Pazar, Kasım 12, 2006

minik elleri, arkasına saklandığı babasının omuzlarında. kocaman sayılan bir taşı siper etmişler. kocaman sanılan çünkü yeterince kocaman olmadığını, o minicik vücuduna gelen kurşunlar ıspatlıyorlar. baba çaresiz. korkulu gözlerle, bir yandan başkalarının çıkarı için orada bulunan ama kendi canavar yönlerini tatmin etmekten geri kalmayan, insanımsılardan koruyor yavrusunu, diğer yandan oğluna siper ettiği gövdesini kendine gelebilecek kurşunlardan.arkasına dönüp oğlunun çırpınışlarını gördüğü an, o kocaman kapkara gözlerindeki korku yerini çaresizliğe bırakıyor. çaresiz çaresizliğe. ve oğlu, canı, herşeyi orada, kollarında veriyor son nefesini. oysa o babasına güvenmişti. onu tüm kötülüklerden korurdu babası. o anda bile arkasına sığınmıştı. korkuyordu. ağlıyordu. ve neden öldürüleceğini bilmiyor hatta sormuyordu. o babasına güveniyordu. baba siper etti gövdesini. bağırdı, yalvardı... baba çaresizdi. ve o çaresizliğin yerini ağlamalara, haykırışlara, kine, nefrete, acıya bıraktığı andı işte o son nefesin anı. minicik bir kalbin durmasıyla, bir nefesin son bulmasıyla ve küçücük bir bedenin kıpkırmızı renge boyanmasıyla bitti çaresizliği babanın. bitti. tıpkı oğlunun sesi, gülüşleri, öpüşleri, yaramazlıkları, oyunları gibi bitti.

nasıl bir kindir bu? ne için? kim için?
bitmeyecek biliyorum. son insanoğlu yok olana kadar sürecek. yok olana kadar bitmeyecek. soluklar tükenene kadar, bitene kadar bitmeyecek
peki niye?

niye, bitenler bitmeyenlerden daha güzel?









Hiç yorum yok: