Cumartesi, Ekim 31, 2009

Kalbim Kırlangıç oldu ve soru sordu madem, ona "gözyaşlarından yıldız doğuran kız"ın masalını anlatayım, sorularını cevaplarken


Ah sevgili Kırlangıç, mektubunu okudum ve sana cevap yazmak istedim.

Bir masalda saklı cevabım. Oku bakalım.

"Bir varmış, çok yokmuş... Bir "gülen gözlü kız" varmış.

Bir meleğe aşık olmuş gülen gözlü kız. Hiç, bir insan bir melekle beraber olur mu? Olamaz tabi ki ve olamamış da zaten. O yüzden gülemiyormuş gözleri artık eskisi gibi. Ancak bu yaşların nedeni ayrılık değilmiş. Çok özlediği için de değilmiş o meleği.Gözyaşlarından yıldız doğurmasının sebebi, sözcüksüzlükmüş.
Bu melek neden melekmiş aslında, biliyor musun? Kendine uzanan elleri hiç bırakmadığından. Kalbinin içi sevgiyle dolu olduğundan. Ve o sevgiyi sözcüklere çevirip, anlayabileceklerin yüreklerine sunduğundan.

Güzel kız her sesini almış meleğin sözcüklerinin ve yapıştırmış göğüs boşluğuna. kendine kalp yapmış o seslerden. O kalbin pompaladığı sözcüklerle yaşarmış. Hiç görmeden o meleği, aşık olmuş onu O yapan ruhuna. Yaşamış o aşkla yıllarca.

Hayat bu ya, çıkarıvermiş birgün kızın karşısına o meleği. Yeniden doğmuş kızın yüreği. Güveni unutmuşmuş kızımız on üçünden beri, hatırlamış o melekle yeniden, insana nasıl huzur verdiğini. Hiç üzülsün istemezmiş meleğinin. Ve meleğinin sevdiklerinin. Çünkü sevdiklerini de severmiş kız o çok sevdiği için. Korkarmış incitmekten onları. Ancak melek "korkma" dermiş "üzemezsin onları, ben gizlerim seni içimde, sen hep ol bende. Ol ki mutlu olayım, yeniden sözcüklerin dostluğunu kazanayım." Bulutlarda atarmış kızın kalbi o öyle dedikçe. Güneş kadar çok gülümsermiş meleğiyle seviştikçe.

Sonra birgün melek "üzdün sevdiklerimi" deyip, çıkıvermiş hayatından kızın. Kız çok üzülmüş, mutsuzluk verdiği için onlara. tabi meleğinin gidişine de ama en çok sessiz, sözsüz gidişine içerlemiş. Uzattığı ellerini bırakırken tek bir ses çıkarmamış melek kalbinden.

Meleği hiç öyle bilmezmiş kız. Şaşkın şaşkın kalakalmış. Hiç tanımadığı bir duygu sarmış bedenini. İçinde biraz keder, biraz öfke, biraz hayal kırıklığı varmış. Öfkesi meleğe değilmiş, kendineymiş. Bu kadar çabuk güvenip, aşkını meleğinin kanatlarına bırakabilmesineymiş. Sevişmeyi bile meleğinden öğrenmiş. Nasıl öfkelenmesin, üzülmesin ki...

Melek ondan yıllarca kirpiklerinde saklanan gözyaşlarını, gülümseyişlerinde biriken sözcüklerini, kalbinde gizlenen aşkını çalmış. Almış hepsini ve kanatlarını çırpıp, kaçıp gitmiş kızın masalından.

Hayalleri değişmiş kızın, umutları bile farklıymış şimdi. Dinlemez olmuş, okumaz olmuş meleğin sözlerini artık. Seslerden oluşan kalbi durmuş o yüzden, sözcük pompalamaz olmuş kızın bedenine.

İşte şimdi bu yüzden kanat dikiyor kendine. Gökyüzünü öpebilmek için. Doğurduğu yıldızları sarabilmek için. Ve meleğini unutup, kendi kanatlarına güvenip, uçuuup çok uzaklara gidebilmek için."





Pazartesi, Ekim 26, 2009

SENi anlayanlar, anlamayanlara anlatsınlar... Anlatsınlar ki, anlamayanlar aptallıklarından utansınlar


yok yok yanlış anladın beni.
ben kimseyi şikayete gelmedim.
"ah bi' gelsen yeniden" de değil dileğim.
başımız sıkıştıkça sana koşar olduk değil mi...
ancak böyle zamanlarda anlıyoruz değerini.
huzur vermiyoruz sana orda dahi.
kendimiz ediyor, kendimiz buluyoruz.
yaşarken yaptığın fedakarlıkları unutup,
haddimizmiş gibi, yine senden yardım istiyoruz.
bir de utanmadan
"ah Ata'm, gel de gör şu halimizi" diyoruz.
gizleyip, saklayacağımıza maharetimizi senden,
özrümüz kabahatimizden büyükken,
yüzsüz yüzsüz sana sığınıyoruz.
yok Ata'm, ben onun için gelmedim sana.
gururum büyük, seni anladığım için.
gücüm yettiğince emanetine sahip çıktığım için.
ama utancım da büyük,
mahçubum sana karşı,
tüm bu olanlara engel olamadığım,
izin verdiğim için.
yok Ata'm, seni rahatsız etmek için gelmedim.
yüzüne döndürdüm yüzümü çünkü,
bir kez daha,
aydınlığa bakan, o mavi gözlerine gülümseyip,
onlardan ışık, o ışıktan güç almak için...

Perşembe, Ekim 22, 2009

bir mektup düştü elime gökyüzünden

Sevgili "sen",
Sesini duydum kalbinin ta gökyüzünden.
"çok seviyorum" diyordu.
özlüyormuş sanırım bir de O'nu.
Bana onlarca soru sordu.
Dedim "çekil aradan, cevapları sahibine yazacağım, sen karışma"
Zordu sordukları ama cevapları mevcuttu.
Şimdi sana yazıyorum sevgili "sen".
Otur yanıbaşıma ve dinle anlatacaklarımı can-ı gönülden.
Soruların geldiğinde bana, bir kuyrukluyıldızın ışıklarına tutunmuş, uçuyordum ordan oraya.
Tahta bir köprünün üstünde bir bulutla konuştum önce.
Ordan dev güvercinler ülkesine uçtum.
Bir Denizkızına da fikrini sordum.
Bir beyaz yavru tavşan kesti yolumu, sevgililerin dudak dudağa sarmaştığı bir parka konduğumda.
Hazır bulmuşken onu, ona da danıştım hemen.
Sonra ılık rüzgarlar beni bir Denizfenerine savurdu.
Fenerin ışığının düştüğü yerde taştan bir melek duruyordu.
Ona da sordum sorularını.
Cevapladı cevaplamasına ama "sen en iyisi bu soruları, bu konuları iyi bilen, yüreğinin her vuruşunda hisseden birine sor" dedi.
"Kim o " dedim, bana bir mezarı tarif etti.
Gittim mezarın başına, kocaman bir mezartaşı nöbetteydi.
Önünde duran karanfiller yapraklarını bana çevirdiler.
"Neyin var minik kuş, niye geldin onca yoldan buralara" dediler.
"Sorularım var, cevaplarını bildiğim ama sanki yine de pek yetemediğim."
" Tamam, anladık biz seni" dedi karanfiller ve mezarın önünden çekildiler.
Önce bir gürültü koptu mezarda.
Toz toprak birbirine karıştı.
Sonra toprak yarıldı ve içinden kocaman bir cevizağacı çıktı.
Yüzbinlerce yaprağı vardı ağacın, sanki yüzbinlerce el, yüzbinlerce göz gibiydiler.
Rüzgarlara bıraktılar kendilerini bir sağa bir sola dans ettiler.
birden yüzüme ılık bir ses vurdu usul usul.
"... sen elmayı çok seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil."
gözlerimi kapatıp dinledim Cevizağacını.
bitince sözleri, dallarını uzattı bana doğru.
"bunu ona ver" dedi ve uzattı avcunda sımsıkı tuttuğunu.
baktım bir saç teli.
kıvırcık, beyaz.
bağladım onu kanatlarıma
ve tutunup yeniden kuyrukluyıldıza geri döndüm yuvama.
İşte sorularının cevabı sevgili "sen".
tabi sen de benim kadar iyi anlayabildiysen...
yazarım sana yine ilk fırsatta aşka dair ne varsa.
gördüm ki aşkla dönüyor senin dünyan da.
öptüm kalbinden kanatlarımı çırparak.
sen de dilediğinde yaz bana
ve eğer bir gün, istersen, seni de gezdiririm gökyüzünde kuyrukluyıldızla.
Not: Saç teli mektubun arasında, kaybetmeden düğümle onu kirpiklerine, benden sana tavsiye.
sevgiNle kal, sevdiğİ gibi kal
dostun KIRLANGIÇ

Pazartesi, Ekim 19, 2009

anlamayana davul zurna az...



her geçen gün küçülüyor aşkın içimde.
her yeni suskunluğun ya da her yeni sözünle
yok oluyorsun bende
gidiyorsun
unutulmalara gidiyorsun
silikleşiyor gözlerin gözlerimde
öpüşlerinin ıslaklığı kuruyor.
kokun çoktan uçtu,
ellerini hatırlamıyorum bile.
sesinse karıştı çoktan şarkılara,
kayboldu aralarında
adın vardı "aşk"la eş anlamlı,
adına tutsak bir "aşk" vardı.
ne adın kaldı şimdi
ne de "aşk"a anlamın
gittin ya,
bak, sayende "aşk" da özgür kaldı.

anlayana sivri sinek saz...

dünya dönmeye devam ediyor.
günler doğmaya...
yıldızlar azimle her gece yerlerini alıp ışıldıyorlar.
çiçekler açmaya, kuşlar ötmeye devam ediyor.
insanlar doğmaya devam ediyor.
insanlar ölmeye devam ediyor.
herşey hep aynı seyirde.
herkes kendi derdinde.
değişiyormuş gibi görünse de hiçbir şey değişmiyor.
hatta bendeki "sen" bile.
bendeki "sen" bile değişmiyor.
ama bendeki "ben" şimdi tanınmaz bir halde.
bambaşka bir yerde, bambaşka düzlemde.
bendeki "ben", bendeki "sen"e inat
her saniye değişiyor.
hiç durmadan
hiç yorulmadan
hiç bıkmadan
değişiyor...
değiştikçe değişiyor...
sözün özü şu ki,
Zühre'de Tahir aynı yerinde...
ama Zühre şimdi kimbilir nerede?

Cuma, Ekim 16, 2009

aman ey!!!

TBMMdeki toplantıda yeni görevim açıklandı :)
bakalım neler olacak...
yapabileceklerimi yapabilirsem kendimle gurur duyacağım :)

Pazartesi, Ekim 12, 2009

oooollllleeeeeyyyyy...


hayallerimi tıngır mıngır sallarken gönül salıncağımda ben,
onlara ulaşma ümidimi tam kesmişken,
"heyyy dur bakalım" dediler, "hemen pes etmek yoook".
ve konuverdiler avcuma.
yepyeni bir kapı açıp önüme "gir hadi, biraz da sen gül" diyiverdiler.
gel de güneşe gülümseme şimdi...
öyle bir iş, öyle bir güç verildi ki ellerime,
sihirli değnek yanında halttetmiş.
ne diyebilirim ki,
"oh be, işte bu"dan başka.

Perşembe, Ekim 08, 2009

evcilik

küçükken ne çok isterdim, bir an önce büyümeyi.
süslü püslü giyinip, rengarenk makyajım ve topuklu ayakkabılarımla sokaklarda "trak trak" diye ses çıkararak dolaşacaktım. saçlarımı, arasıra, elimle bir o yana bir bu yana atıp, şöyle bir düzeltecektim. sonra rüzgar yine dağıtacaktı.
akşamları işten eve gelip, güzel bir sofra hazırlayacaktım. makyajımı tazeleyip, zilin çalmasını bekleyecektim, heyecanla.
sevgilimimi yoksa eşimimi bilmem. ama sevdiğimi bekleyecektim. zil çalar çalmaz kapıyı açıp, boynuna sarılacaktım. o da bana sımsıkı sarılırken, arkasında sakladığı bir demet çiçeği belime sarıldığı elinde tutuyor olacaktı.
evcilik oyunlarımın senaryosuydu, gelecekteki "ben".
şimdi dönsem diyorum o zamanlara... nasıl olurdu acaba evciliğimin konusu?
aynanın karşısına geçer, sözde sevgilimle konuşurdum. sonra eğilip onu dudaklarından uzun uzun öperdim. sonra da dudaklarımın aynada bıraktığı izi incelerdim.
hep çok param olurdu. meşhur biri olurdum. herkes yolda bana bakar, birbirini dürter, beni işaret ederdi.
kötüleri mutlaka alt ederdim. fakirleri, hayallerindekilere kavuştururdum. ev, araba, para...
herşeyi bilir, herşeyden anlardım. çok zekiydim yani. en zeki...
en yakın arkadaşım, yine en yakın arkadaşım olurdu. o da benim gibi, güzel, zeki, meşhur... ama ben daha bi fazla...
hep çocuk kalmak vardı.
hep hayal kurmak...
hava kararmaya başladığındaki "hadi artık akşam oluyor, yemek yiyeceğiz"ler en büyük üzüntüm olarak kalsaydı.
ve o zamanki arkadaşlarım gibi olsaydı şimdi etrafımdaki herkes. maskesiz, oldukları gibi... yapmacıksız. ne hissediyorlarsa o an, onu söyleyebilen.
konuşmak istemediklerinde, kızdıklarında, işaret parmaklarını, orta parmaklarının üstüne koyup, ellerini bana uzatıp, anlatabilmelilerdi bana küsmek istediklerini.
hiç istemiyorlarsa beni, "hıh" diyip başlarını çevirmelilerdi.
tekrar dost olmak istediklerinde, bu kez uzanan ellerde işaret parmakla baş parmak halka olmalıydı. ve eğer ben de kabul edersem bu dostluk davetini, bozmalıydım o halkayı.
mutlu olduklarında boynuma sarılabilen, üzüntülerini gözyaşlarıyla ifade edebilen arkadaşlarım olmalıydı yanımda...
boynuma sarıldığında, kulağıma "seni çok seviyorum sevgilim" diyen bir de sevenim...
fon müziği bile hazırdı oysa bu sahnemin.
yaşamak istediklerimi yaşayabilseydim, ben belirleseydim herşeyimi tıpkı o zaman yaptığım gibi...
ve evcilik oyunumun "mutlu sonu" gibi "mutlu son"la bitseydi hayatım.

Çarşamba, Ekim 07, 2009

başardım... sonunda attım içimden 23 yıllık karanlığı


omzumda 23 yıllık bir yük vardı.
kurtuldum ondan.
zordu anlatılması, anlaşılması...
hatta inanılması...
ama yorulmuştum ben de artık taşımaktan,
yaşamımı hep o sırra göre yönlendirmekten,
istediklerimi değil mecburiyetlerimi yapmaktan.
kaçmaktan.
ağlamaktan,
susmaktan,
anlaşılamamaktan
yorgundum.
ve çıkarıverdim içimden bir çırpıda,
allak bullak ettim bazı hayatları belki ama benim hayatım yıllardır allak bullaktı.
üzülmesinler diye sustuklarımda sıra şimdi
hem üzülme sırası,
hem de "beni düşünme" sırası...
tıpkı benim onları düşündüğüm gibi,
mutsuzluklarını savurduğum gibi, savurmalılar artık benden o kötü günlerimi.
anlattım tüm gerçekleri.
neden yıllarımın yanlış kararlarla geçtiğini, neden saçmaladım sanılan kararlarımda aslında saçmalamadığımı, mecbur kaldığımı...
anlattım bilmesi gerekenlere bilmeleri gerekenleri.
artık doyasıya yaşamak
hayatın tadına varmak istiyorum.
36 yaşımdayım ve sanki yeni doğmuşum gibi hissediyorum.

Salı, Ekim 06, 2009

dön dünya dön... sen dönmeye devam et... (hala)


"bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya..."(O.V.K.)
umurumda
yalanlarla yanlışlarla dönse de inadına,
gözyaşlarını gülüşlere tercih etse de
akıllara sığmayacak şeylere, insanlık dışı katliamlara göz yumsa da
aç kalan çocuklara sırtını dönüp, zaten vıcık vıcık yağa bulanmış göbeklere hizmet etse de
hakimiyeti, kendini bi' ...ok sanan ...okların eline vermiş olsa da
benim umurumda bu dünya
o beni hiiiç umursamasa da...

Pazartesi, Ekim 05, 2009

hadi bakalım hayırlısı...


huzur dolu, sıcacık bir öpüşle başlamış öykümüz,
biten diğer öykülerimizin ardından...
her başlangıçın bir sonu varmış
ama her sonun da bir başlangıcı.
bir sondan bir baştan anlatılmış hikayemiz
bir başa sarılmış, bir de sona.
aşk varmış, aşk yokmuşla girilmiş söze
ve sonunda,
onlar ermiş muradına
biz çıkalım kerevetine.

e o kadar da zor değilmiş...


hiç olmamış gibi olması
hiç yokmuş gibi durması
solumamışım gibi kokması
dokunmamışım sayılması
özlenmemiş hissedilmesi
sevilmemiş bilinmesi
GEREKMİŞ...
ne için mi?
unutulmuşta kalması için

Cuma, Ekim 02, 2009

yani

bakmak lazım, ta en içe.
körükörüne olmamalı hiç birşey, aşk bile.
görmek lazım. en derinlere bakarak görmek. pembe bulutlardan sıyrılıp, gerçeklere ulaşmak...
her hareketin, her boşvermişliğin bir anlamı var. anlamak lazım.
"ağıza çalınan bir parmak balla" yetinip mutlu olduğunu görene, aslı öğretmek lazım.
ne kadar "çok" dense de "aptal"casına değili bildirmek lazım.
kopan birşeyi bağlasan bile "artık ortasında bir düğüm var"ı göstermek lazım.
"değer verdiğin, sevdiğin" için bazı şeyleri yaptığını, yoksa "salak"lıktan değil olduğunu, anlatmak lazım.
bilip de bilmemezlikten gelmenin "tecahülü arif" olduğunu okutmak lazım. bu sanatı ne çok kullandığını iletmek lazım. bazı şeyleri "bilmemekten, anlamamaktan" değil, "o mutlu olsun" diye yaptığını ya da yapmadığını, söylemek lazım.
tüm bunları neden yazdığını bilmesi lazım. "o kadar da değil" olduğunu görmesi lazım.
bana da tüm bunlardan sonra bir "karar" lazım.