Çarşamba, Haziran 24, 2009

Чайка

dün sana geldim
yaşadığın evi soludum.
baktığın pencereden baktım.
konuştum uzun uzun seninle, anlattım.
beni nasıl bu kadar içimden görebildiğini sordum sana.
beni nasıl yazabildiğini...

"Yalnızım, yapayalnız. Bir şey söylemek için yüzyılda bir açarım ağzımı ve sesim bu boşlukta kederle çınlar ve hiç kimselere ulaşmaz... Sizler de, ey solgun alevler, işitmiyorsunuz beni... Sabah öncesinde çamurlu bataklıktan yükselirsiniz siz ve tan vaktine kadar sürtüp durursunuz, düşüncesizce, iradesizce, hiçbir yaşam kıpırtısı taşımaksızın... Sonsuz maddenin babası şeytan, bir yaşam kıpırtısı doğar korkusuyla, taşlarda ve sularda olduğu gibi, her an sizlerin atomlarını da değiştirir ve durmaksızın değişirsiniz. Evrende sürekli ve değişmez olarak bir tek ruh kalır sadece. Bomboş, derin bir kuyuya atılmış bir tutsak gibi, neredeyim, beni ne bekliyor, bilmiyorum. Fakat bir tek şey var bildiğim, çok iyi bildiğim: Maddi güçlerin yaratıcısı şeytanla amansız, acımasız kavgada, zafer mutlaka benim olacak ve sonuçta da madde ile ruh eşsiz bir uyumda birleşip kaynaşacak, bu ise dünyasal irade'nin egemenliği olacaktır. Fakat uzun, yavaş, binlerce yıllık bir sürecin sonrasında, hem ay, hem parlak Sirius, hem yeryüzü toza dönüştükten sonra gerçekleşecek bu..."

"dinliyorum seni" dedin. "yalnızca dinliyorum, sen O'sun... aynı hayalle yaşadın ve yaşıyorsun ve aynı hayalkırıklıklarını tattın, kırılınca hayallerin..."
"dinliyorum seni" dedin bana, "anlattığın, anlatamadığın herşeyini dinliyorum yalnızca."

6 yorum:

Adsız dedi ki...

Neden bastığım toprakları öptüğünü söyledin bana? Beni öldürmek gerek...
Öyle yorgunum ki... Dinlenebilsem... Birazcık dinlenebilsem!..
Bir martıyım ben... Yok, değil. Aktristim. Ah, evet! Tiyatroya inanmıyor, hayallerimle alay ediyordu... Böylece ben de inancımı yitirdim yavaş yavaş, hevesim kalmadı... Sonra aşkın getirdiği sorunlar, kıskançlıklar, yavrum için duyduğum sürekli korku... Ufaldım... Zavallılaştım, boş bir kalıp gibi oynamaya başladım sahnede... Ellerimi nereye koyacağımı bilemiyor, ayakta düzgün durmayı beceremiyor, sesimi denetleyemiyordum... İnsanın çok berbat oynadığını hissetmesi ne korkunç şeydir bilemezsiniz!

Bir martıyım ben. Yok, değil.
Anımsıyor musunuz, bir martı vurmuştunuz. Günün birinde bir adam geliyor, görüyor onu ve yapacak başka bir işi olmadığından kıyıyor ona... Küçük bir hikaye konusu...

Yok, bu da değildi söylemek istediğim... Ne diyordum?.. Sahneden sözediyordum, evet. Şimdi öyle değilim artık... Şimdi gerçek bir aktristim, zevk duyarak, coşkuyla oynuyorum; kendimden geçiyorum sahnede ve çok güzel olduğumu hissediyorum... Burada olduğum şu günlerde de yürüyorum hep, yürüyor ve düşünüyorum... İçimdeki bir gücün gelişip büyüdüğünü hissediyorum gitgide. Kostya, yazmışız, ya da sahnede oynamışız farketmez, anlıyorum ki, bizim bu işlerde başta gelen şey, parıltı şöhret filan gibi benim hayal ettiğim o şeyler değil, sabredebilme yeteneğidir... Kaderine katlanmasını bil ve inançlı ol... İnanıyorum ben ve o kadar çok acı çekmiyorum şimdi... Bir görevim, bir amacım olduğunu düşündüğümde, hayattan korkmuyorum...

edi.ben dedi ki...

...
çayka

Adsız dedi ki...

Çehov'u severim.Tiyatroyu ve martıları da..
Hem bilir misin Martı(çayka) lar cesurdurlar :)

Sevgiler
Banu

edi.ben dedi ki...

Çehov benim en sevdiğim ikinci edebiyatçıdır.
hakkında çok şey bildiğimi düşünürdüm, ancak dün evine gittiğimde fark ettim ki herkesin bildikleri kadarmış bildiklerim.
Ve gerçek Nina'yı gördüm orda. Ve gerçek Treplev'in kim olduğunu da öğrendim.
daha mesleğine yeni adım atmış genç bir yazar adayı.
fakir insanları bedava muayene eden bir doktor.

kendisine ihtiyacı olan insanları bulmak için yollara düşen Sibirya'nın soğuğuna yenilip genç yaşında hayata veda eden bir Treplev vardı o evde.

Nina mı? Treplev'in kızkardeşinin arkadaşıydı.
Şarkıcı olmak istiyordu ve Treplev'in lüksten uzak minicik bir köy evinde yaşama teklifini kabul edemeyecek kadar farklı bakıyordu hayata Nina.

Yani gerçek Nina

yani gerçek Treplev...

Yani "Lika Misinova"
Yani "Anton Pavloviç Çehov"

aynı şeyleri seviyor olmamız ne güzel... :)

ben Erol Güney'in kedisini de çok severim, bilir misin?
Bilirsin(dir) mutlaka :)

sana da Sevgiler Banu...

Adsız dedi ki...

Erol Güneyide severim Vedat Türkali'yide..

En Meşhur kedinin sahibi :)

"Çıkar mısın bahar günü sokağa
İşte böyle olursun
Böyle yattığın yerde
Düşünür düşünür
Durursun." Orhan Veli..

Sevgiler
Banu

Not:Gülüş bir insana bu kadar güzel yakışıyorsa O kişiye şapkada çok yakışır :)

edi.ben dedi ki...

ve İlhan Berk'i de...

şapka? bilmem yakışır mı acaba? :)

sana da Sevgiler Banu...