küçükken ne çok isterdim, bir an önce büyümeyi.
süslü püslü giyinip, rengarenk makyajım ve topuklu ayakkabılarımla sokaklarda "trak trak" diye ses çıkararak dolaşacaktım. saçlarımı, arasıra, elimle bir o yana bir bu yana atıp, şöyle bir düzeltecektim. sonra rüzgar yine dağıtacaktı.
akşamları işten eve gelip, güzel bir sofra hazırlayacaktım. makyajımı tazeleyip, zilin çalmasını bekleyecektim, heyecanla.
sevgilimimi yoksa eşimimi bilmem. ama sevdiğimi bekleyecektim. zil çalar çalmaz kapıyı açıp, boynuna sarılacaktım. o da bana sımsıkı sarılırken, arkasında sakladığı bir demet çiçeği belime sarıldığı elinde tutuyor olacaktı.
evcilik oyunlarımın senaryosuydu, gelecekteki "ben".
şimdi dönsem diyorum o zamanlara... nasıl olurdu acaba evciliğimin konusu?
aynanın karşısına geçer, sözde sevgilimle konuşurdum. sonra eğilip onu dudaklarından uzun uzun öperdim. sonra da dudaklarımın aynada bıraktığı izi incelerdim.
hep çok param olurdu. meşhur biri olurdum. herkes yolda bana bakar, birbirini dürter, beni işaret ederdi.
kötüleri mutlaka alt ederdim. fakirleri, hayallerindekilere kavuştururdum. ev, araba, para...
herşeyi bilir, herşeyden anlardım. çok zekiydim yani. en zeki...
en yakın arkadaşım, yine en yakın arkadaşım olurdu. o da benim gibi, güzel, zeki, meşhur... ama ben daha bi fazla...
hep çocuk kalmak vardı.
hep hayal kurmak...
hava kararmaya başladığındaki "hadi artık akşam oluyor, yemek yiyeceğiz"ler en büyük üzüntüm olarak kalsaydı.
ve o zamanki arkadaşlarım gibi olsaydı şimdi etrafımdaki herkes. maskesiz, oldukları gibi... yapmacıksız. ne hissediyorlarsa o an, onu söyleyebilen.
konuşmak istemediklerinde, kızdıklarında, işaret parmaklarını, orta parmaklarının üstüne koyup, ellerini bana uzatıp, anlatabilmelilerdi bana küsmek istediklerini.
hiç istemiyorlarsa beni, "hıh" diyip başlarını çevirmelilerdi.
tekrar dost olmak istediklerinde, bu kez uzanan ellerde işaret parmakla baş parmak halka olmalıydı. ve eğer ben de kabul edersem bu dostluk davetini, bozmalıydım o halkayı.
mutlu olduklarında boynuma sarılabilen, üzüntülerini gözyaşlarıyla ifade edebilen arkadaşlarım olmalıydı yanımda...
boynuma sarıldığında, kulağıma "seni çok seviyorum sevgilim" diyen bir de sevenim...
fon müziği bile hazırdı oysa bu sahnemin.
yaşamak istediklerimi yaşayabilseydim, ben belirleseydim herşeyimi tıpkı o zaman yaptığım gibi...
ve evcilik oyunumun "mutlu sonu" gibi "mutlu son"la bitseydi hayatım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder