Çarşamba, Ağustos 22, 2007

düd dülü düt düt dülüüü düt düt düüü düüü TATİLE GİDİYORUM :)

daha önceden de belirtmiştim, düğün telaşı bir bitsin, kendimi sıcacık güneşin altına, kumlara atıp, dalgaların sesini dinlerken, buz gibi içeceğimi yudumlayacağım, diye.
Onur'um evlendi... bir ton koşuşturma, bir ton telaş...
Almanyadan, Avusturyadan akrabalar, misafirler... tuvalet kuyrukları, alış-veriş curcunaları, gezme maceraları, gezdirme çabaları...
çok yorucu ve keyifliydi ancaaaaaaakkkkk, :)
sıra bendeeeeeeeeeeee...
evet hayalimin gerçekleşmeye başladığı ilk anlardan yazıyorum bu yazıyı size :)
yarın bu saatlerde kumlarda, kulağımda hafiften bir müzikle keyiflerde olacağım... ve önceden de dediğim gibi, gözle görülebilecek en belirgin aktivitem, kızgın kumlardan serin sulara olan yolculuğum olacak :)
yaklaşık 12 gün sonra görüşmek, yazışmak, konuşmak, ağlaşmak, gülüşmek, saçmalamak, yorum'laşmak, selamlaşmak, düşün'üşmek, sev-işmek ve her türlü işteş eylemleşmeleri paylaşmak üzereeeee :)
öpücükler dostlarrrrrr size içten, sıcak ve sulu, yapış yapış öpücüklerrrrrr!!!
(Nakhar! gördüm, yanağını sildin :P)




Cumartesi, Ağustos 18, 2007

:(


yıllarca sustum
bir anlık zayıflıkla çıkıverdi o sır içimden.
hem de hiç söylememem gereken birine açıldı sırrım.
ve şimdi tüm olacaklardan korkuyorum
oysa korkması gereken ben değilim.
ama dedim ya kimsenin mutsuz olmasını istemiyorum.
ve biliyorum
evet biliyorum;
bana bunları yapan kişinin, hayatımın şu anki şeklinde olmasına sebep olan kişinin, beni çok sevdiğini biliyorum...
yaptıklarından dolayı içindeki huzursuzluğu da...
ama ya ben?
beni düşündü mü hiç o da benim onu düşündüğüm kadar?
sevmek ayrı birşey
düşünmek, hislerini anlayabilmek apayrı...
kendimi suçluyorum şimdi, bunca yıl sakladığım sözcüklerimi, nasıl dışarı çıkarıverdim diye.
peki ya o? hiç suçladı mı kendini bir kez bile olsun, hiç gördü mü halimi, halime sebebiyetini hiç fark etti mi?
biliyorum beni çok seviyor...
benim için herşeyi yapar biliyorum.
biliyorum "can" istesem ondan, hiç çekinmeden verir.
tüm bunların farkındayım. sevgisinden hiç şüphem yok. olması gerektiği, sevmesi gerektiği gibi seviyor beni ama..........
of çok kötü içim şu an.
çok kötü hissediyorum.
ne diyeceğimi bilemiyorum.
herşeye rağmen, tüm yaptıklarına; seni çok seviyorum ve üzülmeni hiç istemiyorum Baba... :(

Cuma, Ağustos 17, 2007

hayatın "rew" tuşu olsa :(


başa dönmek istiyorum...
en başıma
ilk soluduğum ana
ve
yeniden büyümek istiyorum
büyümek istediğim gibi büyümek
dilediğim yolda yürümek
dilediğim sözü söylemek
dilediğimi sevmek
dilediğimle sevişmek
başa dönmek istiyorum
en başıma
ilk soluduğum ana...
keşke bir şansım daha olsa...

Perşembe, Ağustos 16, 2007

Goddess Artemis'ten ve onun gibi düşünenlerden, hissedenlerden 50milyon adet daha rica edeyim lütfennn!!!

Aslında hiç kaçırmam düşünmesini ve yazmasını bilenlenlerin yazılarını ancak atlamışım Artemis'in bu "gereksiz insan yığını"na yazdığı yazıyı...
ne güzel ki çevremde böyle insanlar var... ve ne güzel ki meydanı o "pisliklere" bırakmayacak kadar özgüvenimiz var...
sevgiler sana Artemis :) keşke sen'den daha çok olsa
http://goddess-artemis.blogspot.com/2007/08/o-kadar-iren-insanlarsnz-ki.html

Y O R U M S U Z



http://www.barandergisi.com/

sözde bu da "yorumsuz" olacaktı >:(

uyu milletim uyu... deriiinnn deriiinnnn uyu... eline bayrak alıp, bir meydanda toplanıp, yapmacık "yaşasın cumhuriyet, türkiye laiktir, laik kalacak" sloganlarını atmakla olmuyor bu iş. ya gerçekten sahip çık ya da sus! bırak artık yapmacıklığı! -mış gibi yapmayı bırak! gözlerimizin içine baka baka alınıyor beyinlerden düşünceler, çalınıp sürgüne gönderiliyor. kalan boşluğa bir örümcek bıraklıveriyor ağını örsün, boşluğu doldursun diye. ve bizler "ağzı açık ayran budalaları" gibi seyrediyoruz sırıtarak.
cürretlerine bakın şunların... tüm bunlar sayemizde. tüm bunların yazılmasına çizilmesine müsade edenler, aynen yazılanları aktarıp kınayanları susturuyorlar...
tatlı rüyalar milletim, uykuda uğradığınız tecavüzün tadını çıkarın e mi? ne de olsa kaçınılmaz artık...
tüm bunları yazıp çizenlerin de, bunlar gibi düşünenlerin de, şeyinin sevdasına düşmüş hiç bir haltı önemsemeyen aptal insanımın da, ertuğrul özkökün de, aydın doğanın da, hürriyetin de, milliyetin de, atvnin de, medyanın da, %47nin de, %47yle gelenlerin de, aydın denilen döneklerin de, sağcıların da, solcuların da, bu salak insanımın bir parçası olduğum için kendimin de, doğudakilerin de, batıdakilerin de, chp.nin de, ...de oğlu ...de işte... hepsinin yüzüne tüküreyim... lanet olsun size!!! bize!!! sana!!! bana!!!
lanet olsun herkese!!!






Çarşamba, Ağustos 15, 2007

ay inanmıyorum "Gülfidan" MİMimi onaylamış :)

buyrun itiraflaraaa


http://budabenden.blogspot.com/2007/08/mim-pandomim-p.html

ama benim tek gerçek dünyam burası :s

Goddess Artemis beni "mim"lemiş :s
... de ben burda hiç yalan yazmıyorum ki (dıııt)
:s
hmmm bi' düşünelimm
*herşeyi .ittir edip boşveriyorum dediğim zamanlar biraz, hatta birazdan daha fazla...
* yaşamak ne güzelmiş, oh be iyi ki yaşıyorum, dediğim zamanlar bi parça hatta bi' parçadan az daha fazla :)
aslında en son mimlenmesi gereken kişi benim zannımca bu sayfada mimlenecek bi'şeyim yok ama gerçek hayatta ooooohoooo :)
ay yok olmuyor... en iyisi mimleyip atiim kendimi kenara...
hmmm mimlediklerim: sevgili Zihni örer :), Diagonel :), Meliha :), Ceymi'M :) Friedrich :) Günlükböcek :) veee yüce insan "gülfidan" olsun... :)
(içim el vermedi... bi' daha biraz sakin kafayla düşünmem gerek... bu kadar dürüst olamam çünkü ben... var bu işte bir tuhaflık :s
aklıma gelsin, iyice bir MİMleyeyim burada kendimi)

Salı, Ağustos 14, 2007

bugünümü yaşayasım var ama gerçekten yaşayasım...


ne güzel yine güneş bugün.
kuş sesleri ile uyandım.
gözlerimi açtım. dışarıyı dinledim.
hissettim, seslerden, daha perdeleri dahi açmadan, güneşin varlığını.
içimde o bahsettiğim kıpırtı oluşuverdi yine.
kalp atışım hızlandı sanki. kan dolaşımım. nefes alışım. enerjim arttı sanki birden.
gülümseyerek kalktım yataktan. güneşli günüme, "hep" olduğu gibi, gülümseyerek başladım işte yine.
ve aşık oldum.
evet. her güneşli günde, her güneşle yeniden aşık olduğum gibi.
aşık oldum bugün yine. öyle bir aşk ki hem de...
avaz avaz bağırasım geldi "seni çok seviyorum" diye.
hatta koşup yanına, dudaklarına kocaman sıcacık bir öpücük kondurasım geldi. öpü-cük bile değil, öyle -cük'süzünden, en büyüğünden yani.
sarasım geldi. sarılasım.
içim nasıl coşkulu, hiç soluklanmadan koşasım var deniz kenarında bugün.
vapurları dinleyesim, martıları duyasım, rüzgarı koklayasım var.
aşk'la olasım var bugün.
elinden tutasım, alıp götüresim.
caddeler boyu sarmaş-dolaş, her fırsatta dudaklarım dudaklarında olasım var bugün.
kokusunu soluyasım var.
ıssız bir köşede çekip kenara onu, aşkla sevişesim var bugün. tenini tadasım...
ağzım dolu dolu gülesim var bugün. insanları güldüresim. hem gülesim hem güldüresim.
çimlere uzanasım var bugün, gözlerimi dikip gökyüzüne çimlerde öylesine yatasım.
herkesi sevesim var bugün, en sevilemeyesileri bile.
en özlenilemeyesileri bile özleyesim. en dokunulamayasılara dokunasım var bugün.
en söylenilemeyesileri söyleyesim.
güneşim var bugün.
aşığım aşka bugün.
bugün kendimi öpesim var.
kendime sarılasım.
bugün herşeyi boşveresim var, herşeyi önemseyesim.
bugün aşkı göresim var.
aşkı sarasım.
sevişesim.
öpülesim var bugün.
güzel sözler duyasım.
sevildiğimi bilesim var bugün.
bugün kendimi çok sevesim var.
güneşli bir gün bugün...
ve benim gerçekleşesi çok güzel hayallerim var bugün.
bugün var ya bugün, doyasıya yaşayasım, yaşamanın hakkını veresim var bugün.
bugün...
güneş...
ben...
aşk...

Pazartesi, Ağustos 13, 2007

Ceymi'Mden

Bir gün beni sokaklar bulacak
dört yanım sarmaşık
dört yanım kır kahvesi
ince iplikler saracak gövdemi
ve ben
kördüğüm, ıssızlara varacağım
Yağmurlar vuracak beni bir gün,
en uslu tenimden
yüzükoyun serileceğim asfalt kokusunda
ellerim ellerini arayacak
kaldırımlardan tutunacağım
birgün beni yapraklar asacak
en gizli yerimden kırmızılar açacağım
gölgeler birikecek başucumda
kaçamayacağım.
sesler yitirecek beni bir gün
uzun hoyratlar edeceğim
yeryüzüne
çırpınacağım, duyulmayacak
ağır güneşler taşıyacağım sırtımda
kalbim yanacak
yanacağım
bir gün tutkular bağışlayacak
soyunacağım
boşluklar basacak her bir yanımı
düşeceğim sevgisizliklere
sabırlar tüketecek beni bir gün
karanlık zamanlar havalisinde
bekleyeceğim
bıkmak usanmak
ölüm olacak...
bir gün beni sokaklar bulacak
sonsuzlukta
yine de
sığmayacağım içine

düşünmesini bilenler, ne güzel de söz dizerler...

Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Bulanmadan donmadan akmak ne hoş
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti cancağızım
Şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım
( Mevlana)

hayat sahnesi

hayatımız bir oyun.
senaryosu çok önceden yazılmış.
tek farkı diğer oyunlardan, senaryoyu okumadan çıkıyorsun sahneye.
her gün yeni bir rol, yeni rol arkadaşların.
bazen bir komedi bazen trajedi oynuyorsun. bebek rolüyle başlayıp yavaş yavaş büyütüyorsun canlandırdıgın karakteri.
bazen iyi adam bazen kötü adamsın bu oyunda. çocuk da oluyorsun anne de. düşman da dost da...
aşık oluyorsun bazen ve o rolünün hiç bitmemesini istiyorsun. her bölümünde senaryonun sevdiğinle olmak, sarılmak, öpmek, okşamak istiyorsun.
son sayfasını bilmeden "en iyi oyuncu rolüne" layık olmak için oynuyorsun. ve bile bile senaryonun bitecegini, senin yerine başka oyuncuların sahne alacagını, dur durak bilmeden oynuyorsun işte.
benim senaryom da bebeklikle başladı.
büyüdüm.
büyürken güldüm. büyürken ağladım.
hayallerime kavuşma hayalleri kurdum. uğraştım didindim. sevdim. nefret ettim. hasta oldum. sırlarım oldu.
büyük işler yaptım. küçücük işleri beceremediğim de oldu. içimde birikmişlerimi hiç çıkaramadım tam. rolümü yazan beni öyle yaratmamış çünkü. ben bende oldum yani. canımı, içimi yakan, hayatımı allak bullak eden sahnelerim oldu. olmaya da devam etmekte. ama dedim ya senaryom öyleymiş. ne yazıyorsa onu oynuyorum ben sadece.
anne oldum, bebek kokusunu tattım. aşık oldum kıskançlığı, kaybetme korkusunu, arzuyu, özlemi, içinde "o" olan hayaller kurmayı öğrendim.
öğrenci oldum, öğretmen oldum.
hatta oyun içinde oyunlar oynayıp sahnelere cıktım.
bakalım daha kaç sayfa senaryom...
bakalım nasıl bir sonu var...
bakalım sevdiğimle olabilecek miyim... beni "hep" isteyecek mi...
oğluşum neler başaracak, nerelere gelecek bakalım...
hayat denen kocaman bir sahnede, bir sürü oyuncuyla, bilmediğim bir senaryoda oynamaya devam ediyorum,
son sayfamın merakıyla...

Cumartesi, Ağustos 11, 2007

gerçekten "aşkı" bilene ithaf edilmişti...

gök maviyse mavidir deniz,
griyse gri.
rüzgar getirirse bulutları göğün,
dalgalanır coşar deniz.
ağlayacak olsa sevdiği,
kıyamaz bir damlasına gözyaşlarının,
sularına katar, kendi yapar deniz.
deniz kadar severler.
gök kadar aşıktırlar.
"imkansız" denir,
"kavuşamazlar ki birbirlerine
biri gök biri deniz."
gözaldanmasıdır ufuk, gözleri aldananlar için.
oysa bilmezler,
ufukta çoktan sarmaş dolaş gök ve deniz
öpüşlerdeler, sevişlerdeler
bu kavuşma sırlarıdır onların
istemezler bilinsin ufukları
konuşulsun kavuşmaları
karışılamasınlar
dokunulamasınlar diye
sessizdirler
dilsizdirler
biri gök, deniz biri
ufukları, incecik sonsuz uzun bir çizgi

Cuma, Ağustos 10, 2007

güneşe gitmeli, güneşle olmalı... "güneş" olmalı

güneşe ulaşmak istiyorum.
güneşe... sarı, sıcak...
herşeyi, herkesi geride bırakarak. dönüp arkama bir kez bile bakmadan, güneşe ulaşmak...
hayat bu olmasa gerek.
gerçekte bu değildir yaşamak.
her seferinde nefesi içine çekip, tekrar dışarı bırakmak.
oysa tutmak lazım. değerli çünkü nefes.
tutmak lazım.
bende kalmalı tüm değerliler.
çıkmamalılar bi' kere girdilermi içime. kalmalılar bende.
güzellikleri tutmalıyım kendimde.
sevgileri... hayalleri... dostları...
başarıları tutmalıyım.
ama...
ama ya ben beceriksizim yapamıyorum ya da onlar da tıpkı "ben" gibi özgürlüklerini istiyor, kaçıp gidiyorlar içimden.
kalmıyorlar.
bırakıyorlar bir başıma.
ve şu an içimdekiler...
biliyorum bırakıp gideceksiniz beni benimle yine...
bir nefeste çektiklerim bir nefeste gidecekler...
bi' bakacağım yoklar...
tıpkı birden var olduklari gibi.
bilseler ne kadar BENler giderler mi acaba yine de?
istemezler mi içimde kalmayı, anlasalar ne olduklarını bende?
kör bir makasla parça parça kesilir gibi lime lime olacağımı bilseler giderler mi?
değerlilerim... sevgilerim... başarılarım... hayallerim... aşkım... giderler mi?
gidişlerine katlanamam artık yeter.
katlanmam.
katlanmak istemem.
yaşamamak için o anı, önce ben gitmeliyim.
içimi ısıtan tüm değerlilerimi önce ben terketmeliyim.
ve o sıcaklıklar gidince içimden, üşümemek için de işte güneşe gitmeliyim.
güneşe ulaşıp, güneşle olup, hepsini ısıtmalıyım sonsuza kadar.
hiç üşümesinler diye...
içleri hep sıcacık olsun diye...
her gün, yeni tazecik ışıl ışıl günleri doğsun diye...
yeni bir günde yeni gülüşleri olsun diye...
güneşe gitmeli, güneşle olmalıyım...
güneş olmalıyım...

Perşembe, Ağustos 09, 2007

Bazen bir şarkı hissettiklerinize "cuk" oturur...

Sorum yok; soranım yok
Yolum yok; yordamım yok
Bir çıkmaz sevdadayım
Çekip vuranım yok
Günüm yok; güneşim yok
Uykum yok; düşlerim yok
Kın olmuş susuyorum
Bir tek sırdaşım yok
Çektiğim acıların demindeyim bu akşam
Pişman desen değilim
Bir harmanım bu akşam
Her gecenin sabahı
Her kışın bir baharı
Her şeyin bir zamanı
Benim dermanım yok
(Fikret Kızılok)


Çarşamba, Ağustos 08, 2007

bambaşka bir gün...

bazen, hani kendinizi en dipte hissettiğiniz zamanlarda, öyle şeyler olur ki, öyle şeyler yaşar ve görürsünüz ki, yaşama sımsıkı sarılıp o gördüklerinizi değiştirebilmek, onlar için bi'şeyler yapabilmek hayaliyle tüm sıkıntılarınızı ardınıza atabilirsiniz.
bugün gördüklerim, bugün tanıdığım o insanlar, o çocuklar aslında hep varlardı... hep aramızdalardı... ama hiç bu kadar içlerine girip bu kadar içten konuşma şansım olmamıştı onlarla.
dünyayı onların gözüyle görmemiştim hiç ya da onların gözüyle görememe deneyimim olmamıştı.
kimileri karanlıkta, kimileri ıssızlığı yaşıyor bir ömür boyu, kimileri yaşadığının bile farkında değil.
ama sizin ki, benim ki, bizlerin ki gibi çarpıyor işte kalpleri.
yumrukları büyüklüğündeki o kas parçası tıpkı bizlerde olduğu gibi kan pompalıyor vücutlarına, solusunlar diye.
hissetsinler diye.
bugünüm çok farklıydı. her zamankinden çok farklı.
bugün herkes çok farklıydı
herşey çok farklı...

Salı, Ağustos 07, 2007

anılara...


Bir çocuk gördüm uzaklarda
Gözleri kederli hatta korkulu
Her şeye rağmen bir an gülümsedi çocuk
Sıcak sade ama biraz kuşkulu
Bir çocuk sevdim uzaklarda
Sanıyordum ki onun özlemi de buydu
O ise bir bakışta beni örtülerimden
Yalnızca yalnızca duygularıyla soydu
Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte gün be gün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün
Bir çocuk gördüm uzaklarda
Biraz çocuk biraz adam biraz hiçti
Ellerinde yaşlı zaman demetleri
Daha önce denenmemiş yeni bir yol seçti
Bir çocuk sevdim uzaklarda
Bir elinde yarın öbür elinde dün
Erken ihtiyarlamaktan sanki biraz üzgün
Dünyanın haline bakıp güldü geçti
(Sezen'imden)

Pazartesi, Ağustos 06, 2007

oran-orantı


gördüklerim, görmediklerimin yarısından az,
göremedikleriminse üçte biri kadar.
bilmediklerim, bildiklerimi beşe katlar.
bilemediklerimi hiç sormayın bile.
duyduklarım, duymadıklarımın yanında devede kulak.
duyamadıklarım, duymadıklarımdan da az.
sevdiklerim... sevdiklerim?
öyle çoklardı ki...
sevmediklerim ve sevemediklerim görünmezlerdi bile sevdiklerimin yanında.
duymadıklarımı duyma oranım,
bilmediklerimi bilme oranım,
görmediklerimi görme oranım arttıkça,
sevdiklerim o kadar azaldı ki...
iyi ki göremediklerimi henüz göremeyip, duyamadıklarımı duyamıyorum.
ve iyi ki hala bilemediklerimi bildiklerimin arasına alamıyorum.
sevdiklerimin sayısını ancak bu şekilde koruyorum.
çünkü duydukça, bildikçe, gördükçe, "sevdiklerim" azalmakla kalmıyor bir de "keşke O'nları hiç sevmeseymişim" diyorum.
işte, canımı en çok da bu cümle acıtıyor.
bunu söylemek zoruda kalmayı hiç istemiyorum!!! :(

keyfin bilir...



her yaşın bir güzelliği var, en güzel çağımdayım
ya gelir geçersin hayatımdan ya da gelir kalır...
(Kenan Doğulu'nun "rüzgar" şarkısından)

Pazar, Ağustos 05, 2007

GÜLÜMSE!

belki şehre bir film gelir
bir güzel orman olur yazılarda
iklim değişir, "akdeniz" olur
hadi
g ü l ü m s e



Cumartesi, Ağustos 04, 2007

yeniden dertleşme



bugün yine kendimleyim.
kendimle konuşup dertleşiyorum.
yoruldum çok öyle çok ki.
hep gülermişçesine davranmaktan, unuttu görünmekten, boşvermiş saydırtmaktan yoruldum.
ne unutuyor ne boşveriyorum oysa...
kapatıyorum kapılarımı içimde dertleşiyorum sadece.
gitmek buralardan, bilmediğim bi' yerlere gitmek...
sıfırdan başlamak hayata.
sıfırlamak kendimi.
tanıdıkları, sevdikleri, sevmedikleri sıfırlamak istiyorum.
Deniz'im tutyor. o kırıyor cesaretimi. o düşündürüyor bir tek... o durduruyor beni. gidişlerimi.
şu an... ve bazen öyle uzağı istiyorum ki...
nasıl olsa gidilecek ama zamanı belli olmayan uzağın zamanını kendim belirlemek istiyorum.
o uzağa gitmek, orda kalmak, hiç olmak, bitmek, susmak, görünmemek istiyorum.
çok sey beklemiyorum oysa hayattan ama o hiç bi'şeyle yetiniyor yazik ki.
mutsuzluk bi' hastlık ve virüsü çoktan bulaştı bana belki de...
ama kimden?
kim bulaştırdı bana bu hastalığı?
böyle miydim ben sanki?
güldüğümde tüm bedenimle gülerdim, dudaklarimla değil.
gözyaşlarım böyle kolay akmazdı, aktıklarında da kendinden emin boşalırlardı gözlerimden. şimdi onlar bile korkaklar.
derin iç çekmelerim bile artik yeterince derin değil.
"bitse artık" demekten bile sıkıldım.
umurumdaymış gibi davranıyorum yaşama.
ama değil, umurumda değil.
yüksek bi' yerden düşsem şu an...
kocaman bi acıyla betona çakılacağımı bile bile düşüyor olsam, ne düşünürdüm acaba?
neyi?
kimi?
kimleri?
korkar mıydım acaba?
çığlık atar mıydım?
hiç sanmam.
Deniz'imi düşünürdüm eminim.
özler mi beni, sorar mı diye... ağlar mı... ona iyi bakarlar mı...
terlediğinde atletini değiştirip, gece üstünü açtığı her an yanında olurlar mı... hasta olduğunda, benim gibi boğazları düğümlenir mi... uyumadan sabahlara kadar başında bekleyip, okşayıp öperler mi...
karnı acıktığında sevdiği yemekleri pişirirler mi...
bi' yerine bi'şey olsa ya da ağlasa, benim gibi kalpleri acır mı...
her gece o minicik alnına değdirdikleri dudaklarıyla, o kötü rüya görmesin diye :) dua ederler mi...
en önemlisi onu güldürürler mi...
bilsem ki yaparlar, bilsem ki güler Deniz'im, işte o an gülümseyerek düşerdim.
ciğerlerime çekerdim son kez havayı.
hissederdim bedenime değişini rüzgarın.
"birazdan bitecek işte" derdim.
"rüyadan uyanacaksın ya da asıl uykuya şimdi dalacaksın".
ne para, ne sevgili, ne iş...
birileri mutsuz olmasın diye değil, ben mutlu olayım diye bi'şey yapmanın tadını çıkarırdım... huzuru olurdu içimde, istediğim bi'şeyi yapabilmenin.
bi' kaç dakika sürecek özgürlüğümün, her anını yaşardım.
oysa şimdi bu bilgisayarın başından kalkıp, herkese göre yaşamaya kendime göre mutluymuş olmaya devam edeceğim.
korkaklıktan değil, olduğunu bilmek tesellisiyle.
yaşamımı silip, yeniden yaşanabilirite oranını yükseltmek için ne yapmam gerektiğini bildiğim halde yapamayıp, yeni çareler düşünmeye devam ederek...
gülüyorumtrak, iyiyimtrak, boşverdim gittitrak, unuttum gittitraklarima devam ederek...
MUTLUYUMTRAKIM IŞTE...
hadi oyuna devam...

teoman söyledi, ben sustum... ben söylüyorum şimdi, o susuyor...

dibe vurduysan ya da hala düşüyorsan...


bir yaz günü bir yaz günü,
hiç bu kadar üşüdün mü?

rüzgar gülü rüzgar gülü,
hiç ölümü düşündün mü?









Cuma, Ağustos 03, 2007

ben bu hayatın kalıbına...


ne kadar çok kalıp var. sevgiyi bile kalıplara dökmüşüz. kalıbına boşaltıp şekillendirip sürüyoruz hayata.
el emeği ile yaratıcılığını kullanıp, mutlu olmak isteyenlerin sevgileriyse "değersiz" olarak görülüyor kalıpsız diye.
kimseye bi sözüm yok tabi. kalıplar yapılmış çoktan.
kimin kimi sevmesi gerektiği ve bu sevginin ne kadar sürmesi gerektiği, hatta nasıl sevişilmesi gerektiği ile ilgili bile kalıplar var.
kalıbın dışındaysa "sevgin" kalıpçılara ters düşersin. sen pes etmesen bile sevdiğinin pes etmesinden ürkersin. o da pes etmedi diyelim, ya çevresi? senin çevren? kalıpçılar çok güçlü. kalıplarsa çelikten. "geçti gençliğin" diyen yaşı küçük dostlarına bile gülümsemek zorundasın, incinsen de çok. çünkü kalıplar çok güçlü. çünkü kalıpçılar çok fazla. çünkü kalıpları bilenler, kalıplarını basarlar ki, sonu yoktur kalıpsızların. dostun her fırsatta dediği gibi "sen bi de ümitleniyor musun yoksa?"
kalıp dışı bir aşkı kalıp dışı bir aşkla seviyorum. kalıp dışı seviliyor. kalıp dışı sevişiyorum. kalıp dışı özlüyor, kalıp dışı bekliyorum.
kalıp dışı "sevgi"mi, bilenlere bile anlatırken "kalıbına uyduruyorum"




öpüşmek > sevişmek

sevişmek sıradandır.
sınırları yoktur sevişmenin.
hatta bazen sevişmek için, para bile ödersin.
ya da para kazanmak için sevişirsin.
sevişmek basittir. yapılacaklar da olacaklar da bellidir. uygun bir yer bulmak yeterlidir. sevişmek geneldir. insana özgü değildir. üremesi gerekenleredir. keşfedilmemiştir. zaten hep var olmuştur.
sev-işmek "sevmek"ten gelmişse de anlamını yitirmiştir. "seviştik" ile "sevdik"in arasındaki fark bu yüzdendir.
bir de "öpüşmek" vardır. "öpmek"in işteş halidir.
hissetmeden, tat almadan yapılmaz.
insana hastır. insana özel.
asıl "sevmek"ten türeyen "öpüşmek"tir işte. o an istedin mi, yer mekan tanımaz. alır götürür seni. ve herkesle yapılmaz. sevene özeldir, sevmeyi bilene.
sonu yoktur öpüşmenin, sevişmek gibi. bir anda başlanıp bir anda bitmez. doyulmaz. bıkılmaz. satın alınmaz, satılmaz.
sevmiyorsan birini "öpüşemezsin". ve sevdiğinin öpüşlerine "yeter" diyemezsin.
sevişmek sıradandır. satılır, satın alınır.
öpüşmek insanındır, sevginindir. öpüşmek kanıttır aşka.
sevişmek ne kadar tutsaksa zamana, öpüşmek o kadar özgür, o kadar sonsuzdur.
kısacası: öpüşmek > sevişmek'tir...

Çarşamba, Ağustos 01, 2007

özgürlükmüşmişmuşmış... (yeniden)


özgürüm
özgürsün
özgür...
hangimiz hangi konuda özgür?
hangi seçimimizde özgürüz?
kime göre?
neyi özgürce yaptık, yaptınız bugüne kadar?
bugünden sonra peki ne değişecek?
özgürce doğabildik mi yani?
özgürce büyüdük mü?
özgürlük nedir ki?
özgürce ölebilecek miyiz?
özgür müydük en önemli kararlarımızı verirken, hayatımızla ilgili?
özgür müyüz düşünürken peki?
özgürlük nedir ki? nedir?
ne kadar özgürdünüz, bu yaşınıza kadar?
özgürlük... ne ki?
özgür değildim doğarken, seçme şansım yoktu çünkü... ne doğacağım zamanı, ne yeri, ne annemle babamı... hatta cinsiyetimi bile...
özgürce ağlayamadım eminim bebekken bile. her ağlamamda bir emzik sıkıştırıldı dudaklarımın arasına susturmak için beni. gülerken bile özgür değildim.
güldürdükleri kadar gülerdim. istediklerinde ağlatmaları an meselesiydi. oyuncağımı alıverdilermi ellerimden, biterdi gülüşlerim. büyümemeye bile karar veremezdim, büyürdüm ve büyüdüm.
okumaya da okumamaya da özgürce karar verilemezdi. her yaşında ne yapman gerektiği zaten belliydi.
süt dişlerinin bile sende kalma süreleri altı yedi yıldan başlıyor, on bir on ikiye kadar çıkabiliyordu.
kız doğmuşsan eğer, benim gibi, süresi vardı çocukluğunuzun. her ay bir karın ağrısıyla, kilodunuzdaki kan lekesiyle geride bırakırdınız çocukluğunuzu.
özgür değildik yani çocukluktan gençliğe geçişimizde bile. özgür olamamakla geçtikçe yıllarımız, özgür olamamakla özgürdük.
yılların geçmemesine karar veremediğimiz gibi, nasıl geçeceklerine karar verdiğimizi sanırdık. özgür olmadan yeni hayatlar kurduk. özgür olmadan anne-baba olduk. ne aşık olduk özgürce, ne aşık olunduk.
yapmak istediklerimizi yapamadık ama yapabildiklerimizi de ne kadar özgürce yaptık?
neyi isteyebileceğimiz bile sınırlıydı hatta isteyemediklerimizde dahi özgür değildik.
soluk alma süremiz bile kısıtlanmış. minicik bir kas parçasına bağlı "yaşama" özgürlüğümüz. sözcüklerimiz bile sınırlıyken, yazdıklarımı ne kadar özgürce yazmış olabilirim sizce?
ya sizler, ne kadar özgürsünüz sorarım size... okumalarınız da anlamalarınız da hayatınızdakilerle sınırlı. okumama kararınızı verirken bile nedenleri "tek" size has değil.
özgür müsünüz siz?
hangi konuda peki?
özgürlük nedir ki?
ne ki?