Salı, Mayıs 01, 2007

giriş yok az biraz gelişme var, sonuç ise ı ıh... öylesine bir yazı...

kimse kimseyi dinlemiyor. kimse kimseyi anlamıyor. ortalık allak bullak. eline bir pankart alan bir meydan arıyor. buldu mu hemen slogan atıyor. kimsenin kimseye tahammülü yok. komşular bile düşman kesilmiş durumdalar birbirlerine. herkes "ben daha doğruyu, en iyiyi biliyorum" havalarında ama kimsenin bi .ok bildiği yok. ekonomi- mekonomi, darbe falan, enflasyon, deflasyon hikaye. herkes başa örtülen 900 cmkarelik bir örtünün derdinde. o örtüyü örtenler de, örtmeyenler de... tüm bunlara neden olup asıl görülmesi gerekenleri bu yolla örtüyorlar. ama bizler halaaa aynı tas, aynı hamam.
laiklik gidiyor elden. aman şeriat gelecek. başını örtme, kıçını aç. incil dağıtıyorlar, hadi keselim... gibi ne'idüğü belirsiz komik ve bi o kadar da garip dialog, trialaog, polilog(!) ve hatta bazen monologlardayız.
nerdeyse "icad edilecek" bile bi'şeyin kalmamış olduğu, bu akıl-fikir çağında, tanrının boş vaktine gelmediğimiz apaçık ortada. zira bizlere ne akıl ne fikir ihsan eylemiş.
insanlarımız ölüyor... kimi açlıktan. kimi ilaçsızlıktan, doktorsuzluktan... birileri gözümüzün içine baka baka ve hatta sırıta sırıta bizleri soyuyor, donumuza ramak kaldı... laik olan ve laik kalmasını dilediğimiz Türkiye Cumhuriyetinin kuş bakışı görüntüsünün ölçeği fark etmeksizin, siyasi ve fiziki olarak değiştirilmek isteniyor. bizbize fikirlerimiz özgürken bizi yönetmeye layık gördüğümüz (!) insanlar devreye girince o fikirler birbirine düşman oluyor.
boynumuza kendi ellerimizle takmışız tasmalarımızı, bir sağa, bi sola verip duruyoruz. onlar da sağolsunlar arada bir çıkarıp bizi bir ağaç dibine işetiyorlar hepsi bu.
ben derim ki madem "köpek" olmayı seçmişiz-ki böyle görünüyor- o zaman hiç değilse "sokak köpeği" olalım. özgür yaşayayalım. birarada. sahipsiz. güçlü... ve o seçilesi yönleri bozuk, yöneticilikleri kokuşmuş, asıl bize muhtaç olanların eline tasmamızı vermeyelim. ama diyorsanız ki, "ne köpeği, biz insanız. ayıp etme"... e tabi ki... deeee o zaman da lütfen insan olduğumuzu, düşünebildiğimizi, aptal olmadığımızı gösterelim. 3-4 logodan birine basmak zorunda olduğumuz o mecburi "evet" damgasının sonunda yeniden bu günlere dönmeyelim. aklı hür irfanı hür vicdanı hür'sek eğer, bu komik, saçma sapan, bizim dışımızda herkesin suratına pis bir sırıtışı konduran, o garip oyunlara gelmeyelim...

deee.... kime "evet" diyelim? :(

2 yorum:

zihni örer dedi ki...

Haklısınız,
herkes birşeylerle uğraşıyor.
ama hep patinaj yapıyorlar.
Demek ki,
yanlış kulvarda koşuyorlar.
Yaşamın her pozitif saysynı,
sıfır ile çarpıyorlar.
Ellerine yumurta geçse bile,
onu fol olarak kullancakları yerde,
onu duvara çarpıyorlar.

herkes birşeylerle uğraşıyor.
fiyaskolar ise kendileriyle...
fiyaskolar ile yaşamak yerine,
"aşka"a kanat çırpmak daha mı pozitif ne?
mutlukalın

Adsız dedi ki...

Sevgili Edi.ben öncelikle iyiki doğdunuz,iyiki varsınız, doğumgününüz kutlu olsun.. Umarım sevdiklerinizle, mutlu, neşeli, sevgi dolu, imkansız sandığınız hayallerinizin gerçekleştiği ve bol yumurtalı patatesli (kendisinin çok sevdiği bir yiyecektir de;) ) ,nice güzel yıllar geçirmenizi dilerim.. Ayrıca bana önceki yorumlarda sorduğunuz soruların cevabını farklı bir plarformda vermek istiyorum, özel cevaplar olacak çünkü.. Ve müsadenizle Sn. Zihni Örer'in sorularını da burada kendimce cevaplamaya çalışayım. Sn. Zihni Örer selamınızı aldım, başım ve gönlüm üstüne.. Aşkın mutlaka biyolojik, kimyasal ve hatta atom altı parçacıkların insan düşüncelerine göre hareket edebildiğini düşünürsek, kuantum fiziğine göre de bir açıklaması vardır, bu konularda çok bilgili olduğum söylenemez. Ben aşkın duygusal kısmıyla, hissettirdikleriyle ilgiliyim daha çok.. Zaten Antoine Bret'in dediği gibi aşkın ilk soluğu mantığın son soluğudur. Ben aşkı kalbimde hissediyorum, oradan beynime, hareketlerime yansıyor, cümlelerime, yüzüme, tüm halime yansıyor.. Hissediyorum, aşkla ilgili ne varsa, hangi duygu varsa hepsi sarıyor beni.. Tam manasıyla anlayabilmek için yaşamak lazım tabiki.
Kırkından sonra o ateş çemberine girilecek bir şey midir aşk?
Ben henüz kırkıma gelmedim daha yaşamadım o yılları yani ama bugüne kadar yaşadıklarım var aşka dair..Mesela bir çoğumuzun çocukluk aşkları vardır, kiminin ilkokuldan arkadaşı, kiminin komşusu, kiminin 23 Nisan şenliklerindeki gelin damat muhabbetinden kalma aşkı vs.. Ya da ortaokuldan, liseden, üniversiteden, kimilerinin yaz aşkı vardır, kimileri internette tanışır aşık olur, kimileri bir bakışta çarpılır, ne bileyim insan her dönemde aşık olabilir.. Her dönemin de kendine göre güzellikleri vardır bence.. Bu aynı kişiyle bir ömür boyu sürebileceği gibi, farklı kişilerle de olabilir tabiki ve bence değil kırk yaş, öldükten sonra bile olabilir.. Aşk yazmakla bitmezki..:) Saygılarımla anonim...