Pazar, Kasım 29, 2009

ben... bende... ben de...


Königs Strasse'de, 2 Mayıs akşamı, tramvaya yetişmek için koşarken annem, düşmüş... ve ertesi gün sabaha karşı beklenenden 17 gün önce dünyaya gelmişim.
konuşmaya 9 aylıkken, yürümeye 10 aylıkken başlamışım...
ve o gün bugündür hiç durmadan konuşuyor, hiç durmadan yürüyorum.
hem öğretmen hem öğrenciyim. hem anne hem çocuk...
hayatı seviyorum ama yaşamayı pek değil...
en güzel günlerim 0-7 yaşlarım arasında ve üniversite yıllarımda kaldı.
hatalarım çok oldu, doğrularım da. kimi zaman doğrularım hataydı, kimi zaman da hatalarım doğru.
yaşadıklarımdan, yaptıklarımdan pişman olduklarım oldu zaman zaman. "keşke"ler o yüzden var hayatımda... ama "iyi ki"lerim de var ve yenilerini ekliyorum şimdi onlara.
yalanlar da söyledim gerçekleri de... yalanlar da duydum gerçekler de...
sevdiğim oldu sevmeyenimi, sevildiğim oldu sevmediğimden. hem sevdiğim hem sevildiğim de oldu tabi.
tüm sevgisizlere, sevmeyi bilmeyenlere, beceremeyenlere inat, ben sevmeyi çok sevdim ve hep de seveceğim...
nereye harcayacağımı bilemeyecek kadar çok param da oldu, beş parasız kaldığım zamanlar da.
paylaştım paylaşabildiğim herşeyimi paylaşmaya layık olanlarla da olmayanlarla da...
canım yandı çok. kaybettiklerim oldu. en acıtanıysa Ugi'min gidişiydi. hayatım değişti. hayata bakışım...
Ugi'mi, anneannemi, dedemi, mehmet dayımı ve cikcik'i çok özlüyorum...
acılarım kadar yerlere göklere sığdıramadığım mutluluklarım da oldu...
gözyaşım çabuk aktı kendimi bildim bileli, hala da çabuk akar, sevinçten de hüzünden de acıdan da...
gülüşlerim de boldur, kimi zaman en derinden kahkahalar, kimi zaman can'ı gönülden gülücükler, kimi zaman da sadece gülümseyişler...
kızdıklarım da oldu ama kavgalarım hep kendimleydi.
affetmek de özür dilemek de vardır hayatımda.
genelde "neysem o'ydum" ama maske taktığım günlerim de oldu tabi.
şiirler yazar, şiirler okurum... şarkılar dinler, şarkılar söylerim.
en çok baharı severim. güneşi...
sonbaharla sonbahar olurum, kışla kış... ve biliyorum, dünyaya vedam ya sonbaharda olacak ya da kışın.
"ömrüm ne kadar?" herkes kadar biliyorum, bu sorunun cevabını. Ama gittiğimde bu dünyadan, arkamdan "belle" çalınsın ve "yumurtalı patates kızartması" yenilsin isterim. vasiyetimdir kalanlarıma...
şimdilik her turunda, yepyeni bir yılı ekleyerek yaşama, dönmeye devam ediyorum dünyayla güneşin etrafında.
an'larımı topluyorum sabırla ve o toplamın adına "hayatım" diyorum, yarınımın merakıyla...

Cuma, Kasım 27, 2009

C'ye cevap Ç ile olsun



Ben uyurken
Duvarıma tırmandın
Güllerimi yoldun.
Ve bütün şikâyetin
Sen uyurken
Bahçene girenlerden.
Özdemir Asaf

Perşembe, Kasım 26, 2009

yaş 35... ne yarısı Nilgün'üm... daha yeni başladık yaşamaya... sen, ben ve Banuşka

Bir yılı daha geride bıraktın işte Nilgün'üm. hayatlarımız birbirine karışalıysa tam on iki yıl oldu.
Banuşka'm ve Nilgünova'm, sizi çok seviyorum.
Yıllar dışımıza eklenip dursun,
içimiz hep aynı yaşta, sabit...

Banu'mun Nilgün'e aldığımız Cahit Sıtkı'nın kiatbına yazdığı son cümle geldi aklıma şimdi.
yaş 35'le ilgili;
"amaaannn 35, 36,...42.... bize ne fark eder... koy biiip biiiiipine, rahvan girsin" :)

ve istek şarkımızla sonlandırıp yazımı, daha nice mutlu yaşlar diliyorum Nilgün'üme.
"... ööömüüürrr çiççççeeekkk kadarrrr narin, biirrr gün kadaaar kısaaaaa... aaağlamaaa değğğmezzz hayaaaat bu gözyaşlarınaaaa... lay la la lay la la aaağlaaamaa değmezz hayaaaaattt bu gözyaşlarınaaaaa..."

Afrodit'in Aynası


TBMM'de, Birleşmiş Milletler Kalkınma heyetiyle toplantı yaptık.
Kadınların, kadınlarımızın hakkında konuştuk uzun uzun. Şiddete maruz kalmalarından, cinsel istismarlarından... Hatta aile içi cinsel istismarlarından konuştuk.
Bu konuda ne kadar çok söyleyecek sözüm olduğuna şaştı kaldı herkes.
Ne kadar çok konuştum.
Ne kadar sert konuştum.
Ne kadar sahip çıktım kadınlarımıza.
BM heyeti de, çalışma arkadaşlarım da inanamadılar kurabildiğim empatinin büyüklüğüne.
Oysa ben hiç "empati" kurmadım.
Hiç...

Pazar, Kasım 22, 2009

bi' başarbilse-m-(k)

bu nasıl bi'şeydir böyle. neden tadına doyulmuyor ki güzelliklerin... neden tadına varılmıyor...
bitecek nasılsa... herşey...
gördüğün, bildiğin, söylediğin, işittiğin, dokunduğun, sevdiğin, sevmediğin herşey...
oysa daha burdayız. ve henüz burdayken yapmak gerek yapılması gerekenleri, söylenmesi gerekleri söylemeli.
sevmeli, sevdiğini söylemeli...
sevildiğini duymalı...
sarılmalı yok oluşlara inat.
sımsıkı... her bir hücre hissedilircesine sarılmalı...
öpüşmeli... dakikalarca. nefessiz kalırcasına.
sevişmeli... tenler karışırcasına... bütün olurcasına...
gülmeli durmamacasına... ağız dolusu gülmeli.
ağlamalı... silmeden yaşları... süzülüşlerini izlemeli yaşların, en güzel yüzlerden süzülüşlerini. tuzlu tuzlu öpmeli o yaşları... o gözleri öpmeli.
dokunmalı dokunulası herşeye.
sevmeli
sevdiğini söylemeli
sevildiğini duymalı
bilmeli...

Pazartesi, Kasım 16, 2009

merak ediyorum

gününü selamlamak için, yatağında gözlerini açarken,
kendine açık bir çay koyup, içine üç şeker atarken,
saçlarını tararken, dişlerini fırçalarken,
ayakkabılarını bağlarken...
kalabalıklara karışıp, koşar adım yürürken,
kaçıracaksın endişesiyle, bir motora koşarken,
dirseğini dayayıp masaya işyerinde, yapacağın işleri planlarken...
bir şarkıya dalıp gidip, ellerinle ritm tuttuğunu fark ederken...
gökyüzünü seyredip, bulutlara dokunurken,
kırlangıçlara selam verip, martıları okşarken...
sözcüklerini bir kağıda dökerken,
Andersen'den bir masal okurken...
konuşurken, düşünürken,
sadece susarken,
bir sürüyken ya da kendinle yalnızken...
şaşkın ördeklere gülüp,
sürpriz doğumgünlerinde ağlarken...
kim bilir belki öpüşürken,
hatta belki de sevişirken...
yani;
doludizgin yaşarken,
hayatı solurken...
geliyor muyum acaba hiç aklına,
kocaman gününde, bir kaç saniyeliğine de olsa...

Perşembe, Kasım 12, 2009

Gülleri duyamayan Exupery, "Küçük Prens"e onlarla ilgili ne öğretebilir ki...

dudaklarımı çekip aldım bugün saçlarından,
kanatlarını kopardım kanatlarımdan.
ne sözcüklerinle konuşuyor ne de gözlerinden bakıyorum dünyaya.
gittiğin yerler, gördüğün yüzler umurumda değil artık.
masallarını sildim kitaplarımdan,
gülüşünü da karıp harflerine.
dokunuşlarını temizledim üzerimden,
nefesini de katıp içlerine.
ellerinin kokusu sinmişti ellerime,
yıkadım tuzlu denizlerde.
göğünden topladım uçurtmalarımı,
güvercinlerini kovaladım kalbimden.
parmakizlerimiz kalmış bulutlarda,
yağmurlar yağdırdım şehre, sırf bu yüzden.
güneşinin sarısını,
bencilliğinin grisine serpiştirdim, yok ettim.
sevişmelerimizin mavisini,
yalanlarının karasına buladım, erittim.
günlerimin beyazını,
aşkımın gökkuşağına boyadım...
önce altından geçtim
sonra, seni kendimden silkeledim.

Salı, Kasım 10, 2009

"ne umdum, ne buldum"culuğa son!!!

hiç bi'şey beklendiği gibi olmak zorunda değil.
belki tam tersi gerçekleşecek umulanların. ya da daha güzeli belki de.
alışmak lazım, öğrenmek lazım, "hayalkırıklığı" başlığını çıkartabilmek için yaşamımızdan.
eğitmek lazım, ruhumuzu ve zihnimizi.
hayallerimizi eğitmek lazım. vaadlerimizi... umutlarımızı... hedeflerimizi...
cesaretimizi, korkularımızı bile hatta... eğitmek lazım.
bilmeliler ki çıkılan yollarda varılmak istenenlere ulaşabilmek kadar, onlardan uzaklaşmak da mümkündür. bilmeliler ki başka'lıklar karşılayabilir yolun sonunda onları. bambaşka'lar belki de.
o yüzden eğitmek lazım...
...kendimizi.
"keşke"lerden sıyrılabilmek için. her ne kadar sonunda "iyi ki"siz kalmak da olsa, "iyi ki"sizlik, "keşke"lilikten çok daha iyidir bence.

Perşembe, Kasım 05, 2009

dedim ya; bu yazı saçma sapan, yapar satar çatal sapan...



karmakarışık duygularla dolu bi' yazımın daha başlangıcındayım işte.
naçizane tavsiyem, tansiyon, kalp, şizofreni ve paronaya gibi sorunlarınız varsa sahifeyi şu anda terk-i diyar eyleyiniz, zira dokunabilir saçmalıklarım ve karmaşam.
evet şimdi gelelim bizzat barındırdığım karmaşamı açığa vurup sizlerle paylaşma egoma...
ben bi' kaç zamandır tutunmaya çabaladığım hayatın savurduğu tuhaf ve bi' o kadar da dikenli yollarında yürüyüp, batan dikenleri toplu tüfekli iğnelerle çıkarmaya çalışırken bedenimden, beni o yollara savuran hayatın aslında ne kadar vurdumduymaz olduğunu öğrenmekle ve dahi zannımca beni hiiiç takmıyor olma durumunun farkına vardıkça kendimle darıldım. küstüm. barışmaya da pek niyetli değilim.
işte yine aynı yolda dargın dalgın yürürken karşıma kendimle barışmamı tavsiye eden nice olay çıktı. ama fakat ve lakin bu durum benim daha bi' fazla karmaşıklaşmama vesile oldu. zannımca barışmam pek bi' zor.
neden mi,
çünkü kendim beni çok kırdı. hafife aldı. dalga geçti. eğlendi. üzdü. iki yüzlülük etti.
hal böyleyken ben nasıl olur da affedebilirim ki kendimi di mi ama?bu nedenle kaşlarım çatık, suratım asık ama içim karışık bakıyorum kendime.zaman zaman tek kaşımı kaldırıp daha bi' sert, daha bi' vahşi oluyorum. acımasız ve dahi düşmanca tavırlara bürünüp takmıyorum kendimi açıkçası. kapalıcası ise pek bir değeri yok bende. kendim kendimi umursamıyor ve dahi sevmiyorum artık.
ancak aklıma bunlara neden olan ve akıııp giden hayat geldikçe beynim uyuşuyor resmen.
nasıl bu kadar soğukkanlı oldu beni bu derece üzerken.
ve neden yaptı???
neden???
sanki zorla "beni sev" mi demiştim ben ona?
madem 6 milyar aşkı vardı beni niye "tek aşksın" diye kandırdı. ve hemen akabinde, bana böyle dedikten sonra yani, başka aşklara kucak açtı...
hakkı tabi, açacak ama her fırsatta bana "yalnızlığımı" göstermesi neden???
az mı geldi acaba kalbimin kırıkları, içimin acısı??? daha çok oyup gönlümü, kalıcı iz bırakmak mı niyeti?
ne yapmaya çalışıyor ve ne yapmamaya???
oysa ben hayata herşeyimi verdimdi. istese daha neler vermezdim ki...
sitem değil benimkisi, bi' hesaplaşma... kendimle yapılan. ve kendimi anlayabilmem için sorduğum sorular bunlar yalnızca. yoksa, hiç bir anlamı yok bu sözcüklerimin.
sözcük, adı üstünde. söz bile değiller ki. -cük ekiyle küçülüp küçülüp ufacık olmuşlar, minicik ve boşa söylenilen bi' şekle bürünmüşler. öylesine boşa ve öylesine minicikler ki, görünmüyorlar gözlere.
görünmediklerinden ciddiye alınmıyorlar bile.
öyle ya da böyle çıktılar işte sözcüklerim. dışarda olmak istediler. çıkardım onları. koştursunlar bakalım özgürce.
nasıl olsa ne görenleri, ne de anlayanları var. meydan onların. özgürlük onların.
bu sefer de sözcüklerimi saldım çayıra, e hadi mevlam kayıra...

BENCİLLİKlere...


döktüğümden beri içimdekileri günyüzüne,
herkes kendini aklamak, sıyrılmak derdinde.
kimse benim gözlerimden bakmıyor.
bir kelimeye takılıp, istedikleri yöne çekiştiriyorlar o kelimeyi.
suçlayacak birini arıyor herkes.
benim yıllar boyu ne hissettiğim değil önemli olan, onlar için,
onların şu an neler hissettikleri.
can bildiklerimin "en kötü hisseden benim, en doğruyu yapan da..." tavırları
beni onlardan koparıyor.
yapayalnız bırakıyor.
"yaşıyorduk ne güzel"lerdeler hala.
o zamanlarda "yaşıyorduk"un çoğul ekinde yer almadığımı görmek istemiyorlar.
kurulu düzenlerini bozan bu kadın, hayattan akıp gidiyor.
ellerimi uzattım onlara, tutmak yerine,
el sallıyorlar bana uzaktan.
yıllarca neden sustuğumu, kendilerince yorumluyor,
yüreklerini hafifletecek bahaneler çıkarıyorlar altından.
oysa ben susmamıştım ki,
şimdiki kadar açıkça söylememiş olsam da,
anlaşılabilir açıklıkta anlatmıştım bunu onlara.
arkalarını dönüp gitmişlerdi,
yine tutmamışlardı ellerimi.
söyleyecek o kadar çok sözüm var ki...
kırmamak için kalplerini, susuyorum.
ve her susuşumda,
yıllar önce neden ellerimi tutmak istemediklerini daha çok anlıyor,
onlardan uzaklaşıyorum.
kimin ne düşündüğü, ne yapıp ne yapmayacağı,
kiminle konuşup, kime darılacağı umurumda bile değil.
ben yalnızca geçmiş yıllarımı çöpe atıp,
gelecek zamanlarıma sarılmak istiyorum.
onlardan ne empati, ne "vah vah"
sadece huzur bekliyorum.

Salı, Kasım 03, 2009

çünkü; ALIS GRAVE NIL!!!

Uzaklar girse de araya, başka canlar, başka hayatlar girse de...
Dil susmak gözler kapanmak istese de.
Dudaklar kitlese de kendini gerçeklere,
kokular uçup anılar yok olmaya başlasa da...
"Sevgili" umursamadan, bu sözleri bir kenara atsa da.
Hatta belki, okuyup sana acısa da.
Hakkında kötü sözleri derleyip, içindeki of'lara vursa da...
Zaman, sözde, her derde ilaç olsa da...
Ne yüreğe ne ruha ne bu bendeki aşka söz geçiremiyorlar işte.
Soludukça bu nefes yerkürenin herhangi bir köşesinde;
bu kalp "sen" diye atacak, ömrü yettiğince.
Hayata veda ettiğim gün, veda edeceğim sana da...