bilemem ne kadarsın benimle... bilinmez. isterim ömrümce ol, isterim ömrümce olmayı iste... yanında vereyim son nefesimi, aşkınla vereyim isterim.
anlayamazsın içimi. bilemezsin. ne sen ne de herhangi biri.
gözlerim sadece sana bakıyor ve seni arıyorsa her yerde, sesini istiyorsa kulaklarım, tenim teninin ısısına hasret çekiyorsa, ellerim ellerinle dudaklarım dudaklarınla mutluysa... benim sucum degil ki...
benim sucum degil ki bunları hissediyor olmam. seni özlüyor, istiyor, seviyor olmam...
benim suçum değil ki "en çok" olman...
benim suçum değil ki dışındaki herkesin "bana ne" olması.
ya da başka hiçbir şeyle mutlu olamayacak olmam da benim suçum değil...
seni göremediğim zamanlarda hayata küsmem, gideceğinden ölesiye korkmam, sensiz yaşamak istememem, benim suçum değil...
ve insanların bizim için düşünecekleri, söyleyecekleri de benim suçum değil... herşeyin zamanının yanlış gibi duruyor olması da... ve belki de yakışmıyor olsam da sana...
ama aşk şunu bil...
herşeyim üstünedir bu yemin.
ya sen, ya hiç kimse... ömrüm ne kadarsa teksin bende. kimse ne dokunabilir, ne yaklaşabilir...
kimse hayalimde bile olamaz bundan böyle.
seni çok seviyorum aşkım
en büyük yeminimsin
en büyük sevgim
en büyük hayalim
en büyük ümidimsin...
gitsen de sen
kalsan da sen
tek sen
hep sen...
ya sen... ya senSİN!!!
benden içeri ben yazar, benden dışarı ben okur. bir ben anlatır, bir ben anlar. kimse ne anlamak ne de okumak zorundadır.
Salı, Ekim 31, 2006
Cumartesi, Ekim 28, 2006
bir varmış bir de yokmuş...
bir kız varmış. kendi dünyasında yaşayan ama çevresine boş vermişlik yapmayan bir kızmış bu kız. severmiş sevmeyi. sevilirmiş de sevdiği kadar olmasa da. çok yakın çok içten dostları varmış bu kızın, her daim yanında olan... öyle ya da böyle mutlu yaşarmış işte kızcağız. gülüşünden belliymiş mutlu olduğu. ya da güldüğü için kendi dahil, herkes onu mutlu sanırmış. gel zaman git zaman bişeyler olmuş bu kızın hayatında. çok yakınından biri, en yakınından farklı bakmaya, farklı konuşmaya hatta farklı dokunmaya başlamış bu kıza. önce anlayamamış kız. "imkansız" demiş. ama imkansız değilmiş işte. susmuş kız. konuşamamış. kimselere diyememiş derdini. ailesine açamazmış çünkü çok seviyormuş hepsini. dostlarına anlatsa, ne yapabilirlermiş ki... hem böyle birşeyi nasıl söylermiş... kapatmış kapılarını kimselere demeden yaşamış yıllarca. yıllar geçmiş ama o dokunuşlar, o sözler geçmemiş. kurtulmak istemiş kızcağız. ama nasıl? "gitmek" demiş tek çare. ama nereye? öyle büyük hayalleri varmış ki oysa, üstelik ulaşılamaması mümkün olmayanlardan... kurtuluş sandığı bir dala tutunmuş. izin vermiş hayatının ona doğru akmasına. nasılsa bir gün olacakmış, ne çıkarmış ki hemen olsa... bitirir sanmış herşeyi bu kararı. düzeltir diye düşünmüş hayatını. aşkı bilmezmiş. ama öğrenmek de istemezmiş. büyük hayalleri onun aşkıymış o zamanlar. zaten istemezmiş dokunulsun. öpülsün. çünkü öpülmekten de dokunulmaktan da nefret edermiş. kurtuluş sandığı hayatı başlayınca farketmiş kız. birken derdi dert eklenmiş meğer. yapmak zorunda hissetmiş bazı yapılasıları, yapmış da. ama olmuyormuş işte. olamıyormuş. üstelik istemediği dokunuşlar ve sözcükler hala hayatındaymış kızın. "belki yeni bir hayat eklenirse hayatıma" demiş "biter istemediklerim. bir sevgi gelir bana bir sevgi gider benden" demiş. eklemiş hayatına yepyeni bir canı. minicik bir kalbi. herşeyi oluvermiş o kalp. mutlu olmaya çabalamış herşeyine sarılarak. ama yok. ne çare. olmuyormuş bir türlü. olamıyormuş işte yine de. koparmış kendini almış çekmiş bir kenara. herşeyini de alarak yanına. büyük hayalleri için geç değilmiş hala. başlamış onları sıraya sokmaya. kendisiyle ve minik kalbiyle bir dünyada, hayalleri için uğraşırken bulmuş O'nu. çıkıvermiş bir yerlerden, gelivermiş yanına. girivermiş kanına. nasıl, nerde oldu diye düşünemeden buluvermiş kendini onun ellerinde. dokunuşlar artık hoşuna gitmeye başlamış kızımızın. istemiş hep dokunsun O. hep sarsın. ama hep dokunulamamsı hep sarılamaması için nedenler varmış ortada. yıllarmış nedenlerden biri ve en önemlisi. kızın O'ndan öncesiymiş bir diğer neden. aslında zor değilmiş bunları aşmak ama zaman gerekliymiş aşmaya. zaman... ve o zaman korkutuyormuş işte kızcağızı. her yeni günle işlerken zamanları, her batan günle büyüyormuş korkuları kızın. ne yapamsı gerekmiş bilmezmiş. bilemezmiş. doğru neymiş... ya da kimin doğrusu ne kadar doğruymuş... bilemezmiş. boşvermek istermiş veremezmiş. insanlar çok acımasızmış çünkü. dostları bile dahilmiş zaman zaman bu acımasızlara. bırakmış kız kendini akıntıya. sonunu düşünmüyormuş artık hiç. minik kalbi olmasaymış onunla çoktan terk etmişmiş bu dünyayı aslında.geçen gün karşılaştım o kızla. "büyüyor" dedi minik kalbi için. "büyüyor, benim bezginliğim gibi. büyüyor umutsuzluğum gibi" sonra eğildi kulağıma bişeyler fısıldadı. "herşeyin bir zamanı var" dedi. "çok az kaldı" "neye?" dedim. iyice yaklaştı ve "........" dedi usulca. hakkı tabi. yapmalı. bitmesi gerek artık gözyaşlarının. durması gerek iç çekişlerinin. "ya O?" dedim. "....." dedi. çok sevdiği belliydi. öyle çok ki en çok O'nun içindi........günler senin mutlu olacağın güne koşuyor yalnız kız. günler sana çalışıyor. ve o gün gülümsediğini görerek gülümseyeceğim sana. gülümseyişinle gülümseyişimi bir edeceğim inan bana.gökten ne elma düşecek sevdiklerimizin başına, ne de sen ereceksin diye muradına birileri çıkacak kerevetine. sadece şunu diyecekler o gün. "MASAL DA BURDA BİTMİŞ..."
ne sen senden git, ne de benden.
seni tanıdıkça daha da büyüyor içimdeki duygu.
ve bu duygu büyüdükçe daha çok sarıyorsun beni.
düğüm düğümsün etrafımda. çözmek istemediğim.
hiç yeltenmeyip, üzerine yeni düğümler attığım...
bitesi yok, azalası da...
benle varsın, yok olduğumda yok olana dek. bende...
hiç bir anım sensiz değil, hiç bir şeyim de...
sensiz olmak istemiyorlar. mutlular seninle. tıpkı benim gibi.
geçmem senden, geçemem ki...
istemem ki...
gözlerinsiz, sesinsiz, gülüşünsüz, dokunuşunsuz, nefesinsiz kalamam ki. kalmam ki...
yok senden ötesi.
son noktamsın.
ya seninle ya da hiç.
seni çok seviyorum erkeğim.
bu kalp bende attığıncasın.
nefesim yettiğincesin.
güldüğümce...
ağladığımca...
küstüğümce...
barıştığımcasın.
kıskandığımca...
sardığımca...
özlediğimce...
arzuladığımcasın.
konuştuğumca...
sustuğumca...
savaştığımca...
yorulduğumcasın.
uyuduğumca...
uyandığımca...
yaşadığımca hayatımdasın.
hayatımsın.
seni, senin seni, benim beni, herkesin kendini sevdiğinden,
kimsenin kimseyi sevmediğinden daha çok seviyorum.
bendesin.
BENSİN.
BENİMSİN...
seni tanıdıkça daha da büyüyor içimdeki duygu.
ve bu duygu büyüdükçe daha çok sarıyorsun beni.
düğüm düğümsün etrafımda. çözmek istemediğim.
hiç yeltenmeyip, üzerine yeni düğümler attığım...
bitesi yok, azalası da...
benle varsın, yok olduğumda yok olana dek. bende...
hiç bir anım sensiz değil, hiç bir şeyim de...
sensiz olmak istemiyorlar. mutlular seninle. tıpkı benim gibi.
geçmem senden, geçemem ki...
istemem ki...
gözlerinsiz, sesinsiz, gülüşünsüz, dokunuşunsuz, nefesinsiz kalamam ki. kalmam ki...
yok senden ötesi.
son noktamsın.
ya seninle ya da hiç.
seni çok seviyorum erkeğim.
bu kalp bende attığıncasın.
nefesim yettiğincesin.
güldüğümce...
ağladığımca...
küstüğümce...
barıştığımcasın.
kıskandığımca...
sardığımca...
özlediğimce...
arzuladığımcasın.
konuştuğumca...
sustuğumca...
savaştığımca...
yorulduğumcasın.
uyuduğumca...
uyandığımca...
yaşadığımca hayatımdasın.
hayatımsın.
seni, senin seni, benim beni, herkesin kendini sevdiğinden,
kimsenin kimseyi sevmediğinden daha çok seviyorum.
bendesin.
BENSİN.
BENİMSİN...
Perşembe, Ekim 26, 2006
canım kardeşimmmm...
Pazartesi, Ekim 23, 2006
evcilik
küçükken ne çok isterdim, bir an önce büyümeyi. süslü püslü giyinip, rengarenk makyajım ve topuklu ayakkabılarımla sokaklarda "trak trak" diye ses çıkararak dolaşacaktım. saçlarımı, arasıra, elimle bir o yana bir bu yana atıp, şöyle bir düzeltecektim. sonra rüzgar yine dağıtacaktı. akşamları işten eve gelip, güzel bir sofra hazırlayacaktım. makyajımı tazeleyip, zilin çalmasını bekleyecektim, heyecanla. sevgilimimi yoksa eşimimi bilmem. ama sevdiğimi bekleyecektim. zil çalar çalmaz kapıyı açıp, boynuna sarılacaktım. o da bana sımsıkı sarılırken, arkasında sakladığı bir demet çiçeği belime sarıldığı elinde tutuyor olacaktı. evcilik oyunlarımın senaryosuydu, gelecekteki "ben".
şimdi dönsem diyorum o zamanlara... nasıl olurdu acaba evciliğimin konusu?
aynanın karşısına geçer, sözde sevgilimle konuşurdum. sonra eğilip onu dudaklarından uzun uzun öperdim. sonra da dudaklarımın aynada bıraktığı izi incelerdim.
hep çok param olurdu. meşhur biri olurdum. herkes yolda bana bakar, birbirini dürter, beni işaret ederdi.
kötüleri mutlaka alt ederdim. fakirleri, hayallerindekilere kavuştururdum. ev, araba, para...
herşeyi bilir, herşeyden anlardım. çok zekiydim yani. en zeki...
en yakın arkadaşım, yine en yakın arkadaşım olurdu. o da benim gibi, güzel, zeki, meşhur... ama ben daha bi fazla...
hep çocuk kalmak vardı. hep hayal kurmak...
hava kararmaya başladığındaki "hadi artık akşam oluyor, yemek yiyeceğiz"ler en büyük üzüntüm olarak kalsaydı.
ve o zamanki arkadaşlarım gibi olsaydı şimdi etrafımdaki herkes. maskesiz, oldukları gibi... yapmacıksız.
ne hissediyorlarsa o an, onu söyleyebilen.
konuşmak istemediklerinde, kızdıklarında, işaret parmaklarını, orta parmaklarının üstüne koyup, ellerini bana uzatıp, anlatabilmelilerdi bana küsmek istediklerini.
hiç istemiyorlarsa beni, "hıh" diyip başlarını çevirmelilerdi.
tekrar dost olmak istediklerinde, bu kez uzanan ellerde işaret parmakla baş parmak halka olmalıydı. ve eğer ben de kabul edersem bu dostluk davetini, bozmalıydım o halkayı.
mutlu olduklarında boynuma sarılabilen, üzüntülerini gözyaşlarıyla ifade edebilen arkadaşlarım olmalıydı yanımda...
boynuma sarıldığında, kulağıma "seni çok seviyorum sevgilim" diyen bir de sevenim... fon müziği bile hazırdı oysa bu sahnemin.
yaşamak istediklerimi yaşayabilseydim, ben belirleseydim herşeyimi tıpkı o zaman yaptığım gibi...
ve evcilik oyunumun "mutlu sonu" gibi "mutlu son"la bitmeliydi benim hayatım.
şimdi dönsem diyorum o zamanlara... nasıl olurdu acaba evciliğimin konusu?
aynanın karşısına geçer, sözde sevgilimle konuşurdum. sonra eğilip onu dudaklarından uzun uzun öperdim. sonra da dudaklarımın aynada bıraktığı izi incelerdim.
hep çok param olurdu. meşhur biri olurdum. herkes yolda bana bakar, birbirini dürter, beni işaret ederdi.
kötüleri mutlaka alt ederdim. fakirleri, hayallerindekilere kavuştururdum. ev, araba, para...
herşeyi bilir, herşeyden anlardım. çok zekiydim yani. en zeki...
en yakın arkadaşım, yine en yakın arkadaşım olurdu. o da benim gibi, güzel, zeki, meşhur... ama ben daha bi fazla...
hep çocuk kalmak vardı. hep hayal kurmak...
hava kararmaya başladığındaki "hadi artık akşam oluyor, yemek yiyeceğiz"ler en büyük üzüntüm olarak kalsaydı.
ve o zamanki arkadaşlarım gibi olsaydı şimdi etrafımdaki herkes. maskesiz, oldukları gibi... yapmacıksız.
ne hissediyorlarsa o an, onu söyleyebilen.
konuşmak istemediklerinde, kızdıklarında, işaret parmaklarını, orta parmaklarının üstüne koyup, ellerini bana uzatıp, anlatabilmelilerdi bana küsmek istediklerini.
hiç istemiyorlarsa beni, "hıh" diyip başlarını çevirmelilerdi.
tekrar dost olmak istediklerinde, bu kez uzanan ellerde işaret parmakla baş parmak halka olmalıydı. ve eğer ben de kabul edersem bu dostluk davetini, bozmalıydım o halkayı.
mutlu olduklarında boynuma sarılabilen, üzüntülerini gözyaşlarıyla ifade edebilen arkadaşlarım olmalıydı yanımda...
boynuma sarıldığında, kulağıma "seni çok seviyorum sevgilim" diyen bir de sevenim... fon müziği bile hazırdı oysa bu sahnemin.
yaşamak istediklerimi yaşayabilseydim, ben belirleseydim herşeyimi tıpkı o zaman yaptığım gibi...
ve evcilik oyunumun "mutlu sonu" gibi "mutlu son"la bitmeliydi benim hayatım.
Pazar, Ekim 22, 2006
derinden...
bir fısıltı kulaklarımda...
diyor ki; "herşey boş, herşey yalan. bak hani hep seninlelerdi? hani her zaman yanında? çok seviyorlardı değil mi? dertlerin dertleriydi. ya "O"? "O"? hep aklındasın mı sanıyorsun? çok özlendiğini? sensiz kalamayacağını? seninle mi sence bundan sonrası? aşık yani senin kadar, öyle mi?"
duymak istemiyorum.
dinlemiyorum.
kulaklarımı tıkıyorum. ama nafile.
derinden geliyor fısıltı.
ta içimden.
"yalnızsın, mutsuzsun, aşksızsın" diyor. "pek çok hayattasın ama en alt sıralarda, sıra sana gelene kadar başa dönmeleri gerekiyor" diyor. "alış artık, alışamadın mı yıllarca? ya vazgeç yaşamaktan inatla, ya da git... çek git. kimseye söylemeden nereye... zaten iş olsun diye soracaklardır sorsalar da. çık dışarı, al yanına alman gerekenlerini, veda bile etmeden GİT. unut herkesi, herşeyi... adını bile yenile hatta. bilmediğin bir yere, bilmediğin hayatlara karış... yok ol..."
nasıl?
"buna bile yoksa cesaretin, kapan o zaman kendine. kendinle ol. konuşman gerekenleri konuşman gerekenlerle konuş yeter. o kadar olsunlar sende. yani senin onlarda olduğun kadar. gülme istemiyorsan. kapat gözlerini, sahte olduklarını bile anlayamayan, sahte HERKESİNE.
dostmuş, kardeşmiş, aşkmış SAHTE.
sahte ol sen de.
bak haline
ve sahte ol."
hani nerde sevginiz?
beni bu halimle yapayalnız koyup gittiniz.
hepiniz ama HEPİNİZ SAHTESİNİZ.....
diyor ki; "herşey boş, herşey yalan. bak hani hep seninlelerdi? hani her zaman yanında? çok seviyorlardı değil mi? dertlerin dertleriydi. ya "O"? "O"? hep aklındasın mı sanıyorsun? çok özlendiğini? sensiz kalamayacağını? seninle mi sence bundan sonrası? aşık yani senin kadar, öyle mi?"
duymak istemiyorum.
dinlemiyorum.
kulaklarımı tıkıyorum. ama nafile.
derinden geliyor fısıltı.
ta içimden.
"yalnızsın, mutsuzsun, aşksızsın" diyor. "pek çok hayattasın ama en alt sıralarda, sıra sana gelene kadar başa dönmeleri gerekiyor" diyor. "alış artık, alışamadın mı yıllarca? ya vazgeç yaşamaktan inatla, ya da git... çek git. kimseye söylemeden nereye... zaten iş olsun diye soracaklardır sorsalar da. çık dışarı, al yanına alman gerekenlerini, veda bile etmeden GİT. unut herkesi, herşeyi... adını bile yenile hatta. bilmediğin bir yere, bilmediğin hayatlara karış... yok ol..."
nasıl?
"buna bile yoksa cesaretin, kapan o zaman kendine. kendinle ol. konuşman gerekenleri konuşman gerekenlerle konuş yeter. o kadar olsunlar sende. yani senin onlarda olduğun kadar. gülme istemiyorsan. kapat gözlerini, sahte olduklarını bile anlayamayan, sahte HERKESİNE.
dostmuş, kardeşmiş, aşkmış SAHTE.
sahte ol sen de.
bak haline
ve sahte ol."
hani nerde sevginiz?
beni bu halimle yapayalnız koyup gittiniz.
hepiniz ama HEPİNİZ SAHTESİNİZ.....
Pazartesi, Ekim 16, 2006
bomboş...
Pazar, Ekim 15, 2006
bilmeden yaşamak
bin yıllardır varız. bin yıllardır özgür... kendimize, bize has ve pekçok medeniyete örnek olmuş bir kültürü taşımanın gururuyla. tarihteki her yenilikte, her yeni çağda mutlaka bir rol alacak kadar var olmuşuz. sahip çıktıkça değerlerimize, dilimize, kültürümüze yücelmiş, kalıcılığımıza kalıcılık eklemişiz. o kan dolaşıyor damarlarımızda hala. ama ne biliyoruz kendimizle ilgili? ne yapıyoruz öğrenmek, korumak için?
saçma sapan insanların ağızlarında yok oluyor TÜRK adı. türk kültürünü bilmeden savunanlar yüzünden yok oluyor kimliğimiz. elleriyle kurt işareti yapıp, kurdun türklerde ne anlama geldiğini bilmeyenlerle sızlıyor atalarımın kemikleri. avrupalıyım, aydınım diyerek avrupanın bile gıpta edeceği bir soyu, bir ırkı aşağılayanlarla huzursuz oluyor ruhları. bırakın dünyaya anlatıp, öğretmeyi daha kendimiz bilmiyor, sahip çıkamıyoruz TÜRK adına.
şimdi etrafımda sözde türkçülerle, türklüklerinden utanan sözde aydınlar dolanıyor. hiç kimse farkında değil nelerin yok olduğunun, nelerin kaybedildiğinin.
hayranlıkla izlenen belgesellerde ağızlarını açıp "vay be"lerle karşılanan eski mısır, eski yunan, sümer kültürlerinin nerelerden geldiğini, kimlerden etkilendiğini bilmiyoruz. ne yazık.
lidyalılar parayı bulan medeniyet olarak tarihe geçerken, eski türklerin onlardan yüzyıllarca önce sikkelerle alış-veriş yaptıklarını duymak, bilmek istemiyoruz nedense.
sümerliler yazıyı bulan medeniyet olarak anılırken, yüzyıllar öncesinden kalma türk damgalarının ilk yazılı dile en büyük örnek olduğunu görmekten korkuyoruz nedense.
en eski en güzel dili konuşmanın gururunu yaşamak yerine yabancı kelimeleri kullanarak ölçüyoruz entellektuelitemizi(!).
aslında ne avrupaya ne islam dünyasına boyun eğmiyoruz... çünkü eğebilecek boyunlarımızı kendi ellerimizle çoktan kırmışız.
TÜRKüm demekten utananlara sesleniyorum... emin olun sizin TÜRK olmanızdan da Bilge kağanlar, Kültiginler, Timurlar utanıyor.
ne olarak, kim olarak, nece konuşarak yaşayıp, ölmek istiyorsunuz bilmiyorum ama BEN sizler gibi olmadığım için ne kadar mutlu olduğumu biliyorum.
devam edin ezilmeye, silinmeye... ben sizinle olmayacağım. çünkü ben TÜRKüm!!!
Cumartesi, Ekim 14, 2006
miladım oldu bugün...
silbaştan başlıyorum bugün geleceğime. gördüm ki en acımasız varlıkmış gerçekten insanoğlu. sen ne yaparsan yap anlamak istediğini anlıyormuş meğer. benim gibi yani. ben de onlar gibiymişim meğer. anlamak istediğimi anlamışım demek ki hep. şimdi SENden af diliyorum, n'olur beni affet. artık sana inancım sonsuz. güvenim de. ve "evet" diyorum tüm kalbimden gelen sesle. "evet" yarınım seninle, dönüşüm ölümüm olsun... bu güne kadar söylediklerim, yaşadıklarım, yaşattıklarım için beni affet... körmüşüm demek. görememişim bendeki senin bu kadar yüce olduğunu. bilememişim en az benim kadar korktuğunu. sevginin büyüklüğünü anlamamışım. anladım sanmışım, işte dedim ya hiç anlamamışım. gösterdiğin sabır için, anlayışın için, beni çok sevdiğin için çok teşekkür ederim.
bugün benim miladım... bugün sıfırladım kalbimi. korkusuzlukla, güvenle, ümitle, sevgiyle... bundan sonra asla duymayacaksın benden sana layık olmayan sözler. huzurluyum çok. ilk defa da içimde, hayatımın en doğru kararını vermiş olmanın coşkusu var. ve eminim Denizle ve bize ait olacak olan diğer parçamız, parçalarımızla en mutlu hayatı biz paylaşacağız. biliyorum ki korkunç bir kabustan uyandığında yanında olacaksın sarılacaksın. gücünden ona da vereceksin. biliyorum ki sabaha karşı ateşi yükseldiğinde, bu sefer yalnız olmayacağım, onu kucağına alıp, sımsıkı saracak biri var artık. nefes nefese kalmaktan yorgun düşmüş tüm gücüyle onu taşımaya çalışan annesine destek olacak olan, ona örnek olacak olan biri var artık.
sana inanıyorum.
sonsuz güveniyorum.
ailen ailem... sevdiklerin sevdiklerim.
başın hep dik olacak benden yana. hep gururun olacağım, tıpkı gururum olacağın gibi.
sana en gerçeğinden, en geri dönülmezinden, en güçlüsünden "evet"
bugün benim miladım... bugün bizim miladımız. yarınım seninle. layıkız birbirimize. herşeyimizle...
bugün benim miladım... bugün sıfırladım kalbimi. korkusuzlukla, güvenle, ümitle, sevgiyle... bundan sonra asla duymayacaksın benden sana layık olmayan sözler. huzurluyum çok. ilk defa da içimde, hayatımın en doğru kararını vermiş olmanın coşkusu var. ve eminim Denizle ve bize ait olacak olan diğer parçamız, parçalarımızla en mutlu hayatı biz paylaşacağız. biliyorum ki korkunç bir kabustan uyandığında yanında olacaksın sarılacaksın. gücünden ona da vereceksin. biliyorum ki sabaha karşı ateşi yükseldiğinde, bu sefer yalnız olmayacağım, onu kucağına alıp, sımsıkı saracak biri var artık. nefes nefese kalmaktan yorgun düşmüş tüm gücüyle onu taşımaya çalışan annesine destek olacak olan, ona örnek olacak olan biri var artık.
sana inanıyorum.
sonsuz güveniyorum.
ailen ailem... sevdiklerin sevdiklerim.
başın hep dik olacak benden yana. hep gururun olacağım, tıpkı gururum olacağın gibi.
sana en gerçeğinden, en geri dönülmezinden, en güçlüsünden "evet"
bugün benim miladım... bugün bizim miladımız. yarınım seninle. layıkız birbirimize. herşeyimizle...
öğrenmenin yaşı yokmuş...
öğreniyorum sil baştan hayatı...
insanları... canlıları...
biliyorum sandığım şeyler meğer ne kadar yabancı,
ne kadar uzakmış bana.
hiç bilmediğim birşeyi de tanıyorum bu arada.
en zor olanını anlamaya çalışıyorum galiba.
AŞKı!!!
tam anladım sanıyorum bir bakıyorum ki sadece sanmışım.
aslında hiç ama hiç anlamamışım...
insanları... canlıları...
biliyorum sandığım şeyler meğer ne kadar yabancı,
ne kadar uzakmış bana.
hiç bilmediğim birşeyi de tanıyorum bu arada.
en zor olanını anlamaya çalışıyorum galiba.
AŞKı!!!
tam anladım sanıyorum bir bakıyorum ki sadece sanmışım.
aslında hiç ama hiç anlamamışım...
Perşembe, Ekim 12, 2006
bu da aşktan bana olsun...
Bilinir, biz biliyoruz!!!
doğsam yeniden... ne olur bilmem hayata dair... bu kadar gülermiyim ya da bu kadar ağlarmıyım.. tek birşeyden eminim o da: sen olursun diğer parçam yine, biz oluruz yine.. biz iki ayrı kalp değil; birbirini tamamlayan tek kalbe, tek vücuda, tek ruha, sahibiz.. zaman önemli değil bizim için... biliyorumki ilk biz yaratılsaydık Adem'le Havva olurduk ve yine elmamızı yer cezalandırılırdık. yıllar veya asırlar sonra bedenimize yarım ruhlar verilseydi canlanmamız için, masallaşan aşk yaşardık yine, yarım ruhumuzu bulmak için.. beni Mecnun yapar çölleri geçmemi sağlar sen de tüm herşeye rağmen beni beklerdin ya da Kerem yapardın dağları delen ve sen o aşılmaz dağın ardında bekleyen Aslı olurdun... yeniden doğsaydık belki de hiç kimsenin bilmediği ama dünyanın görmediğimi bir bağla, görmediği zorlukları aşıp bize özel "biz" olurduk şimdiki gibi. belki ben büyük olurdum o zaman belki yine sen. belki ben bi dede sen genç bir kız olurdun ya da sen bir nine ben daha tüyleri yeni biten bir genç.. ama ne olursa olsun biz olurduk HEP İÇİN....bedenimiz değil bizi buluşturan, yarım kalbimiz yarım ruhumuz bizi birbirimize çeken.. bu çekime ne dağlar ne çöller ne yaşımız ne de yaşadıklarımız karşı koyamaz. insan oğluna verilmediyse zamanı değiştirme gücü düşünmeliyiz ki en şanslı zamanda doğduk. hiçbirşeyin geç olmadığı ve önümüzde bir bütün olarak, BİZ olarak yaşanabilecek onlarca yıl varken. sen bir nine değilsin ölümü bekleyen ne de ben bir dede. ne geçmiş önemli bizim için ne de gelecek... anı yaşamalıyız biz olarak ve bu yerkürede yaşayan milyarlarca insanın bulamadığı, farkedemediği "gerçek mutluluk" kavramını her bir hücremizde, kaç nefes alacaksak bu dünya üzerinde her nefesimizde hissetmeliyiz. biz için savaşmalıyız sonuna kadar.. şairimizin dediği gibi "o uslanmaz inadın biri sen diğeri ben olduktan sonra serüvencin nasıl olsa nerede olsa bulur" şimdi doğmak istemiyorum en baştan. ne hep istediğim tarih öncesinde yaşayan bir türk savaşcı, ne yollarda ömür tüketen bir derviş, ne de dünyaya hükmeden bir imparator olmak istemiyorum. hayatımda ilk defa mutluyum böyle, eksik yarısını bulmuş, ona sımsıkı sarılmış bir aşık olmaktan.ve esmer hüznüm bilki hiç öpmeyeceğim seni gözlerinden, zaman bizi tuzaklarıyla savursa da ayrı yollara bil ki, hep seni, tek seni seveceğim. HEP İÇİN ESMER HÜZNÜM HEP İÇİN........
doğsam yeniden... ne olur bilmem hayata dair... bu kadar gülermiyim ya da bu kadar ağlarmıyım.. tek birşeyden eminim o da: sen olursun diğer parçam yine, biz oluruz yine.. biz iki ayrı kalp değil; birbirini tamamlayan tek kalbe, tek vücuda, tek ruha, sahibiz.. zaman önemli değil bizim için... biliyorumki ilk biz yaratılsaydık Adem'le Havva olurduk ve yine elmamızı yer cezalandırılırdık. yıllar veya asırlar sonra bedenimize yarım ruhlar verilseydi canlanmamız için, masallaşan aşk yaşardık yine, yarım ruhumuzu bulmak için.. beni Mecnun yapar çölleri geçmemi sağlar sen de tüm herşeye rağmen beni beklerdin ya da Kerem yapardın dağları delen ve sen o aşılmaz dağın ardında bekleyen Aslı olurdun... yeniden doğsaydık belki de hiç kimsenin bilmediği ama dünyanın görmediğimi bir bağla, görmediği zorlukları aşıp bize özel "biz" olurduk şimdiki gibi. belki ben büyük olurdum o zaman belki yine sen. belki ben bi dede sen genç bir kız olurdun ya da sen bir nine ben daha tüyleri yeni biten bir genç.. ama ne olursa olsun biz olurduk HEP İÇİN....bedenimiz değil bizi buluşturan, yarım kalbimiz yarım ruhumuz bizi birbirimize çeken.. bu çekime ne dağlar ne çöller ne yaşımız ne de yaşadıklarımız karşı koyamaz. insan oğluna verilmediyse zamanı değiştirme gücü düşünmeliyiz ki en şanslı zamanda doğduk. hiçbirşeyin geç olmadığı ve önümüzde bir bütün olarak, BİZ olarak yaşanabilecek onlarca yıl varken. sen bir nine değilsin ölümü bekleyen ne de ben bir dede. ne geçmiş önemli bizim için ne de gelecek... anı yaşamalıyız biz olarak ve bu yerkürede yaşayan milyarlarca insanın bulamadığı, farkedemediği "gerçek mutluluk" kavramını her bir hücremizde, kaç nefes alacaksak bu dünya üzerinde her nefesimizde hissetmeliyiz. biz için savaşmalıyız sonuna kadar.. şairimizin dediği gibi "o uslanmaz inadın biri sen diğeri ben olduktan sonra serüvencin nasıl olsa nerede olsa bulur" şimdi doğmak istemiyorum en baştan. ne hep istediğim tarih öncesinde yaşayan bir türk savaşcı, ne yollarda ömür tüketen bir derviş, ne de dünyaya hükmeden bir imparator olmak istemiyorum. hayatımda ilk defa mutluyum böyle, eksik yarısını bulmuş, ona sımsıkı sarılmış bir aşık olmaktan.ve esmer hüznüm bilki hiç öpmeyeceğim seni gözlerinden, zaman bizi tuzaklarıyla savursa da ayrı yollara bil ki, hep seni, tek seni seveceğim. HEP İÇİN ESMER HÜZNÜM HEP İÇİN........
kardeşimeee... kanıma. canıma...
düşündüm de biz büyüdük di mi bitanem? yani dertleşip, paylaştıklarımızı okudum tekrar. sohbetlerimizi son zamanlardaki.
sonra eski fotograflarımıza baktım, eskileri düşünürken. neydi o zamanlar paylaştıklarımız ve paylaşamadıklarımız.
gardrobun kapağı tahta, ben öğretmen sen öğrenci... oyunların bitmek bilmeyen cazibesi... "grandessuare" hep senin sınıfının en iyi öğrencisiydi. "yaz ona bir on, yaz edibeye bi sıfır" benim sınıfımda ise hep sendin en yüksek notları alan. "milli güvenlik, insanın kafasındaki milli bezlerin güven sağlamasıdır. elimizden fırladığı gibi düşen bir an meselesidir, serbest atış" her ayın ilk haftasında heyecanla beklenen "fırt, hey" dergileri paylaşılamayanlar arasındaydı ama. benim hem fırtım oluyordu hem heyim, ya senin? oyun oynamanın doyumsuzluğunu en çok tuvalet zamanlarımda gösterirdin. "kakan mı var, çişin mi? kaç dakika kalacaksın?" haftasonları Atila dayımın gelmesi, havuz eğlencesi ya da eğlenememesi (allahım, allahım nolur yardım et, hilfee hilfeee) demekti. tantenin en iyi tanıyanı, kokularını en iyi algılayanıydın. her sayfası üşenilmeden karalanmış defterlerim vardı benim o zamanlarda. paylaşılanlar arasında 1 marka alınmış ama çok değerli bir tilki vardı hatırlar mısın? paylaşılan tilki değildi ama onunla ilgili fikirler... yaptığım bir hata, saklamaya çalıştığım bir sır, akşam yemeklerinin en vazgeçilmez sorusuyla ortaya çıkardı. "abla, söyliim mi?" ve hemen ardından yükselen diğer sorular. "neyi?" "neyi söyliiceksin?" "söyle bakiim!". şarkılarımı tek dinleyendin. tek seven. gurur duyardım kendimle uykuya onlarla dalmak istemenden dolayı. hepberaber yapılan "bir toplu çalışma"da sen "o benim dünyam"la kendinden geçerken, biz "insan değil, Türk'tük"... en son sözü söylemeliydim söylemeliydin tüm bitişlerinde kavgalarımızın. hatta en son söz demeyelim, en son ses daha yakışırdı belki, son olmak için çırpınırken ağzımızdan çıkan. "sen. hayır sen. hi. hu. hm. hn. i.m..." kavgalarımız bilek gücünden, cümle ve ses gücüne dönerken yılların geçtiğinden bi'haberdik... kıskançlıklarımız da oldu birbirimizden duyduğumuz gururlar da... en ateşli kavgalarda yaşanabilen bir anlık talihsizlik (mutfak kapısının camı) müttefik ederdi bizi birden... ya da kavgalar sırasında atılan çorapların reçelde son buluşu, en komik sırrımızdı, kahvaltıda bizim dışımızdakilerin yediği reçele bakarken. hep sen hep ben vardık. seni çok sevdim bitanem, en kızdığım zamanlarda bile, canın acıyacak, üzüleceksin diye çok korktum. gülüşlerimin arkasında kalanları görmeni hiç istemedim. bilmeni de. seninle onları paylaşıyordum o sıralar ama bişeyler paylaştığım sadece sen değildin. tek sen değil. ve paylaşılan herşey, seninle paylaştıklarım gibi güzel...
ama şunu biliyorum bugün, harika bir yüreksin. kardeşsin. en gerçeğinden. en güçlüsünden. en zeki en örneğinden. en sevilesisinden. en sevileninden.
üzme bitanem kendini benim için. sıkıntılarım sıkıntılarına dönüşmesin, sadece paylaştığım için hafifleyeyim. düşünme beni dertli dertli, gülümseyerek düşün hep e mi? ben kimin ablasıyım? söyle kimin? zor günler de geçirsem aşarım biliyorum. ümitsiz gelse de kullaklara sözlerim, kusuyorum içimdekileri sadece. atıyorum. geçici bir dönemindeyim zaten hızla geçen zamanlarımın. sen biliyorsun kendini ve dolayısıyla da beni... aynı kandan, aynı candanız... ve bitanem. SENİ ÇOK SEVİYORUM bil. şimdi at kafandan bana dair endişeleri. sadece güzel şeylerimi bekle. kendi güzelliklerinin yanına koymak için. sen benim hiç değişemeyecek olanımsın. canımsın. kanımsın. biz. sen. ben. abla-kardeş. nelerin üstesinden gelemeyiz bi söylesene...
şimdi izin ver. bi saniye çekil ama... efendim? bilmem sanırım 12 dakika... 3 dakika da 2li kağıt parçalarının yerleşmesi ve sıçrama önleme düzeneğinin kurulması için desek, 1 dakika da eylem sonrası düzeneğin sökülüp izlerin yok edilmesi için olsaaa... 16 dakika...16
sonra eski fotograflarımıza baktım, eskileri düşünürken. neydi o zamanlar paylaştıklarımız ve paylaşamadıklarımız.
gardrobun kapağı tahta, ben öğretmen sen öğrenci... oyunların bitmek bilmeyen cazibesi... "grandessuare" hep senin sınıfının en iyi öğrencisiydi. "yaz ona bir on, yaz edibeye bi sıfır" benim sınıfımda ise hep sendin en yüksek notları alan. "milli güvenlik, insanın kafasındaki milli bezlerin güven sağlamasıdır. elimizden fırladığı gibi düşen bir an meselesidir, serbest atış" her ayın ilk haftasında heyecanla beklenen "fırt, hey" dergileri paylaşılamayanlar arasındaydı ama. benim hem fırtım oluyordu hem heyim, ya senin? oyun oynamanın doyumsuzluğunu en çok tuvalet zamanlarımda gösterirdin. "kakan mı var, çişin mi? kaç dakika kalacaksın?" haftasonları Atila dayımın gelmesi, havuz eğlencesi ya da eğlenememesi (allahım, allahım nolur yardım et, hilfee hilfeee) demekti. tantenin en iyi tanıyanı, kokularını en iyi algılayanıydın. her sayfası üşenilmeden karalanmış defterlerim vardı benim o zamanlarda. paylaşılanlar arasında 1 marka alınmış ama çok değerli bir tilki vardı hatırlar mısın? paylaşılan tilki değildi ama onunla ilgili fikirler... yaptığım bir hata, saklamaya çalıştığım bir sır, akşam yemeklerinin en vazgeçilmez sorusuyla ortaya çıkardı. "abla, söyliim mi?" ve hemen ardından yükselen diğer sorular. "neyi?" "neyi söyliiceksin?" "söyle bakiim!". şarkılarımı tek dinleyendin. tek seven. gurur duyardım kendimle uykuya onlarla dalmak istemenden dolayı. hepberaber yapılan "bir toplu çalışma"da sen "o benim dünyam"la kendinden geçerken, biz "insan değil, Türk'tük"... en son sözü söylemeliydim söylemeliydin tüm bitişlerinde kavgalarımızın. hatta en son söz demeyelim, en son ses daha yakışırdı belki, son olmak için çırpınırken ağzımızdan çıkan. "sen. hayır sen. hi. hu. hm. hn. i.m..." kavgalarımız bilek gücünden, cümle ve ses gücüne dönerken yılların geçtiğinden bi'haberdik... kıskançlıklarımız da oldu birbirimizden duyduğumuz gururlar da... en ateşli kavgalarda yaşanabilen bir anlık talihsizlik (mutfak kapısının camı) müttefik ederdi bizi birden... ya da kavgalar sırasında atılan çorapların reçelde son buluşu, en komik sırrımızdı, kahvaltıda bizim dışımızdakilerin yediği reçele bakarken. hep sen hep ben vardık. seni çok sevdim bitanem, en kızdığım zamanlarda bile, canın acıyacak, üzüleceksin diye çok korktum. gülüşlerimin arkasında kalanları görmeni hiç istemedim. bilmeni de. seninle onları paylaşıyordum o sıralar ama bişeyler paylaştığım sadece sen değildin. tek sen değil. ve paylaşılan herşey, seninle paylaştıklarım gibi güzel...
ama şunu biliyorum bugün, harika bir yüreksin. kardeşsin. en gerçeğinden. en güçlüsünden. en zeki en örneğinden. en sevilesisinden. en sevileninden.
üzme bitanem kendini benim için. sıkıntılarım sıkıntılarına dönüşmesin, sadece paylaştığım için hafifleyeyim. düşünme beni dertli dertli, gülümseyerek düşün hep e mi? ben kimin ablasıyım? söyle kimin? zor günler de geçirsem aşarım biliyorum. ümitsiz gelse de kullaklara sözlerim, kusuyorum içimdekileri sadece. atıyorum. geçici bir dönemindeyim zaten hızla geçen zamanlarımın. sen biliyorsun kendini ve dolayısıyla da beni... aynı kandan, aynı candanız... ve bitanem. SENİ ÇOK SEVİYORUM bil. şimdi at kafandan bana dair endişeleri. sadece güzel şeylerimi bekle. kendi güzelliklerinin yanına koymak için. sen benim hiç değişemeyecek olanımsın. canımsın. kanımsın. biz. sen. ben. abla-kardeş. nelerin üstesinden gelemeyiz bi söylesene...
şimdi izin ver. bi saniye çekil ama... efendim? bilmem sanırım 12 dakika... 3 dakika da 2li kağıt parçalarının yerleşmesi ve sıçrama önleme düzeneğinin kurulması için desek, 1 dakika da eylem sonrası düzeneğin sökülüp izlerin yok edilmesi için olsaaa... 16 dakika...16
Çarşamba, Ekim 11, 2006
Tahir ile Zühre meselesi N.H.R.
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da
bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte
yani
yürekte...
Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da
hatta
sevda yüzünden ölmek de ayıp değil!!!
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da
bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte
yani
yürekte...
Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da
hatta
sevda yüzünden ölmek de ayıp değil!!!
Salı, Ekim 10, 2006
hep aynı
paylastim icimi, akıttım birikip de taşmaya başlayan herseyimi. ne degisti peki? başlarda biraz huzur, hafiflemenin verdigi bir rahatlama şimdilerde daha büyük bir pişmanlıga dönüştü. dememeliydim. ne derdimi ne aşkımı söylememeliydim. daha mutsuzum şimdi çünkü... daha yalnız. önceden hiç degilse avutuyordum kendimi "olsun bilseler yanımda olurlar, beni anlarlar"la. şimdi o avuntularımdı gitti ellerimden. kimseyi kimseden nefret ettirmek degil ki amacım. ona nasıl yaklaşılması gerektiği de degil... tek beklentim BEN. beni anlamanız. bana nasıl yaklasacaginizdi. nasıl destek olacagınız... ama cümleler hep O'nunla ilgili kuruluyor işte. O'nun için bişey yok ki bu hayatta ters giden. yapıp yapıp her istedigini, soyleyip söyleyeceklerini, dilediginde küsüp kapris yapan dilediğinde bağırıp çagıran O. ağladığımda teselli eden nedense asla gözyaşlarımın sebebi olamayan O. yaşadığım tüm sıkıntıları kendinden başka herşeye bağlayan O. en çirkin sohbetleri yapabilecek, en akla gelmedik şeyleri teklif edebilecek cürreti gösteren O. beni hayata küstüren yaşamımı allak-bullak eden O. ve birkac saatlik "kendindeliklerinde" küçük çocuklar gibi ağlayıp af dileyen, özür dileyen, asla'ların sözünü veren, pişmanlığını iki saatten fazla yaşayamayan yine O. ve ben bıkmış bir yaşama hevesi, unutmak için bir oraya bir buraya saldırmalarla geçişen 'ne yapmalıyım'larıyla bir HİÇim. O'ndan nefret edin demiyorum ki... BENİ ANLAYIN diyorum. BEN... BEN... ilk defa midem bulanmadan birine dokunabildim diye ayıplanmayayım. birinin yanında mutluyum onu özlüyorum diye hemen "nasıl olsa olacak olan mutsuz günlerimi" anlatmayın bana. LANET OLSUN Kİ BİLİYORUM HEPSİNİ. HİÇ BİRŞEYİN DEGİŞMEYECEGİNİ... SEVDİĞİMLE YARINIMIN HAYALLERDEN İBARET OLDUGUNU... BİRGUN BENİ BIRAKIP KENDİSİNE VE AİLESİNE YAKIŞANINI BULACAGINI... BENİM ONU ANILARIMI DÜŞÜNDÜKÇE HATIRLAMAM GEREKECEK BİRİ KATEGORİSİNE KOYMAM GEREKTİGİNİ... NE ONUN BANA NE BENİM ONA UYGUN OLMAMIZIN UYGUN OLMADIGIN... HAYATIMDAKİ TÜM SEVMEDİKLERİMLE YAŞLANMAM GEREKTİGİNİ BİLİYORUM ZATEN. BİLİYORUM. AMA LÜTFEN BIRAKIN DA HAYAL KURAYIM. N'OLUR... SİZE ZARAR VERMEZ Kİ BENİM HAYALLERİM... LÜTFEN İZİN VERİN YAŞAMAK İSTEYEYİM SACMA SAPAN DENİLECEK ARZULARIMLA... LÜTFEN...................
Pazar, Ekim 08, 2006
ben biliyorum...
diyorlar ki, üzer seni birgün
cok genc diyorlar
bırakıp gider başka sevdalara...
sevemez seni, senin onu sevdigin gibi diyorlar...
aglarsın cok, acı cekersin...
senin üzülmeni istemeyiz diyorlar.
biliyorum sevdiklerinden bu sözler.
korkuyorlar içimin acımasından.
ümitlerimin sahipsiz kalmasından...
ama seni bilmiyorlar aşk
benim gözümle görmüyorlar.
göremiyorlar...
göremezler...
ben biliyorum oysa.
sen söyledin bana...
sözün var zaten, beraber selamlayacagız seyircileri hayat sahnesinin perdesi kapanırken.
gitmen gerektigi bir zaman olursa da eger,
bilmeliler sen benli, ben senliyiz "hep"...
ben, sen degil BİZiz bilmeliler...
ben biliyorum aşk
ve diyorum ki
"ömrüm ne kadarsa o kadarsın bende.
varsa "başka ömürler" gerçekte eger,
duam odur ki, sen çık yine karşıma.
nasıl, ne şekilde, ne durumda oldugun degil
"sen" oldugun için sevmem için yine seni"
ve sadece hayalse başka hayatlar, bu hayatımda yer aldıgın için
sonsuz teşekkürler sana...
seni hiç sevmedigim, hiç sevilmedigin gibi seviyorum kocaman yürekli sevdigim...
Cuma, Ekim 06, 2006
K.dan aşka, aşktan bana...hep için
beni terkedişin mümkün mü senin?
istersen bir dene de gör güzelim...
benimle yaşarsın, benimle ancak
yoksa sevgimle boğarım seni.
yaz bi yere güzelim, yok, olamaz olamaz
sensiz hayat meleğim, var olamaz
kim sevecek seni kim, kim tutacak elini
kurtulamaz güzelim kurtulamaz.
al, ruhumu al, al gençliğimi
rabbim şahidim, SÖZ güzelim
al, ruhumu al, al servetimi
rabbim şahidim, SÖZ güzelim...
yaz bi yere güzelim, yok, olamaz olamaz
sensiz hayat meleğim, var olamaz
kim sevecek seni kim, kim değecek tenine
kan dökerim güzelim, kurtulamaz.
bir gün, pembe kutularında mutluluğu getireceğim kapına.
önce saçlarından, sonra yanaklarından ve sonra alnından öpeceğim...
sonra acılarını alıp, çok uzak bir yerlere gideceğim.
belki güneşe ereceğim...
yaz bi kenara, yaz bebeğim
yaz bi kenara...
yaz bi yere güzelim, yok, olamaz olamaz
sensiz hayat meleğim, var olamaz
kim sevecek seni kim, kim değecek tenine
and içerim güzelim, kurtulamaz...
al, ruhumu al, al gençliğimi
rabbim şahidim, SÖZ güzelim.
al, ruhumu al,al herşeyimi
rabbim şahidim SÖZ güzelim
sana bu söylediklerimi daha önce duyduğun yalanlarla bir tutma
belki en güzelleri değildir ama
dosdoğrudur gözbebeğim dosdoğrudur, inan bana
yaz bi kenara, yaz meleğim...
yaz bi kenara:
"sensiz hayat güzelim, var olamaz"
yaz bi yere güzelim:
"yok, olamaz olamaz
sensiz hayat meleğim,
var olamaz"
Perşembe, Ekim 05, 2006
"yalnızca sitem" demiş S.A. ve yine yerime konuşmuş işte!
vurgun yemiş misali gönlüm tutuldu aşka
ciğerimden yanıyorum ben bu defa başka
bu yangın benle ölünceye dek yaşasın varsın
dünyanın o son günü sen beni arayacaksın
zannetme bir gün geri dönmek değil niyetim
hasrete teslim oldum asla gelmeyeceğim
bu yangın benle ölünceye dek yaşasın varsın
dünyanın o son günü sen beni arayacaksın
doymadım doyamadım sevmelere seni ben
kimseyi koyamadım yerine yeniden
saymadım sayamadım sensiz gecen yılları
ne inkar ne itiraf, bu YALNIZCA SİTEM...
ciğerimden yanıyorum ben bu defa başka
bu yangın benle ölünceye dek yaşasın varsın
dünyanın o son günü sen beni arayacaksın
zannetme bir gün geri dönmek değil niyetim
hasrete teslim oldum asla gelmeyeceğim
bu yangın benle ölünceye dek yaşasın varsın
dünyanın o son günü sen beni arayacaksın
doymadım doyamadım sevmelere seni ben
kimseyi koyamadım yerine yeniden
saymadım sayamadım sensiz gecen yılları
ne inkar ne itiraf, bu YALNIZCA SİTEM...
Salı, Ekim 03, 2006
benden içeri bir ben...
(...)ben beni bilirim, gel gör anlatamam.
gir bak içerden, hem bahar hem güz(...)
ne güzümü görebildiniz, ne de baharımı...
ne tam sevebildiniz, ne de gidebildiniz
ne çok istediniz, ne özlemediniz...
ne "hep" diyebildiniz tam, ne de "hiç"
ne herkessiniz benim için, ne de hiç kimse
ne düşünüyorum sizi, ne de atabiliyorum aklımdan...
ne değersiniz buna, ne de degmez...
ne sizsiz yokum, ne de sizinle var...
ne SIZsiniz, ne de SEN...
ne tam oldunuz, ne de eksik...
ne beni anlıyorsunuz, ne de karmaşığım sizde
Ve siz hepiniz, ve sen de evet sen
ne varsınız artık, bende ne de yok
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)