meydan okuyoruz sözde doğaya. bir mücadeledir gidiyor. savaşıp duruyoruz. bir-iki başarı elde etsek, becerebiliriz zannedip, daha büyük bir hırsla saldırıyoruz.o ise ne savunuyor kendini, ne mücadele veriyor. nasıl olsa "koşulsuz" ve "kesin" galibiyetinin geleceği zamanı bekliyor. ve zaman gelince de "son noktayı" koyuyor."sen kimsin ki" diyor. "nesin ki, ne farkın var, çiçekten böcekten?""doğ! ve öl!"
doğduk... dediğin oldu. ama sevdik de. o hiç hesapta yoktu. ya "özlem" ona nedersin?" şarkı söyledik, şiir okuduk... sen ne bilirsin? şiirlere, şarkılara, konu olmak değil mesele, mesele onları hissedebilmek... renkleri senden alıp bir resme koyduk. ama sen kendindekilerin farkında bile değilsin bence. farkında olsan yapmazdın, yok etmezdin bizleri. yenilerimiz gelse bile, tıpatıpımız değiller ki... benim rengim daha güzeldi belki. benim sesim... belki bir uğurböceğine sekiz tane siyah benek daha çok yakışıyordu... dokuzuncu gereksizdi. çınar ağacının kökleri o yöndeyken daha güzeldi belki...tavuskuşunun kuyruğu belki de bi' sonrakinden daha parlaktı...daha güzeldi belki de... belki benim de tenim benim sesim, benim ruhum, benden sonrakilerden çok daha güzeldir... farkında bile değilsin. ne aşkın, ne hayatın... ne arzuyu tanırsın, ne tutkuyu... sen sadece emir verirsin tüm canlılara. üstelik "iki" kelimeden ibaret verdiğin emirler, iki, kısa ama "kocaman" kelimeden... öyle iki kelime ki, ne kadar çırpınırsak çırpınalım karşı gelemiyoruz.
yine zafer senin. sevin hadi... ne yaparsak yapalım başaramıyoruz.