"heh biraz daha yukarı şimdi... dur öyle ben ayarlayacağım, kıpırdama!" (ah be adam, zınk diye gelmen mi gerekti... ama olsun, fotoğraf karemizde senin de bir yerin olsun)
benden içeri ben yazar, benden dışarı ben okur. bir ben anlatır, bir ben anlar. kimse ne anlamak ne de okumak zorundadır.
Salı, Haziran 30, 2009
Ay! :,') yaratıcılığımı seveyim...
Pazartesi, Haziran 29, 2009
Kuzim'e yine yeni yeniden...
bir dokuz yedi üç ortak rakamlarımız.
sadece dört ay öndesin benden bitanem.
dünya senin için nasıl döndüyse, ne kadar döndüyse benim için de aynısını yaptı, biliyorsun... daha kelimeleri çıkarmasını bilmiyordu dudaklarımız seninle konusmaya başladıgımızda. lunaparka gidemeyiş nedenimiz benim agzımda biriktirip bir türlü yutamadıgım lokmalarımdı.
anneannemlerin penceresinden sokağa bakıp, karanlıkta ışıgı vuran çıkmazlardaki gölgeler canavarlara aitti bizim için.
o zamanlar tek canavarımız hayallerimizde oluşturduklarımızdı.
sokakta oynarken seslenişlerimiz hala kulagımda çınlıyor, şimdi açılıp kapanmayı unutan kapısıyla yapayalnız kalan balkona. "anneanneeee, babaanneee"
büyüdük.
ve bizimle beraber hayallerimiz de canavarlarımız da büyüdü.
ve hep en "sır", en önemli sırlarımızdı birbirimize açtıklarımız.
saatler süren yolculuklar bile ayrı keyifti, tıkış tıkış doluşup, kan-ter içinde kaldıgımız arabada çalan şarkılara eşlik ederken.
hep gülecek bişeyler bulduk aglamalarımızın arasında bile.
korktugumuz gecelerin korkuları bile güzeldi, saftı.
yediğim en lezzetli etli dolmaydı, gecenin üçünde yağları donmuş...
çok şey paylaştık, çok şey yaşadık...
çocukça acıları da paylaştık, en büyük acılardan birini de.
için acıdığında seni en iyi anlayanım biliyorum
ve benim içim acıdıgında beni de en iyi sen anlıyorsun eminim.
çünkü aynı acıyor içimiz.
"edibem"in nefes aldırdı en soluksuz anlarımda.
"gülüm" deyişinle güldüm gözyaşlarımı silerek.
yazları her geri dönüşlerinizde arkada kalan boş çaybardağına aktı bazen gözyaşım.
ve her "sürpriz" görüşümde sizi kapıyı açıp da dünyanın en mutlusuydum o an.
cok şey yaşadık, gördük...
ve daha çok şey var paylaşacagımız.
biliyorum kimi güzel kimi yine acı olacak.
ama yanındayım, yanımdasın.
en candan can en kandan kanız hala dördümüz.
birimiz çok uzakta belki ama uzaklar bize anlamsız.
dördümüzüz.
kardeşler ve ablalarız.
kuzenler ve kardeşleriz.
dördümüzüz.
seni çok seviyorum kuzen.
ve benimlesin her an biliyorsun.
yaşa dolu dizgin hayatı.
sonu ne zaman bilemiyoruz.
bunu bize en küçügümüz ögretti çünkü.
yaşa "an"larını kuzen.
ve canavarlar yine sadece gölgelerde kalsın.
izin vermeyeleim o çıkmaz sokaklardan çıkıp bizi korkutmalarına, üzmelerine, ezmelerine...
izin vermeyelim kuzen...
şimdi gel yanıma kuzen hadi...
çember olalım elele tutuşupppp veeeee "oriiiiii!!!"
Cumartesi, Haziran 27, 2009
kendime bir hatırlatma
bakalım ne yazacaklar diye...
başladılar işte, bakın, harflerle oynamaya.
bi süre durdular hiç birşey yazmadan.
"sen, sevmekle yaşayan, özlemi yeni anlayan, korkularından kaçan, kavgalarını yarım bırakan, bildiklerini saklayan, bilmediklerini bilir görünensin...
sen dediklerini yapabilen ama yapabileceklerini beceremeyensin.
yanlış anlaşılan, anlayamayansın.
sen, ümitli, sen umutsuzsun...
sen aşıksın.
bazen gencecik insanlara birşeyler veren ama asıl verilesileri veremeyensin.
sen kırgın, sen küskün ama sen barışıkmış olansın.
sen en tanınan tanınmazsın.
sen kendini ögrenemeden anlatmaya çalışansın.
sen aşıksın...
istediğini bilen bilmedigini isteyensin.
sen annesin... sen aşıksın...
güvenmek isteyenken güveni öğrenmemiş olansın.
sen aşıksın, sen annesin...
hayat verdigin parcan için imkansızları yenebilensin.
sen, hayatı seven ölümü özleyensin.
sen sadece İNSANSIN"
Kuzi'mmmmmmmm Moskova'da...
Cuma, Haziran 26, 2009
sabah sabah
Perşembe, Haziran 25, 2009
"bu gün"üm "her gün"üm olsa bugünümden sonra...
kuş sesleri ile uyandım.
gözlerimi açtım. dışarıyı dinledim.
hissettim, seslerden, daha perdeleri dahi açmadan, güneşin varlığını.
içimde o bahsettiğim kıpırtı oluşuverdi yine.
kalp atışım hızlandı sanki.
gülümseyerek kalktım yataktan.
evet.
aşık oldum bugün yine.
avaz avaz bağırasım geldi "seni çok seviyorum" diye.
hatta koşup yanına,
sarasım geldi.
vapurları dinleyesim,
elinden tutasım,
caddeler boyu sarmaş-dolaş,
kokusunu soluyasım var.
ıssız bir köşede çekip kenara onu,
en özlenilemeyesileri bile özleyesim.
en söylenilemeyesileri söyleyesim.
aşığım aşka bugün.
bugün kendimi öpesim var.
kendime sarılasım.
bugün herşeyi boşveresim var,
aşkı sarasım.
sevişesim.
öpülesim var bugün.
güzel sözler duyasım.
sevildiğimi bilesim var bugün.
ve benim gerçekleşesi çok güzel hayallerim var bugün.
dünyayı seninle döndürmek, parmak ucumuzda...
Çarşamba, Haziran 24, 2009
Чайка
yaşadığın evi soludum.
baktığın pencereden baktım.
konuştum uzun uzun seninle, anlattım.
beni nasıl bu kadar içimden görebildiğini sordum sana.
beni nasıl yazabildiğini...
"Yalnızım, yapayalnız. Bir şey söylemek için yüzyılda bir açarım ağzımı ve sesim bu boşlukta kederle çınlar ve hiç kimselere ulaşmaz... Sizler de, ey solgun alevler, işitmiyorsunuz beni... Sabah öncesinde çamurlu bataklıktan yükselirsiniz siz ve tan vaktine kadar sürtüp durursunuz, düşüncesizce, iradesizce, hiçbir yaşam kıpırtısı taşımaksızın... Sonsuz maddenin babası şeytan, bir yaşam kıpırtısı doğar korkusuyla, taşlarda ve sularda olduğu gibi, her an sizlerin atomlarını da değiştirir ve durmaksızın değişirsiniz. Evrende sürekli ve değişmez olarak bir tek ruh kalır sadece. Bomboş, derin bir kuyuya atılmış bir tutsak gibi, neredeyim, beni ne bekliyor, bilmiyorum. Fakat bir tek şey var bildiğim, çok iyi bildiğim: Maddi güçlerin yaratıcısı şeytanla amansız, acımasız kavgada, zafer mutlaka benim olacak ve sonuçta da madde ile ruh eşsiz bir uyumda birleşip kaynaşacak, bu ise dünyasal irade'nin egemenliği olacaktır. Fakat uzun, yavaş, binlerce yıllık bir sürecin sonrasında, hem ay, hem parlak Sirius, hem yeryüzü toza dönüştükten sonra gerçekleşecek bu..."
"dinliyorum seni" dedin. "yalnızca dinliyorum, sen O'sun... aynı hayalle yaşadın ve yaşıyorsun ve aynı hayalkırıklıklarını tattın, kırılınca hayallerin..."
"dinliyorum seni" dedin bana, "anlattığın, anlatamadığın herşeyini dinliyorum yalnızca."
Pazartesi, Haziran 22, 2009
yine sana meleğim... hep sana...
Pazar, Haziran 21, 2009
biliyorsun sen de değil mi?
isteyebilmeyi isterdim
istemeyi hiç bilmedim.
minicikmişim bıraktıklarında beni anneanneme.
üç dayım (2'si en yoğun zamanlarında sağ sol çatışmalarının, üniversitede okuyor o sırada), dedem, anneannem ve ben.
nasıl isteyebilirdim ki onlardan bir şey o zamanlarında.
istememeyi öğrendiğimde 4 yaşındaydım sanırım. hayal-meyal hatırlıyorum şimdi.
bakkaldan bisküit istemiştim.
kutuların içinden kesekağıtlarına doldururdu bakkal amca. Sami Amca :)
fındıklıları vardı onların. yuvarlak yuvarlak.
yerken kıtır kıtır fındıkları gelirdi ağzıma.
ondan istemiştim.
anneannem "evde var" demişti.
sonra eve gidince beni oturtup kucağına "sen bir şey istediğin zaman, alamıyorum bazen. param olmuyor. ve sonra ağlıyorum alamadığım için, başkalarının yanında hiç birşey isteme oldu mu Özlem'im. hiçbir şey isteme".
anneannem ağlamasın diye, ondan hiçbir şey istemedim.
o günden sonra hiçbir şey istemedim.
ve istememeyi öğrendim.
kimseden hiçbir şey istemedim.
çok zorda, çaresiz kaldığım anlarda dayılarımdan yalnızca... o da Deniz'imden sonra.
hiç kimseden hiç birşey istemedim ben.
ne maddi, ne manevi...
hala istemiyorum...
yine istemiyorum...
içimden,
aklımdan neler geçiyor
ama...
ben istemeyi bilmiyorum.
bir anlatabilsem içimdeki seni... anlatamıyorum ki... anlatılamıyor ki...
Cumartesi, Haziran 20, 2009
uzaklara kanat çıpma vakti belki de, minik serçe...
Cuma, Haziran 19, 2009
canım arkadaşımın yüreğinden bana
Perşembe, Haziran 18, 2009
neden mi?
MeleğiMMM'e
Çarşamba, Haziran 17, 2009
eee... şeyyyy...???
görülmek isteniyor, duyulmak isteniyorsa...
yanında olunması huzur veriyorsa,
karşılaşmalar, tesadüf etmeler kalp ritminizi hızlandırıyor, soluk soluğa bırakıyorsa sizi...
düşünceler ne olursa olsun bi' şekilde onda toplanıyorsa...
Salı, Haziran 16, 2009
hadi bakalım, sil baştan... sen yine bildiğini okumaya devam et, eyyy yüce "bilge"(!) insan :(
konuşulmaya değer onca konu varken...
sizi çok özledimmmm
Pazartesi, Haziran 15, 2009
AŞK benim hayalimde, ruhumda, kalbimde... belki var biri, belki yok... işte bundan kime ne!
Pazar, Haziran 14, 2009
hep dediğim gibi...
özgürlükmüşmuşmişmış... demiştim ya hani, biraz daha -mış -miş -muş -müş eklemek gerekmiş demek ki...
Cumartesi, Haziran 13, 2009
özlediğim'e...
seni sevmek öyle güzel ki...
Cuma, Haziran 12, 2009
bugün 12 Haziran Kafiye Teyzem :(
"kızım, şurda duvarın dibine bi' kadıncağız düştü, bi' bakıver yavrum..." diye seslendi balkondan yaşlı bir teyze bana, hızlı adımlarla geçerken ben balkonunun altından.eliyle işaret ettiği yere doğru koştum. parkın duvarının dibine o kadar sıkışık park etmişti ki arabalar, zar zor aralarından geçmeye çalışarak bakındım, düşen biri var mı diye görebilmek için.
işte o an gözgöze geldik onunla. sırt üstü düşmüş, başı parkın duvarına yaslanmış, öylece duruyordu,
Kafiye teyze... bir elinde işlemeli bastonu, diğer elinde de şık çantası vardı, ikisini de sıkıca tutuyordu. "yaklaşık 75 yaşlarındadır" diye tahmin ettim o an, sonra öğrendiğimde şaşırmıştım 89 yaşında olduğunu.
şık bir pantolon giyinmiş, üzerinde kibar bir bulüz ve fuları vardı. saçları bembeyaz, hoş kesimliydi. dalgalı... hafif bir ruj vardı ince dudaklarında.
ve o dudakları titriyordu ben yanına yaklaşıp, elimi uzattığımda ona. çantasını daha sıkı kavradı bi' yandan elini uzatmaya çalışırken bana. öyle ya yabancıydım. kim bilir neler yapabilirdim ona o çaresiz anında. tuttum elinden destek oldum ona. yavaşça kalktı ayağa. gülümsedi, teşekkür etti. elleri titriyordu. ve bir bacağını sürüklüyordu yerde. "yardım edeyim" dedim, "ne tarafa gideceksiniz?" "şurdaki marketten bir-iki parça birşey alacağım kızım" dedi. girdim koluna, ben de sizinle geleyim dedim... çok yavaş yürüyebiliyordu. "şurdaki market" dediği markete vardığımızda bayağı zaman geçmişti. ben ona kendimi anlatmıştım bile, sorduğu soruları cevaplarken.
alışverişten sonra, evine kadar eşlik ettim Kafiye Teyzeye. Poşetlerini taşıdım. salacakta oturuyordu. beni yukarı davet etti. soğuk birşeyler içmem için. yukarı çıktık. içeri girdiğimde kocaman bir fotoğraf vardı hemen sokak kapısının karşısında. siyah-beyaz... fotoğrafta genç bir bayan ve 4 erkek vardı. kadeh kaldırmışlardı ve hepsi de gülümsüyordu. erkeklerden biri... o dört erkekten biri Atatürk'tü. benim fotoğrafı incelediğimi fark edince, "eşim" dedi. "şurdaki eşim, Atatürk'ün hukuk danışmanıydı." gülümsedi sonra sıcacık.
poşetleri aldım mutfağa götürdüm. seslendi. "buzdolabında gazoz olacak, kendine koy bir bardak".gazozumu aldım, içeri salona geçtim.
pencere kocamandı. karşımda masmavi deniz görünüyordu, iki kocaman çınar ağacının yaprakları arasından.
ve bir vapur geçiyordu köpük köpük... o geçen vapura bakan yalnız ben değildim. tüm şaheserliği ile topkapı sarayı, ayasofya ve sultanahmet camii de bakıyorlardı benimle aynı vapura. tam karşımdalardı.
pencerenin önünde bir sehpa, sehpanın iki yanında kocaman iki koltuk vardı. birine Kafiye Teyze oturmuştu. diğerine oturdum. sonra saatlerce konuştuk. biraz benden, biraz ondan.
parkinson hastası olduğunu söyledi, kısmi felç de geçirmiş ama biraz düzelmiş. yalnız yaşıyordu. eşi öleli yaklaşık 15 yıl olmuş. hiç çocukları olmamış. evlat edinmişler bir kız çocuğunu. okutmuşlar. bir subaya aşık olmuş. evlenmiş. izmir'e yerleşmiş. önceleri pek gelmese de ararmış. ama eşi vefat ettikten sonra Kafiye Teyzenin, bir daha hiç aramamış kızları onu.
ablası varmış. hala yaşıyormuş. ablasının kızları, torunları varmış. ama ablasının dışında pek kimse istemiyormuş Kafiye Teyzeyle görüşmeyi. ablası da kızında yaşadığı için, Kafiye Teyze gitmeye çekiniyormuş.
gündüzleri, öğlene kadar bir kadın geliyormuş evine haftasonları hariç her gün. evini temizleyip, toparlıyor, yemeğini yapıyormuş. ama çocukları okuldan gelmeden eve dönmesi gerektiğinden Kafiye Teyzenin yanında pek kalamıyormuş.
o gün başladı dostluğumuz Kafiye Teyzeyle. her gün gittim ziyaretine okul çıkışlarımda. beni camın önünde beklerdi. el sallardı görünce. gülümserdi sıcacık. sonra ayağa kalkardı bastonuna tutunup. anlardım kapıyı açmak için kalktığını. acele etmezdim, yavaşça çıkardım basamakları ki beni kapının önünde beklerken görüp, üzülmesin diye.
birgün yine ziyarete gittiğimde, çenesinin altındaki yarayı gördüm. kollarının ikisi de dirseklerden aşağıya doğru kocaman yara olmuştu. "n'oldu Kafiye Teyze" dedim. düşmüş gece tuvalete kalktığında. kalkamamış bir daha. alt komşuda anahtar varmış. onları aramak için salona kadar sürüklemiş kendini yerde. ve çenesi, kolları o yüzden bu hale gelmiş.sarıldım... gözlerim doldu. "yalnız yaşamanız beni çok üzüyor, her gün sizi bırakıp giderken burada, içim huzursuz oluyor. buna bir çözüm bulsak" dedim Kafiye Teyzeye... "bana güzel bir huzurevi bul bi'tanem" dedi.
vitrinlerinde, televizyonun üzerinde, evinin her köşesinde benim fotoğraflarım vardı. en baş köşede de mezuniyet fotoğrafım. gurur duyduğunu söylemişti benimle. kendimi ne kadar yüce hissetmiştim o an...
tuzlada harika bir huzurevi bulduk. kadir has öğretmenler için yaptırmıştı. yerleşti oraya ben de her hafta gittim ziyaretine. çok mutluydu. herşeyden, herkesten çok memnundu.
bir gün beni aradı... yeğenleri gelmişler, oradan çıkarmak istiyorlarmış Kafiye Teyzeyi... uzakmış Tuzla... gidip, gelemiyorlarmış her zaman.
sanki ne zaman gelmişlerdi ki ziyaretine. bi'şey demedim. karışmaya hakkım yoktu çünkü. acıbademde başka özel bir huzurevine yerleştirdiler Kafiye Teyzeyi.
çatı katında, yatalak bi başka teyzeyle aynı odayı paylaşıyordu. çatı katında olduğu için pek başka kimseyle görüşemiyordu.
bana"yine o huzurevine götür beni. ayarla. burda çok sıkılıyorum."dedi.
söz verdim Kafiye Teyzeye. aradım hemen tuzladaki huzurevini, üç hafta sonra mümkün dediler. sevindim.
ertesi hafta ziyaretine gidemedim Kafiye Teyzenin. huzurevinin telefonlarından ulaşmak da mucizeydi adeta. ya kimse cevap vermiyor. ya da hep meşgul çalıyordu.
bir sonraki hafta gittim tekrar. danışmadaki kişi "Kafiye hanım yok artık, ailesi onu burdan alıp, başka bir huzurevine götürdü" dedi. sevindim. tuzladaki yer diye düşündüm. ama tuzlayı aradığımda orada olmadığını öğrendim.tekrar bir ipucu bulurum ümidiyle acıbademe gittim. kimse bilmiyordu nerede olduğunu ve ona ulaşabileceğim bir tek numara vardı ellerinde o da hiç cevap vermiyordu.
haftalarca uğraştım bir küçük iz bulabilmek için. evine gittim panjurları kapalıydı. alt kattaki, üst kattaki tüm komşularına telefon numaramı bıraktım. biri gelirse, bir haber alırlarsa mutlaka bana ulaşmalarını tembih ettim. ama nafile.
iki yıl. koskoca iki yıl hiç haber alamadım Kafiye Teyzeden.
oysa altı yıllık kocaman bir zaman paylaşmıştık onunla. hayal olamazdı, rüya da... altı yıl. altı yıl boyu çok güldük, çok ağladık, dertleştik. şakalaştık... hatta bir tanıdıklarının oğullarıyla tanıştırmak istedi beni. "çok iyi insanlar maddi durumları da iyi. Ali de çok kibar biri, çok yakışırsınız birbirinize" "utanırım ben Kafiye Teyze, yapamam öyle şeyler, tanışma vs gibi"dedim. kırıldı biraz :)
çalıştığım yerde zaman zaman selamlaştığım ama pek de samimi olmadığım bir kız vardı. bir gün herkesin ona "başınız sağolsun" dediğini fark edince yanına gittim. başsağlığı diledim. teşekkür etti. "yaşlıydı zaten çok, 90ın üstündeydi" dedi. "büyük teyzem olurdu. annemin teyzesi yani. birkaç yıldır huzurevinde kalıyordu" içime tuhaf bir his çöktü o an...
adını sordum. "teyzenizin adı neydi?" sanki cevabı tahmin ediyordum, gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı bile "Kafiye Baysal" dediğinde...
Perşembe, Haziran 11, 2009
ne güzel yazmış sevdiğine sevdiğini...
"I twist you in my underwear" :)))))
o, bana kahkahalar attırdığın espirilerin gibi cıvıl cıvıl, neşe dolu, hayal yüklü, "sen" gibi yaşa dünya üzerinde, var olduğunca.