dilediğim gibi, bulutlara saklanmış peri kızlarının arasında.

Meleklerle gözgöze gülüştüm o uçsuz bucaksız maviliklerde.

Mutluyum ben, doyasıya yaşadım ömrümce çünkü.

Sizler bunları yalnızca hayal edebilirsiniz.

Hatta çoğunuz onu bile yapamaz ya...

Kuyrukluyıldızla olan yolculuğumu anlatmaya başlamıştım sana, bir önceki mektubumda. Yarım kalsın istemedim. Kanatlarımı sonsuza dek kapatmadan, sonunu öğren yolculuğumun istedim.

Şair Cevizağacı'nın sözleri bitince, yıldız yanıma yaklaştı iyice. Işıl ışıl gülümseyip, "hadi bakalım minik kuş, tutun kuyruğumun ışıklarına, eve dönme vakti geldi" dedi.

Öyle yorgundum ki, hemen sıkı sıkı tutundum ona ve bıraktım kendimi yıldızın pırıltılarına.Yükseldik yeniden uzay boşluğuna. Göktaşlarının arasında slalom yapa yapa kıvrıldık o sonsuz karanlıkta. Sanki milyonlarca mum yanıyordu etrafımda. Titreyen alevlere "püf" desem sönüvereceklerdi bir anda. Samanyoluna aktık sonra ve yeniden yaklaştık yıldızın "küçücük" dediği dünyamıza.

Yaklaştıkça biz, fark ettim ki, yıldız doğuruyor dünya. Şaşırdım kaldım gördüklerimin karşısında. "Ben böyle bilmezdim, yıldızların doğumunu" dedim yeni dostuma. Güldü yıldız ağlamaklı. "yeni yıldızlar ekliyor bir kız samanyoluna, nasıl yapıyor bilmiyorum ama yapıyor işte" dedi. "kim bu kız" diye sordum. Sormaz olaydım Şair Abi, nasıl bir hıza ulaştık bilemezsin sorumdan sonra. Savrulup gideceğimi sandım bir ara uzay boşluğunda. Başladık yeryüzüne inmeye. Geceydi bulunduğumuz yerde. Işıl ışıldı gökyüzü. O ışıltıların arasında uçmuştuk bir kaç dakika önce. Düşündükçe ben bunu kanatlarım kıpır kıpır oldu.

Kocaman bir göl gördüm aşağıda. Denizmiydi yoksa... Kıyısında bir kız. Oturmuş, kanat dikiyor kendine. İyice yaklaşınca fark ettim, yaşlar iniyor gözlerinden denize. Çarpıp sularına damlacıklar, sıçrıyorlar gökyüzüne ve yıldız oluyorlar karanlıkta ışık saçan.

Birşeyler mırıldanıyordu kız dikerken sırtına kanatlarını. Duyamıyordum sözcüklerini, hala çok yüksekteydik çünkü. Hüzün çöktü içime, kızcağızı öyle üzgün görünce. Yıldız fark etti iç çektiğimi ve dönüp bana anlatmaya başladı güzel kızın hikayesini.

"Bir meleğe aşık oldu gülen gözlü kız. Hiç, bir insan bir melekle beraber olur mu? Olamaz tabi ki ve olamadı da zaten. O yüzden gülemiyor gözleri artık eskisi gibi. Ancak bu yaşların nedeni ayrılık değil minik kuş. Çok özlediği için de değil o meleği. Bunca yıldızı doğurmasının sebebi, sözcüksüzlük"

Anlamadım yıldızın demek istediğini, nasıl baktıysam yüzüne, pişman oldu bilmece gibi konuştuğuna. Derin bir soluk alıp, başladı yeniden anlatmaya.

"Bu melek neden melekmiş biliyor musun? Kendine uzanan elleri hiç bırakmadığından. Kalbinin için sevgiyle dolu olduğundan. Ve o sevgiyi sözcüklere çevirip, anlayabileceklerin yüreklerine sunduğundan. Güzel kız her sesini almış meleğin sözcüklerinin ve yapıştırmış göğüs boşluğuna. kendine kalp yapmış o seslerden. O kalbin pompaladığı sözcüklerle yaşarmış. Hiç görmeden o meleği, aşık olmuş onu O yapan ruhuna. Yaşamış o aşkla yıllarca. Hayat bu ya, çıkarıvermiş birgün kızın karşısına o meleği. Yeniden doğmuş kızın yüreği. Güveni unutmuşmuş kızımız on üçünden beri, hatırlamış o melekle yeniden, insana nasıl huzur verdiğini. Hiç üzülsün istemezmiş meleğinin. Ve meleğinin sevdiklerinin. Çünkü sevdiklerini de severmiş kız o çok sevdiği için. Korkarmış incitmekten onları.

Ancak melek "korkma" dermiş "üzemezsin onları, ben gizlerim seni içimde, sen hep ol bende. Ol ki mutlu olayım, yeniden sözcüklerin dostluğunu kazanayım."

Bulutlarda atarmış kızın kalbi o öyle dedikçe. Güneş kadar çok gülümsermiş meleğiyle seviştikçe. Sonra birgün melek "üzdün sevdiklerimi" deyip, çıkıvermiş hayatından kızın.

Kız çok üzülmüş, mutsuzluk verdiği için onlara. tabi meleğinin gidişine de ama en çok sessiz, sözsüz gidişine içerlemiş. Uzattığı ellerini bırakırken tek bir ses çıkarmamış melek kalbinden. Meleği hiç öyle bilmezmiş kız. Şaşkın şaşkın kalakalmış. Hiç tanımadığı bir duygu sarmış bedenini. İçinde biraz keder, biraz öfke, biraz hayal kırıklığı varmış.

Öfkesi meleğe değilmiş, kendineymiş. Bu kadar çabuk güvenip, aşkını meleğinin kanatlarına bırakabilmesineymiş. Sevişmeyi bile meleğinden öğrenmiş. Nasıl öfkelenmesin, üzülmesin ki... Melek ondan yıllarca kirpiklerinde saklanan gözyaşlarını, gülümseyişlerinde biriken sözcüklerini, kalbinde gizlenen aşkını çalmış. Almış hepsini ve kanatlarını çırpıp, kaçıp gitmiş kızın masalından. Hayalleri değişmiş kızın, umutları bile farklıymış şimdi.

Dinlemez olmuş, okumaz olmuş meleğin sözlerini artık. Seslerden oluşan kalbi durmuş o yüzden, sözcük pompalamaz olmuş kızın bedenine.

Şimdi kanat dikiyor kendine. Gökyüzünü öpebilmek için. Doğurduğu yıldızları sarabilmek için. Ve meleğini unutup, kendi kanatlarına güvenebilmek için."

Bitince anlattıkları yıldızın, uzun bir sessizlik oldu. Sus olduk suspus kaldık ikimiz de öylece Şair Abi.

"neler mırıldanıyor peki şimdi kendi kendine" diye sordum kuyrukluyıldıza.

"bilmem, belki bir şarkı, belki bir şiir, belki de sadece öylesine sözcükler..."

sözü bitince yıldızın, yaklaştı iyice kıza. Sesini duyalım diye, iyice sokulduk yanına. Dinledik sözcüklerini, bir yandan yıldız doğurup, bir yandan kendine kanat diken kızın.

Gün doğmak üzereydi. Yıldız "artık vakit geldi minik kuş. Yuvana bırakmam gerek hemen seni" deyip, yükseldi yeniden göğe.

Kızın üzerinden kaydık, dilek tutabilsin diye.

Yuvama vardığımızda güneş kızmaya başlamıştı artık bize. " biraz çabuk olsanız, sabrım tükenmeye başladı iyice" dedi öfkeli bir sesle.

Yıldız bana ışığından uzattı bir dilim. Gülümsedi sonra göz kırparak.

"hoşçakal minik kuş, belki yeniden görüşürüz bir gün, gideceğin yeni gezegende."

"hoşçakal dostum kuyrukluyıldız, bu güzel yolculuk için çok teşekkür ederim sana, yeniden görüşmek umuduyla..."

Yuvama vardığımda yorgunluktan gözlerim kapanıyordu Şair Abi, hemen attım kendimi içeri ve uyudum, rüyamda kız ile öpüşen meleği görebilmek ümidiyle.

Mektubuma son vermeden ve sana sonsuza dek veda etmeden önce, kızın sözcüklerini yolluyorum belki okursun diye.

Hep mutlu kal Şair Abi...

Çok mutlu...

Unutma beni, dallarına kondum çünkü.

Sevgilerimle,(eski) dostun KIRLANGIÇ

“tüm sihirlerimi verdim,
en bilinmeyenlerimi sundum sana.
sense beni, bir çırpıda,
attın gökyüzünden aşağıya.”

3. Mektup (son)

Merhaba Şair Abi,

beni tanımazsın. çok kişi de tanımaz zaten. çok karışmam hayat içine...ama ben seni bilirim, dostum kırlangıçtan.

o çok şanslı bir kuştu. hayalleriyle gerçeklerini bir arada yaşayabildi.

gitmeden önce, bana çok önemli bir görev verdi. o nedenle yazıyorum sana, ilk ve son kez.

sana, gözyaşlarından yıldız doğuran kızı anlatmış. bana da bahsetmişti ondan.

merakıma yenik düştüm ve nice dağlardan uçtum, o kızı buldum.

önce yakınlarında bir yere kondum ve sessizce izledim onu uzaktan.

dikmişti kanatlarını, yeni bitmişti işi.

ayağa kalktı, gerindi. küçücük elleriyle, gözyaşlarını sildi.

kanatlarına baktı, bir kaç kez kanat çırptı. gülümsedi.

sonra hızla koşmaya başladı, koşarken sevinçten çığlıklar atıyordu.

görmeliydin halini, ben bile uçmayı hayal ettim, onun gözünden, nasıldır diye, o an.

koştu koştu...

bir uçuruma yaklaştı. "heh şimdi havalanacak" diye düşünürken ben, durdu.

aşağıya baktı.

korktu sandım önce, yanına kondum bilmişçe.

"korkma, bırak kendini aşağıya, zor değil inan bana"

"korkmuyorum güzel kuş, seyrediyorum yalnızca"

şaşırdım "neyi?" dedim.

gülümsedi, yanıma geldi.

aldı beni ellerine, uçurum kenarına oturdu ve başımı okşamaya başladı, yumuşacık, he bi de öpücük kondurdu.

"insanları, güzel kuş...

minicik kalmış insanları.

koşuşturmalarını, savaşlarını, uğraşlarını...

burdan bakınca herkes ne kadar aynı."

anlamadım sözlerini, gözlerimi açtım iyice, belki ben de gördüklerini görüp, dediklerini anlarım diye.

ama yok, ı ıh...

her zaman gördüğüm şeyler işte.

yani zaten aynı olan şeylerin, aynılıklarını nasıl fark edebilirdim ki...

yıllardır gökyüzünden izlediğim manzara.

"anlamadın değil mi? kon omzuma da anlatayım sana.

dışardan bakınca hepimiz biriz. hepimizde iki göz, iki kulak...

hepimiz yemek derdindeyiz.

fakat içimiz?

kimimiz cesuruz, kimimiz korkak.

kimimiz severiz, kimimiz sevdik sanırız.

kimimiz yazarız, kimimiz yazılanları okur...

yüzlerce fark var içlerimizde, sen bakma dışımızın bir gözüktüğüne."

sustu sonra, başını kaldırdı, gökyüzüne baktı.

"biliyorm musun minik kuş, ben aşık olmuştum.

sen aşkı bilir misin?

sizler de aşık olur musunuz?"

cevap verebilmeyi ne çok isterdim.

duyabilseydi sözlerimi, ona şöyle derdim;

"siz insanlar aşkı kelimelerde bulursunuz, kelimelerle sunarsınız.

biz aşkın tadını biliriz, yaşarız, görür gösteririz.

aşığını okşamak kolay, asıl mesele aşkı okşamakta yatar.

sen hiç avcunda tutup aşkı, yüzüne sürdün mü? kokladın mı? renklerini dudaklarınla birbirine kardın mı?"

kıza baktım, gözlerine...

yıldız yıldızdı gözleri.

bulutsuz bir gece gibiydi sanki.

dalgalar oluştu birden içlerinde,taştı gözlerinden yüzüne.

atladım omzundan hemen.

kucağına düştüm.

yanaklarından akan sıcaklığı, kanatlarıma sürdüm.

" gördüm" dedi. " gitti gideli hayallerimdeydi.

tam da silinmek üzereydi,yüzlerce insanın arasından,bir peri

bana yeniden onun yüzünü gösterdi.

bir kaç saniye gördüm onu.

başımı çevirdim sonra yarınıma.

gülümsemedim bile gözlerine,

gülümseyemedim heyecanımdan.

hafifçe eğip başımı,

bir selam bile veremedim korkumdan.

içimden teşekkür ettim yalnızca,

hem periye,

ona veda etmem için bana bu hakkı tanıdığına...

hem ona,

kalbimin tanıması için, bana aşkı anlattığına...

bana sevişmeyi de öğretti,

sevişirken mutluluktan ağlamayı da.

bana hoşçakalsız gidişleri de öğretti,ayrılık acısını da...

güvenmeyi de öğrendim ondan,

güvenmenin yalanlığını da...

sevilmeyi de tattım onunla,

seviliyorum sanmayı da...

ne çok okudum ben onu,

yıllarca...

gençliğimce...

BENliğimce...

gözlerinin baktıklarını gördüm,

renklerini,

çocuklarını,

yumurta yarışlarını,

dedeyle torunu için çiçek açan ağaçlarını...

soğukları bile ısıttık onunla,

güneşlendirdik kuzeyleri.

sokakları imzaladık öpüşmelerimizle, ıslak ıslak.

her sesini bildim,

her sözünü anladım, hissettim.

ama bilinmedim,

hissedilmedim.

hiç birşey beklemezken,

hiç birşey oldum hayatında.

çatlamış bir kalbi,

un ufak etti,bir yumrukla...

gidiyorum o nedenle minik kuş,

onun uyuduğu bu şehirden,

huzursuz olmasın,

üzülmesin,

mutsuz kalmasın diye...

bambaşka bir dil konuşulmuyor belki gideceğim yerde

ama yabancı bir gökyüzüm,

yabancı insanlarım olacak yine de...

sabahları güneşin ilk öpücüğünü kondurduğu yerlere gidiyorum.

kışları bembeyaz,

yazları sapsarı olan yerlere...

kanatlarım hazır artık,

götürmek için beni,

istediğim o şehre.

işte böyle sevgili... eee sevgili?

aa sana bir isim koymamışım bile.

işte böyle, FLORA...

yumuşacık tüylerin,ne de yakıştı adına.

Flora...

az kaldı Flora...

çok az kaldı gidişime.

işte bu yüzden, teşekkür ettim periye.

yüzüne bakamadım belki ama

veda ettim meleğime."

sonra tuttu beni yine usulca,

avuçlarının arasında.

yaklaştırdı tekrar yüzüne,bir öpücük daha kondurdu tüylerime.

bıraktı yanıbaşına.

ayağa kalktı,

son bir bakış atıp bana, gülümsedi hüzünle.

açtı kanatlarını,

bıraktı kendini uçurumdan aşağı.

sessizlik oldu önce,

sonra kanat sesleri duyuldu.

uzaklaşırken yanımdan,

güzel kız hala gülümsüyordu.

kırlangıça söz vermiştim, sözümü tuttum Şair Abi.

gözyaşlarından yıldız doğuran kızın,

sona erdirdim hikayesini...



Sevgiler Sürmeli Kız Kuşu

Pazar, Mayıs 16, 2010

ne güzelsin gülen gözlüm



siyahlara aktım, eridim içlerinde...
gülümsediğinde süzüldüm gözlerinden,
dudaklarına indim,
içtin.
şimdi tamamımla
ve dilediğince sendeyim.
seninim...

Cuma, Mayıs 14, 2010

Huzur...

Doğumgünümde Mardin'deydim.
Hasankeyf'teydim.
Mardin'i gezerken, kırlangıçlar yol gösterdi.
Hasankeyf'te rehberim,
çillerini öptüğüm Hasan'dı.
Midyat'ta kaybolduğumda rastladığım bu küçük kızsa,
bana adını söylemedi
ama minicik elleriyle,yanaklarımı okşadı.
















Perşembe, Mayıs 13, 2010

gülen gözlü'ye

anlatıp duruyor kalbim vıdı vıdı,
hiç durmadan...
dinlesem bir türlü,
sustursam bir türlü...
en iyisi sen gel sustur.
ister kapat ellerinle ağzını
ve "sus" diye bağır,
ister öp yumuşacık onu,
o zaman zaten susar.

çok mutluyum sevginle

sen karıldın bir kalbe,
çırpıldın çırpıldın, karıştın iyice.
biraz gülüşlerinden eklendi,
biraz o güzel gözlerinden.
öpüşlerinden de serpiştirildi tabii,
sevişlerinle sıvandı üzeri.
bol huzurlu,
bol neşeli...
hemen alıp kalbimi,
yerleştirdim yerine afiyetle.
öyle acıkmışım ki,
bir lokmada yuttum gitti.
ismin bulaşmış dudaklarıma,
olsun,
çoktaaan,
çöpe attım ben peçeteleri.

Çarşamba, Mayıs 12, 2010

Öpüşmek Büyüktür Sevişmekten


Ve kitabım çıktı :)
Gülen bir çift göz uğurlu geldi...
Ahmet Nesin'in teşviki,
Oğlumun ısrarı
Ve Sevgili Zihni Örer'in kocaman yüreği tabii ki...
uğurlarım çok :)
şansılıyım...
D & R'larda... Önümüzdeki haftadan itibaren, Kabalcı, Mephisto, İstiklal ve daha pek çok kitapçıda... İnternette ( Pandora, İdefix, Kitapyurdu...)

Pazartesi, Mayıs 10, 2010

Kalbimin reankarnesi...

kitabımın internette satışının başladığı gün, Cuma günü,
babam kalp krizi geçirdi.
Evden çıkmış, güneşli günün tadını çıkaracaktım ki,
kendimi Dalyan'da buldum.
Yoğun bakımdaydı babam...
aklım karmakarışık,
ruhum yırtık pırtıktı.
portakal ağaçlarının arasından ilerlerken ben,
kırlangıçları işittim, bana seslenen.
ve içi gülen,
sıcacık bir çift göz belirdi sonra.
simmmsiyah bir çift göz...
babam şimdi daha iyi.
yüreğimse;
o siyah gözlerden,
doğdu yeniden!!!

Pazartesi, Mayıs 03, 2010

olası nice senelerime...

bugün 3 Mayıs
bir yıl geçti,
bir çınar yaprağıyla örtünüp, elmamdan koca bir diş alalı...
37 yıl geçti,
şu kocaman dünyayı soluyalı.
132 mesaj geldi telefonuma, sayısını bile bilmediğim aramalar...
hani şu "sosyal paylaşım sitesi(!)" var ya, adı facebook olan, yüzlerce mesaj da orda var, dostlarımdan, öğrencilerimden, çok sevdiğim sevenlerimden.

bense bugünümü SEN yaptım.
Mardin'de "telkari"lere baktım.
Mor Gabriel'i gezdim, hatta Metropolit Samuel ile sohbet bile ettim.
Deyrulzafaran'a gittim, avlusundaki kırlangıçların fotoğraflarını çektim.
onlarla uçtum çılgınca...
hiç bitmeyen enerjilerinden aldım,
gökyüzüne "sobe" dedim,
indim,
bulutlara kondum.
çocukların başlarını okşadım,
çillerinden sevgi çaldım.

şimdi odamdayım.
Mardin'e gülümseyen odamda...
kadehimde "süryanı şarabım",
yudum yudum öpüyorum
yeni yaşına giren, BENi
ve
olmayan Adem'imi...


Pazar, Mayıs 02, 2010

Taksim(ler) 1 Mayıs'ı gösterdiğinde

Moskova'daki kadar "bayram" kokmasa da mis gibi, dün çok güzeldi Taksim...
ve sanırım yine tek "başlıksız" yürüyen bendim.
sadece insan için...
her adımımı, siyah, beyaz, sarı, kızıl tüm insanlar için attım.
her adımımda yine, mutlaka bir başlık altında toplanma ihtiyacı duyan insanlara, -mış gibi yapanlara, sözdecilere, ütopiklere, beynini boşa taşıyıp, beyin kıvrımlarının nimetlerinden faydalanmayanlara acıdım.
zavallı buldum onları...
ben yine, ne komünisttim, ne faşist... ne müslümandım, ne ateist... ne sağcı... ne solcu... ne feminist... ne liberal... ne tribal... ne ekliptik... ne snaptik... ne sıvıydım, ne gaz ne de katı...

Yaşasın Dünya dedim.
Doğa dedim
İklim dedim.
Bilim dedim.
herkes tok olsun dedim.
herkes gülsün istedim.
herkes şarkı söylesin...

ben yine başlıksız
ben yine sadece hayal ettim...